- 804 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
konteyner
(BBC muhabirlerinin Doğu Afrika’da kıtlık kurbanlarıyla yaptıkları röportajlardan esinlenerek yazılmıştır.)
Köyden çıkalı beş gün olmuştu. Afua günlerdir oğluna dil döküyordu, "yürü" diyordu, "Dadab’a gideceğiz, orada yemek var, sana yemek yedireceğim orada, yürü haydi" Faize, Afua ve köyün yaşlılarından biri kafilenin gerisinde kalmışlardı. Afua kucağına bebeğini sarmış, sırtına da battaniye ve su kabını bağlamıştı. Kızlar yaşça daha büyüktüler, aylardır daha iyi direnmişlerdi ve şimdi de annelerinin ardından yürüyebilecek güçteydiler, ama Muhammed. O hep ağlamış, hep ağlamıştı.
***
Kampanya etkili olmuştu. İşadamlarından da bağışlar gelmeye başlamıştı. Kısa mesaj, banka hesap numaraları derken ilk gemi yola çıkacaktı bugün. Konteynerler bağlanmıştı, vinçler hazır bekliyordu. Özel kalem müdürü başkanın yanındaydı, konuşma metnini gözden geçirdiler. Öğretmen kenarda bekleyen öğrencilere, dövizleri dağıttı, ne zaman kaldıracaklarını tekrar tembih etti. "Tamam mı çocuklar ?" dedi heyecanla. "Tamam öğretmenim" dediler hep bir ağızdan.
***
Faize 20 yaşındaydı. İç savaşın çıktığı sene doğmuştu. Okulu bilmezdi. Ninesinin öğrettiği sureleri bilirdi, Resulullahı, İmam Şafii’yi bilirdi. Yağmur mevsimini, musonu, inek sağmayı, ekin ekmeyi, ekin biçmeyi bilirdi. Bebeği doğalı bir yıl olmuştu. İlk aylarda annesi gülünce gülen, eliyle annesinin parmağını kavrayan bir bebekti, zaman geçtikçe geriye düşme belirtileri gösterdi, başını tutamadı, yatakta sağdan sola dönemedi, anlamlı bir ses çıkaramadı. Faize bütün bu eksikliklerin farkında değildi. Ne de olsa köydeki bütün anneler sütsüz, bütün bebekler zayıftı, bütün başlar sapının taşıyamadığı kara birer kabak gibi yana devrikti. O sadece, içinde bir yerlerden gelen, kimsenin öğretmesiyle olmayan bir bilgiyle, anne olduğunu bilirdi. Bu örtüye sarılı bedenin, bu çırpı bacakların, çöpten kolların, şişmiş karnın ve bu kara kabağın onun olduğunu bilirdi. Arada bir gayrete gelip yukarıya çevrilen, annesinin yüzünü arayan bu sarı gözler onundu. Ve göğsüne yaslı tüysüz bir kanat gibi çırpınan bu yürek onundu.
***
Bakanın konuşması bitti. Toplu fotoğraf için harekete geçildi. Çocuklar ön sıradaydılar, protokol arka sırada. Kameramanlar daha iyi görüntü almak için onar kiloluk kameraları iyice yukarıya kaldırdılar. Çocuklar dövizleri açtılar. Flaşlar patladı. Herkes gülümsedi.
***
Muhammed toprağa oturdu. Afua elinden tutup çekti, ama o kalkmadı. Yola çıktıkları ilk günlerde annesinin kucağına gelmek için yalvarıyor ağlıyordu, ama şimdi hiçbir şey demiyordu Muhammed, öylece duruyordu. Bıraksalardı da şu kızgın güneşin altında, kuru otlar ve karınca yuvaları arasında öylece otursaydı. Afua çocuğun kolunu kavradı, onu sürüklemeye başladı. Muhammed külçe gibiydi. Çıplak bacakları toprağa sürünüyor, dikenler derisini yırtıyordu. Acı duymadı Muhammed, yalnızca çok yorgundu. Muhammed’in yükü Afua’yı geriye çekiyordu, dengesi bozuldu, yere düştü. Faize, bir Afua’ya bir çocuğa baktı. Tekrar kalktı Afua. Yaşlı kadın çoktan öne geçmişti. Uzaktaki kafileyi gözden kaçırmamaya çalışıyordu.
***
Vinç çalıştı. İlk konteyner havaya kalktı. Geminin yüklenmesi bir saatten uzun sürerdi. Özel kalem müdürü programa göz attı, "şimdi çıksak bu trafikte toplantıya ancak yetişiriz efendim" dedi başkana. Önce başkan, sonra bakan beraberindekilerle limandan ayrılırken: "Hayırlı olsun" dediler birbirlerine. Haberciler ve gazeteciler de dağılmaya başladı. Daha montaj yapılacaktı, ana haber bültenine yetişecekti görüntüler. "Kaptanım ne zaman Darfour’da olur gemi?" dedi bir gazeteci. "birkaç güne varırız" dedi kaptan. "birkaç gün..."
***
"Bırak" dedi. Yaşlı kadının mor dudakları arasından gedikli bir sıra sarı diş görünüyordu. Yüzü açıklı koyulu siyahlarla kırış kırıştı. Gözleri tozdan ve güneşten iyice kısılmıştı. Afua her şeyi denemişti, sırtına almış, yanına katmış, yürümesi için yalvarmış, kolundan tutup sürümüştü. Gidemiyordu işte daha fazla. "zaten ölecek" dedi yaşlı kadın "bırak onu" Kızlardan biri yerden bulduğu bir otu ağzına götürdü. Öteki iyice uzaklaşan kafileye bakıyordu. Muhammed yere oturmuştu, dizi kanıyordu. Kirpiklerine bir karasinek konmuştu, biraz gezinip uçtu. Gözleri iyice büyümüş, her şeyinden daha büyük olmuştu sanki. Annesine baktı kaldı öylece. Afua bıraktı elini Muhammed’in.
***
Günbatımında Akdeniz açıklarındaydı gemi. Konteynerler kuru gıda doluydu, ilaç, bebek maması, temizlik malzemesi, battaniye, kap kacak doluydu. Darfour’a demirleyeceklerdi, konteynerler açılacak, kutular kamyonlarla Dadab’daki kampa ulaştırılacak oradan da ihtiyaç sahiplerine dağıtılacaktı.
***
Günbatımında Dadab’a 40 kilometre uzakta bir ağaçlıkta mola verdi kafile. Faize sırtını bir taşa yaslamıştı, bebek kucağındaydı. Gözlerini kapadı Faize. Düğününü düşündü. Pilav ve helva yenmişti o gün. Sarı ineği düşündü, çayırda ölüsünü bulmuşlardı geçen ay. Bir ses geldi bebekten, adına ağlama diyecek kadar güçlü olmayan bir ses. Faize su verdi bebeğe. İçti bebek, sonra diğer yana devrildi başı. Tokluğu bilmezdi Faize, yeşilken yenen baş tutmamış buğdayı bilirdi, zehirsiz otları ve ağzı kanatmayan ağaç yapraklarını bilirdi. Yarın yine yol vardı. Yürümeliydiler, yemek için, ekmek için yürümeliydiler. Soluna baktı Faize. Kızlar annelerinin dizinde uyuyorlardı. Susuyordu Afua, bal rengi gözlerinde gün ölüyordu.
YORUMLAR
Farkında Olmalı İnsan…Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.
Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen…
Henüz Bebekken ‘Dünya Benim!’ Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı
Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların ‘Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum
İşte!’ Dercesine Apaçık Kaldığını
Fark Etmeli.
Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.
Duyarlı yazını için teşekkürler... Yüreğinize sağlık...
cizgilikagit
Yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Çok hüzün verici ,gerçek bir yazıydı.Cümleleriniz yaşattı bana oralarda yaşanan dramı,Allahım yardım etsin inşallah....
cizgilikagit
Yorumlarınız için tekrar teşekkürler.