- 993 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Ahh !... Memleketim ( 2 )
1970.İlkbahar.Ben,ağbim ve geri planda fotoğrafçının oğlu Tahsin görülmekte..:)))
Karyolalarımız tam karşımızda duruyor. Yan yana...
Koyu renk olduğuna bakmayın, hakiki ceviz haa!.. Yıllara meydan okumuşlar.Bizi hiç üzmemişler.
Annem yeni havalandırmış turuncu saten yorganımın yünlerini.Yeni işlemiş çuvaldızla baklava desenlerini. Ben üstünde oyun oynarken serin serin.
Kaz tüyü yastığım.
Tam “bir yastıkta kocamak" için yapılmış sanki, hem de çift kişilik. "Küs" yastıklar henüz icat edilmemiş.Lakin, biz o kanaviçe desenlerinin arasında değil, "küs" yastıklarda kocadık.
Kâh üstünde sıçramış,kâh söküp kaydırak yapmışız karyolalarımızın kalın tahtalarını.Hem de o daracık odanın bize göre" lunaparklar dan geniş" sonsuzluğunda.
Bazen;
Komşu oturmalarında anlatılan, cinleri, perileri, hırsızları aramışız altında uyumadan önce. Bulamayınca cinleri, perileri, hırsızları, korkumuz gülümsemeye dönüşmüş, göz göze bakışırken muzipçe. Annemiz elinde sopa, kahramanımız olmuş en önde. Cesaretimizi sınardık bazen en öne geçerek biz de. En iyi yer ortadır ama, en sağlam yerdir.
Hiç karşılaşmadık kendileriyle. Ablam bir gece çarşafla hayalet olup bizi korkutuncaya kadar.
Hepimiz o karyolalarda uyumuş, ilk rüyalarımızı görmüşüz.
Sahi siz hiç çocukluk rüyalarınızı hatırlar mısınız?
Ben hatırlarım...
Önce annemin bize ezberlettiği uyku duasını okurduk;
“Allahume Binnur, neburi kemesur,seksen bin ayetin kürsi, etrafımda dursun. Allahım! Hayırlı sabahlar aç”. Bu Türkçe karışık dua bizim ritüelimiz idi. Sonra uyumaya çalışırdık. Bir odada dört kardeş.
Ablam sorardı bana “ Uyudun mu ?” diye, ben “evet” derdim… Gülüşürdük…
Annem;“uyuyun artık çocuklar” diye bize kızardı...
Bir daha hiç uyuyamadık anne!... Dördümüz , dört kardeş aynı odada…En büyük abim zaten hiç yoktu. Doktorluk okuyormuş İstanbul´da. Babam keza, hep geç gelirdi Hatila´dan…Kolay mı beş çocuğu okutmak. Ulan bari biriniz okumayın, adam bir nefes alsın!..
Hepiniz üniversite bitirdiniz de ne oldu. Sanki "Türkiye’yi kurtardınız"!..
Keşke hep konuşsaydık sabaha kadar anne !
Ahh ! Keşke…
Nasılsa sende katılacaktın biraz daha konuşursak bize. Genç kızlığını anlatacaktın; Nafiye teyzemle rahmetli Kazım ağbinin aşkını. O taş kovuğuna koydukları mektupları...At üstünde senin gelin gidişini...Babamın Tam üç yıl askerlik yaptığını...
Eski türkülerden söyleyecektin taş plaklardaki gibi...Dedemin küpteki altınlarını anlatacaktın...Küçük dayım Nusret´i çocuk yaşta nasıl kaybettiğinizi...Nazım amcayı ve ömrünün baharında bıraktığı yetimlerini, gencecik öğretmenken...
Bak! Hiç birini unutmadım anne...
Hepsini ezberlemiştim oysa. Bizim çocuklar büyüdü de hiç birini bile anlatamadım...Bir gün okurlar belki anne ve baba oldukları vakit.
Ben senin yanına gelip, sana sarılıp, ağlayacaktım hüzünlü gerçek öyküleri dinledikten sonra...
Sen " niçin ağladığımı " soracaktın...
Bense bu soruya hiç cevap vermeyecektim...
Niçin ağlıyordum biliyor musun anne?
Sana bir şey olursa ben ne yapardım?.
Ya Sen!.Sen ölürsen, ben ne yapardım?...
Evet anne, ben oğlun kendim için ağlıyordum... Sana bir şey olursa ben ne yapardım?...
Söz...
Sana bir şey olursa ağlamayacağım.Bir tek sen göreceksin içime akan göz yaşlarımı...
Bir tek sen duyacaksın yıldızlardan bakarken iç hıçkırıklarımı...
Sana iyice sokulup susardım sonunda anne.Gözlerim ağlamaklı... Uykuya dalardım.
Uyumadan önce gözlerimi kapayınca uzayın sonsuzluğunda uçardım hep biliyor musun?
Altımda binlerce parlayan yıldız olurdu hep.
Ve ben yukarıdan
düşerdim ,
düşerdim,
düşerdim o yıldızlara ...
Gözümü açtığımda gün çoktan ağarmış olurdu.
Rüyalarım mı ?
O hafta sinemada hangi filmi izlediysem, oradaki kahraman.Hangi çizgi filmi izlediysem o karakter, hangi çizgi romanı okuduysam, istediğim kişisi ben olurdum.
Bazen kızılderili idim,bazen Malkoçoğlu. Bazen Çelik Bilek, bazen Tommiks. Bazen Viki, bazen Peter.
Kızılmaske, Tombraks, Yüzbaşı Volkan. Kunta Kinte, Falkonetti.Ceyar bile olmuşluğum var sizin anlayacağınız. Ceyar’ı bile özleyeniniz var mıdır?
Ben çocukluğumun hatırına özledim vallahi…
Dışarıda bir bağırtı!
Çocukluğum salya sümük ağlamaklı. Yine kafası yarılmış taşla bir mahalle kavgasında.
Akıllanmayacak bu çocuk.İyi olmuş, hep en önde gitme sende…Kaçınca sizinkiler, sen yalnız kalıyorsun. Bu kaçıncı be oğlum? Kafanda kırılmadık yer kalmadı.Ayaklarında keza, yara, bere, kesik izleri…
Üç yaşındayken, Çorçiller’in evin üçüncü katından kafa üstü yere “kamikaze” dalışından beri zaten fazladan yaşıyorsun!...
Kafada on beş santim kırık, karpuz gibi. Sağ ayak terse dönmüş, tam ortadan kırık.
Dua et ağibine, kucakta yetiştirmişti seni hastaneye.
Tıp talebesiymiş o sıralar ağabeyin. Sene 1970...Şimdi yaş olmuş kırk beş... Ağlamaya bile zamanın olmamıştı… O gün ölseydin kim bilecekti ki seni bu gün. Senin de bir gün doktor olacağını, hatta bu yazıyı yazacağını? Sen o gün ölmediğin için yaşayan kaç çocuk, kaç insan var biliyor musun? Her şey biri biri ile bağlantılı şimdilik sen bunu bilmiyorsun.
Korkma yaşayacaksın !
Şimdi doğru hastaneye git.Kendi dikişini kendin attır.Yine uyuşturmayın de !.At havanı!.
Akraba oldun zaten Devlet hastahanesi acil çalışanları ile...
Yakışır benim koçuma be…
Böylece sol şakağımdaki izin sebebini de yeniden hatırlattığın için sağ ol.Hemde canlı yayın.Kaşındaki izi biliyorum.
Süleyman Ustanın oğlu taksici Necdet, kar kürerken yanlışlıkla kürekle kırmıştı.
Necdet dedim de;
Şümşür ninenin kirazının beşinci katında kiraz yerken sen, yedinci kattan düşen bu Necdet’in hayatını kurtarmıştın.
Dal kırılmıştı hani…
Tam senin üstüne düşmüştü de, bu Necdet’in hızı kesilip bir dala tutunmuştu.
Az daha eşek cennetini sen boylayacaktın onun yerine…
Bu Necdet’ten uzak dur iyisi mi...
Çocukluğum hastahaneye yolladıktan iki saat sonra dönüyor aramıza…
Bildik yarasına bakıyorum. Kafasını okşuyorum.Fındık dikiş yapmışlar.Aferin kim dikmişse iyi dikmiş. Gözlerim, gözlerime bakıyor. Tek fark benimkiler yorgun biraz, bir de onun kadar temiz bakamıyorum artık etrafıma.Yanağında ki kan lekesi tam temizlenmemiş.
Mutfaktan ekmeğin yarısını kırıyor, içine dolduruyor kaynamakta olan etli taze
fasulyeden..
Doğru maça…Sanki hiç bir şey olmamış gibi...
Resul´lerin evinin önündeki tek kale maç sahası, iki lojman arasındaki o daracık boşluğa…Yani o geniş toprak stada!...
Bende acıktım şimdi.!
Güzel olur bu ekmek arası, benden söylemesi.Denemelisiniz bir kez olsa da. Tek şart; çok suyundan koymamaya çalışın, onun kendi suyu yeter.Benimde canım çekti şimdi yine eskisi gibi, özlemişim.
Anneeee!!!...
"Bana da ekmek arasıne etli taze fasulye versene !!!"
Annem beni duymuyor.
Annem beni görmüyor.
Ben yokum ki!.
Rüzgarım ben,sadece rüzgar!...
Yıllar sonra sıcak bir yaz günü çocukluğuna esen bir ılık rüzgar...
O , çocukluğuma sesleniyor;
" Oğlummm !!!. Doğru dürüst yemek yesene , hem yanağında kan lekesi var.Çabuk gel elini yüzünü adam gibi yıkayıver "...
Annem gözlerimin önünde beni yeniden büyütüyor...
Canım ANNEM...
Ekmeğin kalan kısmını ikiye bölüp, aynısından yapıyoruz gençliğim ve ben.
Balkona çıkıyoruz...
Ne kadar lezzetli olmuş bu yemek. İlk damak tadım, o yemeğin en güzel hali.
Kedimiz etin kokusunu aldı. Pıst yapıyorum. Kuyruğunu sürtüyor bacağıma şımarıkça...
Aman Allahım o bizi görüyor.
Nasılsın kedi?
Beni tanıdın mı?
Bak!.. Yeniden buluştuk geçmişe çevirmişken zamanı...
Gel yanıma otur biraz neler yaptın görmeyeli, nerede ve nasıl öldün?..
Hadi anlat bana...
Bir hamlede atlayıp sedire yanımıza ...............................
.....................d.e.
ahad..
YORUMLAR
Çok uzun zamandır ilk defa bir yazı beni bu kadar duygulandırdı. Gözlerim doldu. Çok şey hatırlattı çalışmanız. Son derece samimi bir anlatım. Hele içinde "anne" geçmiyor mu? Kime hitap ettiği karışık. İsteyene der gibi. Teknik olarak nerede bakamadım bile. Duygusu yetti alıp götürmeye. Önemli olan da bu değil mi?
Bir kez daha kaleminize hayran ayrılıyorum sayfadan.
Saygılar.
ahad karacan
Saygılarımla...