- 620 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KİMİN UMURUNDA
Settin iki yüzü vardır. Birinin diğerinden haberi yok, ama haber veriliyor, peygamberi var, kitabı var, anlamak isteyen yok, dinleyen yok. Birinde bir âlem ötekinde başka ve öte bir âlem. Birinde hazır yeşermiş insanlar için hazırlanmış ışıltılı, büyüleyici ve cazibeli görüntüleriyle büyülenmek akıntısına kapılanmak var diğerinde elinden verilen nimetleri alınarak hazırladığın teze göre yargılanmak ve yerini almak için yeni bir âlemde gözlerini açmaktır.
Kutuplarda ki buzullar eriyormuş, hava sıcaklıkları her yıl artıyormuş, ozon tabakası iyice incelmiş ve büyüyormuş ve güneşin zehirli gazları da atmosfere zerk oluyormuş, kimin umurunda. Depremler, sel felaketleri oluyor her yer harabeye dönüyor, insanların malları yok oluyor kimin umurunda. Faizler kabından taşmış, tuzağa düşenler, savaşlar oluyor, bebeler öldürülüyor, bitmiş ve bitirilmeye çalışılan insanlar kimin umurunda. Bu gün yine caminin önünde iki cenaze arabası var, biraz sonra cenaze namazları kılınacak, dünya ile ilişiği kesilmiş ahret yolculuğuna çıkmışlar bu ölenler, sanki kimin umurunda, illaki başımıza gelmesi mi lazım?
Rivayet olunan eski bir darbı mesel vardır. Adamın biri ölmeden önce tövbe istiğfar edebilmesi için Azrail a.s. dan ecel gününü bildirmesi sözünü almış. Adam uzunca bir ömür ve güzel bir yaşantı sürmekte iken Azrail a. s. canını almak için aniden adamın karşısına dikilince, adam der ki ‘’hani benim canımı almadan önce haber verecektin ‘’deyice, Azrail a.s. der ki ‘ anne ve babanın canını aldım umursamadın. Eşinin dostunun ve en yakın arkadaşlarının canlarını aldım yine umursamadın, sıra sana geleceğini hiç düşünmedin uyanmadın, daha nasıl sana haber verecektim ki’ der ve orada canını alır.
Dünyanın cazibeleri bizleri öylesine afsunladı ki, dini konuları artık daha dinlemek istemiyoruz, lüks yaşantıların verdiği rehavetler bizleri öylesine uçurdu, uçurdu ki, çıktık, çıktık halen daha çıkmak istiyoruz, ya o ayyuka da merdivensiz ya da bineksiz kalıpta tepe üstü yere çakılırsak halimiz ne olur. İçimizde ki hırsımız dünya hırsıyla zırhlandı. Onu o kadar çok seviyoruz ki asla elimizde kimse alamaz. Artık arabaların eşyaların daha lüksünü, daha lüksünü alıyoruz, Artık 100 m2 evlere de sığamıyoruz. Dahalar dahaları kovalıyor, ardından bizleri koşturuyor. Varlıklar varlıkları doğura, doğura servetimiz artıyor ama boğazlanacağımız o günümüzü de unuttuk gitti. İnsanlar sanki ölümsüz dünyanın ölüsüz ve ihtişamlı binalarını yapıyorlar en pahalı arabalarını alıyorlar. Kendilerince her şeyi ebedileştirmek istiyorlar. Doyumsuz hırslarımız yüzünden ötesini görmemizi engelliyor.
Dünyaya tek ve garip bir şekilde geldik, bu âlemde gözlerimizi açtık. Lakin bu dünyadan ayrılırken de arkamıza dahi baktırmadan hatta elbiselerimiz dahi çıkartılarak garip bir şekilde geçip gideceğiz. Mekânlar değişiyor, tapular el değiştiriyor, bir gün geçip gidişin kimin umurunda. Sanki ne olurdu bu kadar hizmet ettiğimiz, güzelleştirdiğimiz, bize torpil yapsınlar diye süslediğimiz mallarımız, adam etmek için bir servet harcadığımız çocuklarımızın keşke bir faydası olabilseydi. Artık kimse el uzatamıyor. Maneviyatın olmadığı yerden kimse hayır da bekleyemez.
Fani kapısından beka kapısına gireceksin ama orada da yaşarken yaptıklarının mahkeme günü var, bir cep telefonunun uyduda ki kaydı gibi levh-i mahfuz da ki kayıtlarımız var. Ne azığın var nede suyun var, gölgeliğin olmadığı, azgın ve kızgın çöller de bekleme sürecin var. Hani yaşadığın dakikaların hesabı çabucak bitmiyor ki. Sana verilen dünya mühletin de, ne peygamberinden şefaat dilemişsin, ne Kuran’a inanmışsın nede Mahşerde gölgelik verecek olan Arşı Alanın gölgesinden nasıl istifade edeceğini öğrenebilmişsin. Bir tarafı âlim, bir tarafı ümmi. Fakiri gördük bir şey vermedik, hep benim dedik, inkâr içinde yaşadık ne herzeler yedik, mazlumu gördük dolandırdık bir tokatta biz attık, düşeni gürdük bir tekme de biz vurduk.
Saltanat içerisinde yaşayan varidat sahibi, emrinde insanlar çalışan ve emirler veren bir insan düşünün, bir gaflet sonucu veya yaptığı bir hatadan dolayı tutuklanır, hüküm giyer, biranda herkes ondan yüz çevirir, elleri kelepçeli bir şekilde her şeyden ve yakınlarından kopartılarak cenaze arabası, ahret kapısı gibi cezaevi arabasına bindirilir. Sucu ağırsa hücre hapsine atılır. Kimin aklına gelirdi ki, o adamın bu hale geleceği, yakınlarının dahi nefret edeceği. İşte Dünya hayatımızda da yanlışlarla rotasından çıkan füzeler gibi hem kendine hem de çevresine haksız hasarlar veriyoruz.
O ona devretti, oda ona devretti. Nihayet diyeceksin ki dünyada yaşadıklarım bir devletti, verilmiş bir nimetti. Ölümü hiç kimse beklemiyordu, sandı ki hep malları ve kendisi aynı kalacaktı, ebedileştirmiş gözü kendini rüsva ve Cehenneme ittiyse kimin umurunda. Bize verilen bu devletler, bu nimetler içerisinde yaşarken devletini kazanamadıysan sonra suçu kimseye de bulmayasın.
2009
Mustafa CEYHUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.