ANILARIM
Gökyüzünü bulutlar kaplardı. Renkleri değişik olurdu bulutların.
Arkasından fırtına koptuğu olurdu. Yağmur.. sağnak. Bardaktan boşanırcasına. Cisil cisil. Sakin ve huzur verici gelirdi çocukluğuma.
Rüzgara karşı
DOĞUM
1953
Ağustos’un son haftası
Doğduğum kutsal bir gün. Cuma.
Dedem, uzaklara, nahiyeye namaza giderken akrabası Haçça karıyı görür. Ona, torunu olduğunu, adını Cuma koyduklarını söyler de… Kadın bu isme sıcak bakmamaktadır. Bakmamaktadır, çünkü kocası tren kazasında ölmüştür. Adı da Ali’dir. Asker dönüşü, evine ulaşamayan İmam Ali’nin ismini verirler bana.
Nahiyeye geldiğinde muhtara: “Oğlum Ahmet’in bir oğlu oldu, adını Ali koyduk.” Der.
Ve muhtar, böylece beni defterine düşürür.
*
1958
Şehirden halamın oğlu geldi. Dedemin evinde, dış cephenin korkulularına oturdu. Biz çocuklara şeker verdi. Sonradan öğrendiğime göre: Askerlik öncesi dedesini, ninesini ve akrabalarını ziyarete gelmişti. 1938 doğumlu olduğunu biliyorum. Ki, o zaman 20 yaşında olduğu varsayımı ile köye geliş yılı ortaya çıkıyor. 1958 yılında gelmiş ve ben 5 yaşında imişim.
Daha öncesini de hatırlıyorum. Bir kış günüydü. Dışarıda metrelerce kar vardı. Kar, evimizi yerle bir etmişti. Dedemlerle aynı evde kalıyorduk. Teyzem, evin sağ tarafına kardan adam yapmıştı. Tahmin ediyorum ki, teyzem o zamanlar 12/ 15 yaşlarındaydı. Sonra kara bazı şekiller de vermişti. . Mesela kardan ev. Çok sevmiştim kardan evi. İçine girmiş ve saatlerce kalmıştım.
Çok öncesini de hatırlıyorum. Yaz geceleri sıcaktan korunmak için odanın dışında yatıyoruz. Bir kaplumbağa bana musallat oluyor. Ben ağlıyorum.
“Geldi.” diyorum.
“Ne geldi?”diyor anam.
“Kaplumbağa.” diyorum.
Anam kalkıyor, rahatlamam için yorganın içine bakıyor.
“Yok, diyor, kaplumbağa gelemez..” diyor
Anamın sözü beni rahatlatıyor ve uyuyorum.
*
Nenem, perhiz yapardı. Genellikle sıvı çorbalar pişirir, içine kızartılmış ekmek doğrardı. Çok severdim bu özeş yemeği. Bana özellikle verirdi. Beni diğer torunlarından üstün tutardı.
*
Dedemin evinin 60 metre kadar batısına ev yaptırmaya yeltendi babam. Burada, yapılan evimizin yakınında çadırda kaldığımızı hatırlıyorum. Babam, “Aladan’ın Kozu” dediğimiz yerin yakınlarından dereden taşlar getirdi. Bir gün sırtındaki taşı indirirken topuğunu ezmişti.
*
Bir yaz günü. Temmuz ayının son günlerindeki sıcak günlerden birini yaşıyoruz.
Dedem’in bahçesinde bir yemiş türü var ki, erken olgunlaşır. Gür ağaçlı bahçeye bir kedi sessizliği ile daldım. Ağaçların arasından uzaklaşarak erken olgunlaşan ağaca çıktım. Ev görünmüyor. Dedem’in sesiyle birlikte ince ve uzun daldan düştüm. Ağladım ve gerisin geri uzaklaştım. Çocukluk bu ya, dedem’den korkum nedendi? Düşüşüm tepem üzerine idi. Yaram aylar sonra iyi oldu ama izi hep kaldı. Yara yerinde kılların döküldüğünü ve buraya cevizli hamur vurduklarını, içinden iltihabın boşaldığını hatırlıyorum. Aylarca (sanırım bir kaç sene) kafamın burasında kıl bitmedi. Düşünüyorum da, bu düşüşümün zekama engeli oldu. Belki de yarı yarıya.
Lisede (ben İ.H.Lisesi okudum) sene kaybetmeme, daha doğrusu sınavlara iştahsız hazırlanmamın ve bütünleme gününe gelmememin nedeni bu düşüşüm ve sonrasında vuku bulan unutkanlığımdı. Lise ve üniversite yılarında hastalığım belirgin hale geldi. Dersi bir/iki defadan fazla okuduğum da beynimin uyuşukluğunu ve dayanılmaz zonklamanın ensemden başladığını duyardım. Ancak çalışmayı bıraktığımda sakinleşir ve sonrasında huzura kavuşurdum.
Yıllar sonra baş dönmesinin zuhuru ile meydana çıktı belirtisi. 2000’li yılların başlarında 6 ayda bir, sonraları daha sık yani ayda bir olurdu baş dönmelerim. 2009/Ağustosunda tamamiyle ortaya çıktı.
NENEMİN ÖLÜMÜ
Artık yeni evimizdeydik. Bir sabahtı. Sanırım güneş doğmadan önceydi. Kardeşlerimle yatıyorduk. Belki de bir kardeşim vardı o zamanlar. Anam, merdivenden çıktı ve bana sarıldı. “Nenen yok artık kime nene diyeceksin” diye ağladı.
Kuşluk sonrası, definden önce cenazenin yanında dedemle oturdum. Dedemin:”karı yok artık” dediğini hatırlıyorum.
Dedemi daha sonra kaybettik. 1964 yılında. Dedemin gezmelerini, cebinde şeker taşımalarını, cumaları uzak köylere gitmelerini hatırlarım.
---------------
OKULA BAŞLIYORUM
Küçük olduğumdan gelen öğretmenler kaydetmemişlerdi.
Okul açılalı 1 ay olmuştu. Öğretmen benim de gelmemi söylemiş. Bayram elimden tutarak 3 kilometre uzaktaki okula götürdü. Yolda jandarma ile karşılaşınca korkmuşum ki, bayram; “korkma” diye teselli etti.
5 yılın sonunda, “Şehre bir okula gidecek misin” diye sordu öğretmenler.
Ben “ hayır” dedim.
DERE
Derenin köprüsü. Köprünün çevresinde şimdilerde olmayan ancak yeri belli olan ağaçlar vardı. Çınar ağaçları. Aşağısında da söğütler, dikenli bükler. Burası yaz kış yeşillikti. Girmek imkansızdı. Ahmet, benden büyüktü. Buradaki ağaçlara çıkar sallanır, kendine göre türküler uydururdu. Ahmet, türkülerini “Ayşe” türküsüne uyarlardı. Sonunu değiştirir, “ağaca çıktım ağaç sallandı.” İle bitirirdi.
Derenin köprüsü her kış yenilenirdi. Zor da değildi yeni köprü yapmak. Köylüler üç’beş büyük ağaç keserler dağdan. Sonra da karın donduğu bir sabah ağaçları sürükleyerek indirirlerdi. Dereninğzın, bulanık sularının iki çevresine karşılıklı yerleştirdikleri kayalar üzerine bu mertekleri uzatırlar ve üzerine insanın ayağı kaymasın diye tatta parçaları çakarlardı.
Bahar aylarında köprü sellere karışmış yok olmuş olurdu. Derenin suyu sıcaklarla beraber azalırdı. Artık kışa kadar köprüye de gerek kalmamıştı. Osman amcamın ve bazı köylülerin çabalarıyla suyu iyice çekilmiş olan dereden yol yapılmıştı.
Baharın ortasında köyümüze aptal dediğimiz adamlar gelirdi. Bunları her bahar dört gözle beklerdik. Aşina olmuştuk. Çocuklarıyla beraber dereye inerdik. Derede önüne set yaptığız göletimiz vardı. Çocukluk bu ya, önce çamurlu sularda boğuşur, sıcak kumlarda debelenir, akabinde boyumuzu aşan göletimizde bir güzel yıkanırdık. Sonra da ılık suda aptal çocukları arkadaşlarımızı suya batırırdık. Arkasından şaka şaka derdik. Vakkaslı’nın çocukları bizimle pek oynamazdı. Arkadaşlarımız arasında çeşitli mizaçlara sahip olanlar vardı. Mesala, sonradan ‘Çavuş Abi’ dediğimiz Yunus (bizlerden büyük olsa da ) fazlasıyla gururluydu. Sorulmadığı zaman konuşmazdı. Cincik Ahmet orta halde mızıkçı, İsmail bu özelliği daha fazla taşıyordu. Remzi içimize seyrek gelirdi. Mustafa (Şaşoğlan ) kimseyle muhatap olmazdı ama kurallara uyardı. Bayram öylesine. İdris ve kardeşi Taslak dediğimiz Selami şaka ile karışık yalanı fazla söylerdi. Şaka ve yalanlarında inandırıcı idiler. O senelerde ender radyo bulunan evlere sahiptiler. Babaları Serpek ülke habeleri müptelası olduğundan ülkede olup bitenleri İdris’ten öğrenebilirdik. Bayram’larda da radyo vardı. Yaz aylarında radyoyu evlerimizin arasındaki tepeye getirir, akşamları verilen ana ajansı dinlerdik. Genelde yaz akşamları köyümüz serin olurdu. Radyo aramızda tepedeki ardıç ağacının duldasında haberleri dinlerdik. Bu tepeden köyün bütün güzellikleri görünürdü. Yeşiller arasında kalmış evler. Karşıda İmamlı evleri, yukarısında Muhacir evleri ve iki Nacarlı evi. Daha yukarılarda köyün camisi ve yolun üzerinde Vakkaslı evleri. Sonra kalkan başımızı indirir, önümüzdeki Ahmet Hoca’ (babam) ın sakin evini, yine karşıda, fakat ilerde Çavuş abinin babasının ve dedesinin evini görürdük. Osman ve Mehmet amcamın evi hemen altımızda. Aşağıda, ağaçlar arasına gizlenmiş kadı Mehmet’in evini çıkarmak zor olurdu. Yakınında Zekeriya’nın ve Oh Oh Koca dediğimiz Hanefi Amcanın evi…
LİSE
Birkaç ay gecikmeli İ.Hatip Lisesine kaydoldum.
Gençlik yılarımı verdiğim bu yıllardan huzur içinde çıktım.
Edebiyatla uğraştım. İl genelinde ve Ülke genelinde olmak üzere katıldığım 2 şiir yarışmasından da 2 incilikle ayrıldım.
Bazı kişilere soruyorlar.
Kesinlikle şimdiki hayatlarından memnun olmadıklarını, bir daha dünyaya gelmiş olsalar, yeni bir yaşam tarzı düşlediklerini söylerler.
Benim böyle bir düşüncem yok. Özellikle okuduğum okuldan memnunum.
ÜNİVERSİTE
1975 Yılında Gaziantep Müftülüğündeki görevimden ayrılarak kaydolduğum Hacettepe Üniversitesine yıllarında yine huzuru yakaladım.
Burada unutanayacağım, değerli arkadaşlarımla tanışıyorum.
Mehmet Bozkurt, Turgut Aydın, Faruk Uysal, Adnan Tekşen, Ahmet Şirin,
Üniversite dönüşü Diyanet İşleri Başkanlığında kısa bir süre kaldıktan sonra Çalışma Bakanlığı bünyesine, oradan da SSK’ya geçtim.
Bu Kurumda çalışırken 2001 yılında eşimin amansız hastalığı nedeniyle Adana’dan döndüğümde SS Doğukent Konut Yapı Kooperatifinin Yönetim Kurulu üyeliğine seçildim.
DÜĞÜN
NİSANBİR
Bir yıl sonra, bana sıkıntı çektirecek bir oğlum oluyor. Faruk.
İlkokula başladığında üstün zekalı olduğu belli oluyor. Hasta olduğunda bile ilkokul öğretmeni, “ müfettiş geldi, beni kurtarsın” diye Faruk’u evden aldırıyor.
Ortaokulu bitirdiğinde özel bir liseyi kazanıyor. Mülakattan da tam not alıyor. Okullar açıldığında “gitmem, fen lisesine gideceğim.” Diyor. Liseye başlamadan, geçmiş yıllarda çıkan üniversite sorularının tamamına yakınını yapıyor
Nisan /1979.an üniversite sorularının tamamına yakınını yapıyor.
EMEKLİ OLUYORUM
2005 Yılının baharında SSK İl müdürlüğündeki görevimden emekli oldum. Aldıgım emekli ikramiyesi çok bereketli oluyor. E. ikramiyesiyle bir ev üyeliüi, 2 kişi dini görev yapıyoruz ve param artıyor. Şimdi olsaydı bu parayla birinci şıkkı dahi yapmama imkan yoktu.