- 758 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
İKİ ŞEY GÖTÜRECEĞİZ GİDERKEN...
Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben;
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden.
***
Bin sene önce Hayyam düşüncelerini, duygularını cesurca ince ince işlemiş dörtlüklerine. Onun her rubaisine değince gözlerim, uzunca bir süre düşünürüm. Felsefeye olan ilgim çok küçük yaşlarda başlamıştı. Özellikle kalabalığın içinde "yalnız bir çocuk" rolü düşerse yaşam sahnesinde size, duygusal sığınağınıza, mantıksal limanınıza ister istemez "kişiliğinize" renk verecek düşün adamlarını seçiyor ve konuk ediyorsunuz. Böylece su terazisinde olduğu gibi dengede tutuyorsunuz ruhunuzu.
Çocukluğum duygusal travmalı geçmişti.Babam ben dört yaşındayken gözlerini bu yalan dünyaya kapamıştı.Gittiğinden beri dolmadı yeri. Annem köyde yetişmiş, şehir kültürüne alışmaya çalışan çok genç bir hanımdı.İstanbul gibi bir büyük şehirde yaşam mücadelesi vermekteydi. Ne yapmış, etmiş bana ve iki kardeşime Milli Eğitim Bursu almış, okutmayı başarmıştı. Düşünen ve aklını vitese takan bir kadındı.Kısacası bir yarısı eksik bir çocuktum. Eksik sevgiyi her zaman da yüreğimde hissettim. Özellikle de her "babalar günü" kutlamalarında...
Hiç unutmam, bir sabah öğretmen bizi sıraya dizmişti, bir milim hizadan ve sıradan çıkarsak, kartal keskinliğindeki bakışlarını üzerimize yapıştırırdı. O bakışlar, benim ve arkadaşlarımın üzerimizde çok etkiliydi. Korkardık. Hemde ne korkma!..Hata yapma korkularını büyütürdük körpe yüreklerimizde. Bende 9 yaşlarında bir çocuktum ve o bakışlar iliklerime kadar tesir eder, üşürdüm.
Tören başlamak üzereydi. Bayrak göndere çekilmişti. İstiklal Marşı okumaya başladık. İşte ne olduysa o anda olmuştu. Bacaklarımın kasığa yakın kısmında bir kaşıntı, bir karıncalanma başlamıştı, o anda ani bir içtepiyle hazırol halimden vazgeçip, iki baladırımı birbirine sürttüm. Böylece hem kaşıntı, hemde o yabancı nesneden kurtulmuş olacaktım. Ah, o da ne!..Eteklerimin arasından sarı bir böcek uçmuştu!..
Bu hareketim sonrası sağ baldırımda dayanılmaz bir acı duyumsayıp, bastım çığlığı. İşte ne olduysa o anda oldu. Bir anda hem zıplıyor hemde ağlıyordum. Bu bir eşek arısıydı. Ve canım fena halde yanmaya başlamıştı.Korkudan ne yapacağımı bilemiyor, acının etkisiyle avaz avaz bağırıyordum.
Bayrak törenini yarıda kesmiştim. Okunmakta olan marşımız da susmuştu. Artık tüm okul arkadaşlarımın ve öğretmenlerimin şaşkın/meraklı bakışları üzerime odaklanmıştı. Onlar ne olduğunu anlamaya çalışsınlar, kimin umurundaydı ki. Canım çok şiddetli yanıyor ve eşek arısının zehirli iğnesinden kanıma karışan zehirin etkisi gözle görülecek derecedeydi. Sağ baldırım avucum büyüklüğünde şişmiş ve kırmızılık daha da büyümekteydi.
İşte o anda ne olduysa oldu. Yıldızlar mı yandı, yoksa dünyam mı karardı, anlamış değilim ki. Yüzümde patlayan bir şamarla gözlerimde şimşekler çakıldı ve büyük bir siyah boşluğa yuvarlandığımı hissettim.
Allah’tan bir başka sınıfı okutan Hüseyin Öğretmen, durumumu anlamış, bir koşu yanımıza ulaştı, ayaklarım yerden kesildiği gibi ikinci şamardan kurtulmamı sağladı.
"Yapmayın Hoca Hanım, bakın çocuğu zehirli bir arı sokmuş, acil hastaneye gitmemiz gerekir".
Dedim ya az önce, çocukluğum duygusal taravmalı geçti.
O öğretmenle dayaklarıyla birlikte tam yedi senemi geçirdim. Neden yedi sene, diye akla gelirse, iki sene de sınıfta kalmış ve ilkokul senelerimi uzatmıştım. Tembel bir çocuk da değildim. Ama bir çocuğa sürekli "sen adam olmazsın, boşuna okuyorsun, sana masraf edilmesi boşuna, vb" gibi sözlerle canınız yanarsa, iki değil beş yıl da okusanız, sınıf geçmeniz mümkün olabilir miydi ki?
Ne yapardım bende?
Soluğu okulumuzun kütüphanesinde alırdım. Uzakdoğu masalları, Kemalettin Tuğcu’nun hikayeleri ile duygu limanıma yazarları konuk ederdim. Teselli bulurdum o kütüphanede.
Hala anımsayınca o çocukluk yıllarımı, içime zemheri bir ayazlar doluyor ve hüzün sarıyor her yanımı. Anımsayınca o günlerimi yüreğim sızlıyor, acı konuk oluyor. Buz kesiyor sanki ruhum.
Şimdi yetişkiniz.Okuduk. Meslek sahibi olduk. Çalıştık. Evlendik. Çoluk çocuğa, hatta toruna karıştık. Peki, unutabilir mi insan yaşadıklarını. Hayır...Hayır...Kesinlikle hayır!..
O çocukluk yıllarımdaki öğretmenimin, körpe yüreğimde açtığı yara ve şiddetli tokatının ardından "biber acısı" gibi sözlerinin, ruhumdaki derin izi, hala durur anılarımın çekmecesinde...
"...Seni piç kurusu seni, ben size demedim mi, düzgün durun, diye!..Babasız veletler sizi!.."
Hep şu soruyla karşılaştım ve aynı soruyu sordum kendime:
"Dünyaya neden geldik?"
"Neden gidiyoruz?"
Sanırım yanıtını bulamadığım, veremediğim iki soruydu.
Ama bildiğim bir şey var ki o da; giderken iki şey götüreceğimizdir.
"...İyilik ve Kötülük".
Sevgi yüreklerimizden eksik olmasın.
Emine PİŞİREN
20.08.2011
YORUMLAR
Bugulandı gözlerim, zaten okuma sıkıntısı yaşıyorum ve kırk yaş üstü göz kusuru, artık okumakta zorlanacaksınız diyor doktorlar ve gözlük veriyorlarda, ben alışamadım gözlüge henüz..hal böyleyken gözlerimi sile sile okudum. Emine hanım sizi kutlarım.. selam ve dua ile..
emine pisiren
O nadide hassas yüreğinize sevgi ve dostluğumu bırakıyorum.
Okuyan gözlerinize, yüreğinize sağlık dilerim.
Teşekkürler.
Hikayeyi okurken içinde kendimi buldum biraz öğretmen yönünden beni de sevmedi öğretmenim, köyden geldim diye hiç önemsemedi beni o yüzden hala onun ezikliğini duyarım zaman zaman. Böyle saklı bir anıyı bizimle paylaştığın için teşekkür ediyorum adıma hissettim yazdıklarını...
emine pisiren
Bazı anılar acıtıyor.
Unutmak mümkün olmuyor.
Keşke unutabilsek...
Keşke yaşamamış olsak...
Teşekkürler duygu emanetine ve yorumuna.
Sevgimde ve özlemimdesin arkadaşım
değerli Emineciğim,
satırların sanki beni anlatmış! Okullardan ve öğretmenler o kadar nefret emiştim ki, onlarla hiç barışık olmadım! Suçsuz yere çok dayak yedim ilk okulda ve ortaokulun da son sınıfına kardar. Bir öğretmenin yine haksız yerer üzerime hakaretlerle saldırmasına karşılık bıcağımı çeküp üzerine hücüm ettim, önümü öğrenciler kesiti, zor kurtuldu elimden... İmam hatip orta kısmındaydım... küfürler basarak okuldan sene sonu ayrıldım normal ortaokulun son sınıfından başlattılar... sanat lisesine başladım... ikinci haftası atölye şefimiz yine hasız yere unutamayacağım tokat atar attı.. aklım akoydum öldürecektim... bekledim... kesicileri ve çekici önüme aldım.. yanımdan gecerken yüzüne kinle bakarken üzerime doğru gelirken en ağır küfürler ederek kesici aletlerle hücüm ettimü tam kalbine saplayacağım an, sınıf öğretmenim üzerime atladı ve böylece kurtuldu... okul bitesiye kadar vurmayı bırak yanıma bile yaklaşamadı ve beide korkusundan okuldan uzaklaştıramadı!. Son sınıfta da hakaretine maruz kaldığım mslek resim hocamız ve aynı zamanda müdür yardımcısına silah çektim ve tabiki yanaşamadı.. yıl 1977 ! Okulun bitmesine 15 gün vardı! Benden özür diledi ve kapandı konu... diplomamıda iyi derece ile verdiler elime... Şunun için anlattım bunları; kendilerini dikdatör gibi hisseden ve çocuklarımıza yaşamı dar eden bütün öğretmenler bu duruma glmemizin tek sorumlularıdır. Okullarda öğrenciler üzerinde terör estirdiler hep! Öğretmenlerden nefrt ettiğim kadar hiç birşeyden nefret etmemişimdir ve hala da nefret ediyorum o günlerin acılarından dolayı. Ya ısınımadım ben bu öğretmenlere... Arkadaşlarıma sıkı sıkı tenbih ederdim. Sakın öğrencileri dömeyin, meddularını alırsınız, diye. Öğretmen arkadaşlarımız kusura bakmasınlar ben sevmedim öğretmenleri...
Değerli Emineciğim,
Yazına 9 yıldızlı takdirlerimi usulca bırakıyorum.. Bak önümüzde ramazan Bayramı, elinden öpeceğim haa; geri çekme olur mu?
Çokça derin saygı ve saygılarımı bıraktım Atatürk'ümün şanlı, mücadeleci kızının yüreğine.. :)))
emine pisiren
Teşekkür ederim.
Hislendirdin beni...
Selam ve sevgiyle
Emine Hanım gözlerim nemli nemli okudum satırlarınızı. Babanızın mekanı cennet olsun.Maalesef çok değerli öğretmenlerimizin yanında kötü anılar bırakanlar da var. Keşke böyle olaylar hiç yaşanmasa. Çok üzüldüm. Paylaşımınız için teşekkürler. Sevgilerimle.
emine pisiren
Teşekkür ederim arkadaşım.
Sevgi ve dostça