- 824 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Biri Şu Anneme Dur Desin- III
-Hadi oğlum, kahvaltıya gel! Bırak şu zıkkım siteyi ya!
-Geliyorum anne, sen yumurtanın kabuğunu soy. Ekmek var mı evde?
-Oğlum ekmek yok evde, kalk kalk kalk… al gel ya canım benim.
-Hemen şuradan alıp geleyim mi?
-Aşağıdaki bakkaldan odun ekmeği alsan oğlum?
-O zaman anahtarı ver de, aşağı fırına gideyim. Çıtır çıtır ekmek varken, ne odunu ya!
-İyi sen bilirsin oğlum, ama çabuk ol. Yumurtanın kabuklarını soymayacağım sen gelene kadar. Baban beklesin, tuvalette zaten beyefendi.
-Tamam anne, tamam… Hadi çıktım ben.
Belime yeniden ağrılar girmişti. Seneler önce dengesiz bir hareketimden beri, kemiklerimdeki ağrılar geçmez olmuştu. Bazen hareket etmemi dahi engelliyordu bu ağrılar, ama dayanmaya çalışıyordum. Özellikle annemin yanında belli etmemeye çalışıyordum, yoksa beni gecenin bir vakit yataktan kaldırıp acile götürebilirdi. Çekiniyordum açıkçası yaşlı kadından.
Arabaya bindikten sonra, bugün öğleden sonra kızla buluşmamız olduğunu anca hatırlamıştım. Galiba rüyadan sonra aklımdan öyle bir silmişti ki olayları, hiçbir şeyi hatırlamak istemiyordum. Ekmekleri alıp, tekrardan arabaya bindiğimde, bu sefer düşünmeye başlamıştım. Cemre ile buluşacağımız anı hayal ediyor, kendime gülüyordum.
Eve geldiğimde annem babamla beraber çay içiyordu. Birkaç zeytin yemişlerdi sadece. Beni bekliyorlardı. Annemle göz göze geldiğimizde, aklında olanı hemen anlamıştım. Yine kızdan bahsetmek istiyordu.-Oğlum, canım benim, Cemre’yle buluşacaksın. Hadi kahvaltınız tez yap da, duş al sonra.
-Alırız ya, daha erken. Ne acelemiz var?
-Aaa, olur mu canım? Hadi bakalım, elini yıka da gel otur sofraya.
-Oğlum günaydın.
-Günaydın baba.
Sabah sabah babamda durgundu. Anlaşılan ilaçlarının vaktini yine geçirmişti. Yaşlı kadın yumurtaların kabuklarını soyarken, öğleden sonraki buluşmayı aklıma getirmemeye çalışıyordum. -Ahh evladım, hadi tuzlasana yumurtalarını. Bak sana iki tane haşladım. Kızın yanında durgun olma, az canlı ol diye.
-Teşekkürler annecim, ama ziyade olsun. Ben yemeyeceğim fazla bir şey.
-Aaa, ne oldu oğlum, hasta mısın yoksa? Ahh bey görüyor musun, kızı düşünmekten iştahı kesildi. Evlendikten sonra senin halin ne olacak Allah bilir!
-Anne ne alaka canım ya! Allah Allah… İştahım yok bu sabah, olamaz mı yani?
-Dur ben senin iştahını açmayı bilirim, geliyorum hemen.
-Nereye yaaa?
-Dur dur evladım, geliyorum dedim ya…
-Offf anne offf!
-Oflama annene bakayım, geliyorum hemen.
Annem mutfağa gitmişti. Merak ediyordum, iştahımı neyle açacak diye. Esasında nazlanıyordum, kızıyordum anneme, ama biliyordum ki, evlenirsem bir gün bugünleri çok özleyecektim. Annem minnetsiz, annem hiçbir art niyet düşünmeden benim dahi düşünmediğim şeyleri hazırlayıp, bana yardımcı oluyordu. Bıkmadan, usanmadan şefkat dolu gönlüyle her daim yanımdaydı. Ama evleneceğim kadın bana bunlardan hangisini minnetsiz yapabilecekti? Yıllardır ütümü annem yapıyordu, kirli çamaşırlarımı yıkıyordu, yemeğimi önüme kadar getiriyordu. Arada sırada bulaşık yıkayıp da içimi az da olsa rahatlatıyordum, hatta hasta olduğunda her akşam yemeği ben de yapıyordum, ama onun gözlerinde nemli bakışları gördükçe, onun yaptıkları karşısında benim yaptıklarımın hiçbir kıymeti kalmıyordu. Kızıyordum, nazlanıyordum yaşlı kadına karşı, ama hiçbir kadını bir daha böyle seveceğime ihtimal vermiyordum. Çünkü elin kızından hiçbir zaman medetsiz iş bulamazdı insanoğlu, eğer melek değilse!
Kendi kendime düşünürken yine, annem kahvaltı tabağına koyduğu bal ile kaymağı önüme getirmişti.-Hadi canım, al ye bakalım. Tatlı senin iştahını açar, bilmem mi?
-Annecim, yemesem. Vallahi aç değilim ya!
-Çarpılacaksın haaa, ne o öyle çocuklar gibi yemem yemem diyorsun. Mızmızlanma bakalım.
-Tamam yaşlı kadın, tamam yiyeyim de gönlün hoş olsun.
-Ne yapıyorsun sen yine, ne garip çocuksun ya?
-Ne oldu yaa? Altı üstü yumurtaları balın içine attım. Biraz da peynir, zeytin de tek tek
alırım.
-Baban alıştırdı hep, baban.
Babam gülümsemeye başlamıştı.-Kötü bir şey mi hanım, bak istediğin oldu işte! Oğlan iştahım yok diyordu, ama maşallah üç gündür aç gibi yemek yiyor.
-Baba yapma sen de ne olur böyle!
-Hadi oğlum sen babana bakma. Saat dokuz bak. Az kaldı.
-Anne ne geçi ya? Daha öğlene üç dört saat var. Acelemiz mi var?
-Kız şimdiden süsleniyordur. Süslenecek tabi, aslan oğlumla görüşecek. Böyle bir fırsat mı
geçer karşısına bir daha?
-Anne lütfen abartma!
-Ne abartması canım, ne eksikliğin var? Maşallah fazlan bile var.
-Öhöö öhööö…
-Ne oldu Hekim bey, boğazına bir şey mi kaçtı?
-Hanım zorlama oğlanı, bırak rahat rahat yesin. Oğlum gazete aldın mı?
-Hole bıraktım, dur getireyim baba.
-Yok yok ben alırım oğlum. Sen devam et yemene. Gülistan, bir çay daha koyda, limon da
getireyim, limonla içeyim.
Babam gazeteyle limonu alıp gelmişti. Oturmuş annemle sohbet ederken, düşüncelerimi tekrar eder gibiydim. Okula başladığım ilk günleri hatırlamıştım o an. Kardeşime hamileydi ve de o zamanlar güç bela iş yapıyordu. Ama nasıl bir şeydi, tam olarak düşünemiyorum; annem hep yanımda olacağına inandığım bir melekti. Bütün insanlar için anneleri öyleydi. Bu yüzden kitabımda kadınlar için özel bir yer vardı: ‘Annelik!’ Amaçları farklı olmadığı müddetçe, her kadın annelik duygusunu tatmak isteğinde yaşadığı için duyguyu, kadınların en aşüfte olanına bile saygım vardı. Hayatın ne göstereceği hiç bilinmezdi çünkü.
Kahvaltıdan sonra bilgisayarın başına oturmuş, düşünüyordum tekrardan. Birkaç kelime aklıma geliyor, şiir yazmak istiyordum. Ama hiçbir kelime de ahenk yok gibiydi. Saçmalıyordum daha çok. Birkaç şiir okuyup tekrardan sıkılmıştım. Kahvaltı anında düşündüklerim şeyleri unutamıyordum, hala aklımı yoruyorlardı. Zaman geçtikçe, Cemre’yi de düşünmeye başlamıştım. Acaba olabilecek biri miydi? Nasıl olacaktı her şey?
Bilemiyordum. Sadece kanepe uzanıp, biraz kitap okuyasım vardı. Aldığım kitapla ile gülümsemeye başlamıştım. Karikatür kitaplarını tekrar tekrar okusam da, haz almaktan bıkmıyordum. Yine benim meşhur ‘büyük adam Abdullah’ karikatürlerini takip ederken, annemin sesiyle irkilmiştim.
-Oğluummmmm, kalksana evladım yaaa! Hadi banyonu yap, geç kalacan yoksa!
-Anne yaparım tamam. Haftasonumuz ya, dur biraz rahatlayalım. İş olmadığı gün bari biraz rahat geçsin.
-İşinden daha önemlisi var oğlum. Kalk kalk, kızla buluşacaksın. Hazırlan!
-Uff, yine gitmeyeceksin başımdan değil mi? Kalkmam lazım ki anca memnun olasın.
-Eee, tabi… Annesini ne de iyi tanırmış, canım benim…
-Havlu filan ver de kuru, bir de içeriden istemeyeyim senden.
-Astım oğlum banyoya, hadi sen soyunda gir banyoya.
Gülüyordum. Hala çocuğuydum yaşlı kadının. Hala sokaklarda eli yüzü toz olmuş da, eve geldiğinde üstü başı alelacele çıkartılıp, zorla banyoya sokulan oğluydum.
Banyo yaparken bir şarkı mırıldanmaya başlamıştım. Böyle bir yerde sesimin kimseyi rahatsız etmeyeceğini biliyordum. Ne kadar kötü de olsa sesim, herkesin kendi sesini sevdiği gibi, şarkıları en güzel ben söylüyordum.
Nakaratı ne de güzeldi şarkının:-‘Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Hani çerçeveler boş
Hani körkütük sarhoş gençliğimizden
Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken
Eskidendi, eskidendi, çok eskiden ’
Uykusuzluk vaktinde, geceler geçiyordu gençliğimden. Orta yaşlı bir ölü gibiydim. Süsleniyordu ellerim yorgun ve ağır çizikler ile. Şarkının şairi aklıma gelmişti birden. Şiirlerini sevdiğim şairlerden biriydi. Ama her zaman ki gibi, birine bağlanmamak adına, çok da sevmiyorum diyordum. Ben şarkımı söylerken, bir ses duymuştum:
-Oğlum, sırtını lifleyeyim mi?
Annemdi. Başka kim benle konuşabilirdi ki bu dünyada!
-Yokkk anne yaaa, ne lifi. Ben çıkacağım az sonra zaten.
-Olmazzz oğlum, bak orada şortun vardı, giy geliyorum.
-Anneee, yapma böyle yaaa!
-Geldim Orhaannn, hadi oğlummm…
Anneme karşı koymam mümkün müydü ki sanki! Banyoya girdiğinde şarkı söylediğimi görünce banavkızmaya başlamıştı. ‘Banyoda şarkı söylemek günah oğlum, hadi ver lifi de az sırtını lifleyeyim’ dediği an, iyicene gerilmiştim. Ama yaşlı kadına kızıp, gönlünü kırmak istemiyordum. Sırtımı liflerken yine bildik söylemlerine başlamıştı.
-Allah aşkına oğlum, yıllardır bu sivilceler gitmedi omzundan. Git bi doktora dedim o kadar, değil mi?
-Anne, hadi lifle de git. Zaten gerginim.
-Ne oldu? Ayyy kire bak, of of oğlum ne kirlenmiş sen ya?
-Anne ne kiri Allah aşkına ya?
-Baksana, sarı sarı su akıyor. Şu deriye bak hele…
-Anneeee, cilt yenileniyordur herhalde. Hadi fazla uzatma. Yorulma, bileğini inciteceksin
yine.
-Evlendin mi Cemre sana böyle yapar, rahat rahat, utanmazsın da ondan. Ohhh paşama keyif…
-He he, daha kızla görüşmeden, tanışmadan evlendirdin bizi ya!
-Yeter mi bu kadar?
-Yeter anne yeter… Yordun kendini yine, hadi sen elini yıka da geç. Ben de çıkacağım birazdan.
-Tamam oğlum… Bak ne güzel parlıyor sırtın.
-Anne, abartma yaaa! Hadi sen çık…
Banyodan çıktıktan sonra, atlet katı kanepede az uzanayım demiştim. Ama anneme kalırsa yine geç kalacağım için, yanıma gelip azarlamaya başlamıştı yeniden.
-Oğlum, hasta olacaksın, üşüteceksin yavrum ya! Hadi kalk giy üstünü. Güzelcene gömleğini ütüledim, onu giy.
-Anne sıcak ya hava, ne gömleği Allah aşkına! Sen bana oradan ince bir şey ver.
-Olmaazzzzzz! Onu giyeceksin, adam gibi dur kızın karşısında.
-Hay kızın da, buluşmanın da…Tamam tamam…
-Şişt, annenin yanında küfür etme bakalım.
-Tamam tamam. Dur az, gömlek kaçmıyor. Hemen üstümü giyince hararet basıyor,
terliyorum sonra.
-Babası kılıklı, ne olacak? Hadi daha fazla söyletme.
-Tamam kalkarım birazdan.
Annem mutfağa geçtiği zaman derinden bir ‘Ohhh!’ çekmiştim. Yaşlı kadın işime karışmayı sevmiyordu, ama karışmadan da duramıyordu. Biraz uzandıktan sonra kanepede, içeri geçtiğimde her şeyin ben banyodayken hazırlandığına şahit olmuştum. Gömlekten, çoraba kadar tertemiz bir şekilde beni bekliyorlardı. İstem dışı gülüvermiştim. Anneme acırken, hem de kızıyordum. Bir kız için değer miydi bunlar?
Her şey tamam olunca aynanın karşısında durup kendime bakıyordum. Yakışıklı olmasam da, kirli sakallarımla karizma duruyordum. Tabi bu karizma durumunu annemin çakması fazla uzun sürmemişti.
-Aaa, sen tıraş niye olmadın oğlum?
-Anne, böyle daha karizmatik ya, değil mi?
-Esasında öyle. Ne bileyim, tamamen tıraş olunca karı gibi oluyor erkekler.
-Hah hah, karnım yarılacak gülmekten ya! Alemsin anne, alem!
-Mendil vereyim mi oğlum?
-Anne ne zaman mendil kullandığımı gördün benim?
-Ne bileyim oğlum, terlersin bayır çıkarken filan…
-Arabayla gideceğim anne.
-Haa, tamam oğlum.
Ayakkabımı giyinirken yine şaşırtmış annem beni.
-Anne bu ne ya?
-Ne oldu oğlum?
-Ne yaptın sen, boya mı?
-İyi olmuş, değil mi?
-Anne niye yoruyon kendini Allah aşkına ya?
-Yok oğlum, ne yorulacam. Bi oğlum var zaten…
-İyi bakalım.
-Anneyi öpmeden mi gidiyorsun?
-Gel bakalım buraya ton ton yanaklı kadın… Baba görüşürüz…
-Tamam oğlum, hadi mutlu haberler getir bize bakalım.
-Tamam hadi…
Hünkâr’ın oraya vardığımda, telefonla kızı aramak için uygun bir saniyeyi bekliyordum. Heyecanlıydım. Ne diyeceğimi dahi unutacak kadar hem de!
-Alo, hayırlı günler Cemre Hanım. Ben Orhan.
-Orhan Bey, siz misiniz, ben de sizin aramanızı bekliyordum.
-Neredesiniz, geldiniz mi?
-Yeşil Caminin oradayım ön bahçesindeyim, geliyorum. Siz geldiniz mi?
-Geldim efendim, sizi bekliyorum.
-Tamam geliyorum hemen.
Ben heyecanlıydım, ama Cemre benden daha heyecanlıydı. Telefonda sesi öyle geliyordu. Heyecanlı bir şekilde beklerken Hünkar’ın girişinde, birkaç metre ötemden açık mavi renkte, dizlerine kadar uzayan bir elbiseyi giyinmiş bir kadının yaklaştığını fark etmiştim. Düz kahverengi saçlarını acayip bir şekilde arkasından topuz yaptırmış, hafif pembe tonlarda da yüzüne makyaj yapmıştı. Düşündüğüm gibi kuaföre gitmişti zavallı kız. Orta boylarda, normal kilosuyla gözlerimle süzdüğüm Cemre’den, ilk bakışta hoşlanmıştım. Ama bu hoşlanışım devam edecek miydi, merak ediyordum.
-Orhan Bey…
-Cemre Hanım… Hoş geldiniz…
-Hoş bulduk…
-Garip bir buluşma ama büyükler işte!
-Hah hah, tabi, annemin ne kadar zorladığını bir bilseniz.
-Geçelim mi içeriye?
-Tabi…
-Buyurun…
Cemre’ye annemin beni ne kadar zorladığını söylemek istemiştim, ama sonradan vazgeçmiştim. Daha ilk bakışta, böyle bir dengesizlik yapmak istemiyordum. Konuşkan biri olduğum için, esasında işim rahattı, ama iş nereye uzanacaktı, bilemiyordum.
-Güzel bir Bursa günü, değil mi?
-Evet… Aynen dediğiniz gibi. Âşık olduğum şehirde güzel bir gün.
-Siz de mi bu şehre âşık olanlardansınız?
-Bu şehrin tılsımında hissiz durmak kolay mı Cemre Hanım?
-Tabi, tabi de, şu aradaki sizli ifadeyi bir kenara bırakalım istersen. Daha rahat konuşuruz, olmaz mı Orhan?
Cemre benden daha aceleci çıkmıştı. Ama açıkçası rahatlamıştım. Her şey istediğim gibi rahat ilerliyordu.
-Nasıl istersen canım.
-Bursa’da kaç senedir yaşıyorsunuz?
-Yirmi yılı geçti vallahi. Siz?
-Siz derken, yoksa ben mi?
-Pardon, bakma bana lütfen. Arada saygısızlık etmek istemiyorum.
-Ne saygısızlığı? Rahat olalım, yoksa bir şey konuşamayız.
-Bende de aceleci çıktın, desene?
-Biraz öyleyimdir vallahi, ne yalan söyleyeyim.
-Hangi burç, yoksa başak mı?
-Aaa, nasıl bildin? Evet başak burcum. Nasıl bildin gerçekten?
-Biraz alakam vardır burçlara…
-İnanmıyorum, gerçekten mi?
-Evet…
-İlk defa bir erkeğin böyle burçlara meraklı olduğunu görüyorum.
-O benden kaynaklanıyor olabilir.
-Nasıl yani Orhan, anlamadım?
-Ne alırdın, bir şeyler içelim, devam ederiz konuşmaya. Olur mu?
-Sen ne alacaksın?
-Sen ne alırsan, fark etmez.
-Çay alalım ya, aç karnına fazla gitmiyor kahve filan.
-Aç mısın?
-Yalan söylemeyi fazla beceremem inan ki!
-Bir çay içip kalkarız o zaman. Arabayla istersen Mudanya’ya gideriz. Senin için bir
problem olmazsa?
-Aaa ne olacak canım. Hem bugün de tatildeyiz, değil mi? Sen nerede çalışıyordun Orhan?
-Otosansit’e yakın bir yerde arkadaşla ortak bir firmamız var.
-Aaa ne güzel!
-Sen de Nilüfer’de, neredeydin?
-Hımm, ben Şentürkler’ de çalışıyorum. Pazarlamada.
-Çok güzel. Ev de yakındı sizin oraya sanırım.
-Yakın ya! Bu arada Orhan, böyle konuşuyorum. Fazla tanımıyoruz birbirimizi, rahatsız
olmuyorsun değil mi?
-Yok canım, daha iyi. Konuşabiliriz her şeyi.
-Ohhh! Sevindirdin beni inan. Teşekkür ederim.
-Rica ederim canım.
Cemre’ye ısınmıştım. Gerçekten hoş bir kızdı. Konuşurken de tatlı tatlı gülümsemesi, rahat rahat konuşmamızı sağlamıştı. Çayları içtikten sonra, arabayı park ettiğim yere kadar yürümüştük. Rahatsız etmeyecek kadar hafif bir parfüm sürmüştü üzerine. Burnumun iyicene alıştığını hissediyordum. Arabaya binip, Mudanya’ya gitme fikri aklıma nereden gelmişti, ben de anlayamamıştım. Cemre’nin hayır dememesi beni rahatlatmıştı. Yolda giderken birbirimize daha fazla ısınmaya başlamıştık. Gözlerinde ki gülümsemeleri ara sıra yoldan gözümü çekip ona baktığımda görebiliyordum. Çok ince ve zarifti. Özellikle konuşmasının sıcaklığı, benim için yol gösterici olmuştu. Annem haklı çıkıyordu galiba.
Yıllardır buraya hep tek geliyordum. Mudanya, İstanbul aşkımın bir ulağı gibiydi. Sahilde saatlerce tek başıma gezdiğim, ıssız bir bank da denizin dalgalarına gözlerimle daldığım günleri anımsamıştım. Çok özeldi burası benim için ve Cemre’nin zevkime ortak olması sevindirmişti beni. Meral Abla’nın yerine doğru yürürken, Cemre’nin hüzünlendiğini fark etmiştim. Soru sormaya korkuyordum, ama dayanamıyordum da.
-Seni üzen bir şey mi oldu Cemre?
-Yok, yok Orhan… Sadece duygulandım da. Deniz bana bunu hep yapıyor.
-Gerçekten bir şey yok değil mi?
-Hayır hayır, gerçekten yok. Denizli ortamlarda duygulanırım ben hep ya!
-Desene bendensin…
-Hadi yaaaa…
-Evet…
-Seninle iyi geçineceğiz galiba…
-Bilmem…
İkimizde son sözlerimizi söylerken gülümsemiştik. Cemre rahatsız olmamıştı benden, kısacası onun da hoşlanma faslını geçmiştik. Artık zaman, benim yapacaklarımla beraber şekillenip, bize yol gösterecekti.
(ÖYKÜ BURADA BİTMİYORDU. AMA BU KADAR UZUNLUKTAN SONRA KESMEK ZORUNDA HİSSETTİM KENDİMİ. EN AZ BİR BU YAZININ YARISI KADAR DEVAM EDİYORDU ÖYKÜ. DAHA DOĞRUSU ÖYKÜDEN ÇOK, OLAY ÖRGÜLERİ İLE BERABER SERİ ROMANA DÖNÜŞÜYORDU. SABIR BENİM İŞİM DEĞİL. OKUYAN HERKESE TEŞEKKÜR EDERİM :)) )
YORUMLAR
Hakkın Sesi biliyormusun, uzuni oğlumda böyle benim,anne ben büyüdüm, sokakta bana çocuk muamelesi yapma diyor... Geçende sokakta komşu kadın yaşını sormuş, yirmi üç demiş, banada sormazmı! yirmi bir dedim, birde bana kızmazmı, acele büyümek istiyor... Sanki başı göğe erecek.. Anneler hep çocuk sanar yavrularını, onların gözünde çocuktur insan hep, eline sağlık mutlu kal
Sultana katılıyorum, yazı oku beni diyor, gayet akıcı, ama lütfen annenize yaşlı kadın demeyin.Hem yaşlı olsa o kadar işe nasıl koşturacak!
Ah gençler ah! Kendileri büyüyüp adam olunca sanki anneler yaşlı olmak zorunda.
Size takılıyorum tabii...Benim oğullarım yaşlı kelimesini hiç kullanmazlar, a şunun şurası kaç yaşındayız, diiiimi...
Selamlar, tebrikler, okuması çok keyifli bir seri.
Annem aldı başını gitti.:) Ne kelimelerine ne de tavırlarına yetişebilir hızım. Benim takatim kalmadı, kendine güvenen şöyle gelsin.
Bayılıyorum şu diyaloglara, abartsızı ve çok bizden. Tebrikler, kutladım.
AAAAAAAAAA
İsteriz ! İsteriz !
Neyseki tam zamanında bitirdin yoksa bayılacaktım:):P
Şu annene yaşlı kadın demene sinir oldum.Ne bu ya...Hemde her cümlede.Aaa olacak şeymi.Tek eleştirdiğim nokta bu.
Sonraki her şey güzeldi.Şükür rüya çıkmayacak:)
Bende bir Bursa aşıkı olarak anlıyorum sizi..
Şimdi Bursada olmak vardı anasını satim:)
Başarılar/ tebrikler kardeşcazıma...