Göydağ’da Yağmur Yağdı Gözlerime
Haziran 2011 Büyük Kımılı köyünden Göydağ yaylasına gitmek için sabah erkenden yola koyulduk. Üç saat, yol boyunca uçurum kenarlarından, taşlı yollardan, koltuklarımızda sıçrayarak, ayaklarımız yerden kesile kesile, ve sanki atlı karıncalardaymışız gibi, kahkahalarla devam ettik. Ben arabanın taşlı yollarda limitin üzerinde hızlı gitmesine alışık olmadığım için, minibüs her an devrilecek diye arada bir korkuyordum. Yol boyunca doğanın el değmemiş muhteşemliğini izlemek ise bir başka keyifti ! Yemyeşil ovalar, tepeler ve dört bir yanın çevrili olduğu dağlar tüm görkemliği ile bizimleydi ; gittikçe yükseklere çıkıyorduk. Temiz ve pâk hava tebessümle esiyordu genizlerimizde ve nihayetinde yaylaya varmıştık…
Yayla, tüm muhteşemliği ile gözlerimizin önündeydi. Allah’ım bu ne güzellikti ! Gözlerim, bedenim, ruhum inanmıyordu bu harikuledeliğe ! Dört bir yanı dağlarla çevrili ve yatay şeklinde yukarıdan aşağılara doğru edalı gelin gibi süzülerek kurulmuştu yayla. Her yanı yemyeşil, hiç görmedimiz çiçekler ve beyaz papatlarla kaplıydı. Kuş ekmeği dediğimiz yenilir bitki ise hiç görmediğim şekilde yorgan gibi örtmüştü toprağı ve toprak sanki ev sahipliğini yalnızca kendisi üstlenmiş gibi, kapılarını sonuna kadar açmıştı. Kayalar yer yer birlik olmuş, tepeler ise grup grup sal taşları bağırlarına basmış, adeta anıtlaşmışlardı ! Taşların arasından bile rengarenk çiçekler fışkırmıştı. Silim soğanı her yerde mis gibi kokuyordu !
Orta yerlerde dağlardan kar suları ve kaynak suları birleşerek çaylar oluşturmuştu. Çayların kıyıları ise yarpız, su sandalı ve daha adını bilmediğim bir çok bitkilerle kaplıydı. Çayın hemen yanında esger (asker) bulağı, soba borusu takılarak kaynak suyun akmasını sağllıyordu. Buz gibi nefisti su ! Tanrı’nın bizlere sunduğu bu armağan, keşfedilmek için duruyordu. Gökyüzü tam başımızın üzerinde, elimizi atsak dokunacak gibiyiz. Yer yer bulutlu, yer yer güneşliydi.
Karşı taraflara baktığımızda isyana muktedir başı ile Eleyez dağı, ve yanı başında ufacık kalmış diğer dağlar… Onlar bile sanki bizimleydi. Dağların döşünde yer yer, üzeri tozdan karalmış, ama altında dumur dumur kar taneleri… Hayvanlar dağların sinesine yayılmış, vakur duruşları ile otlayışları, doğanın muhteşemliğinde mutluluklarını yansıtıyordu! Atlar rüzgârla yarışıyorlardı sanki ve ilk defa toplu halde atların koşmalarını izlemiştim hayranlıkla !
Güneyden rüzgâr ılık esiyordu. Yüzlerimizi hafif bir tebessümle okşarken, notalarını bilmediğim şarkılar mırıldanıyordu. Ta uzaklardan, hiç bilmediğimiz yerlerden gizemli sözler fısıldıyordu. Rüzgârın içindeki gizemi keşfediyordum. Rüzgârla birlikte Lilipar bulağına doğru ilerlerken ; yayla sanki bir başka bedene bürünüyordu. Ah Lilipar ! Koca koca kayaların arasından halay çeker gibi kaynıyordu. Üzeri ise Lilipar çiçekleri ile sarı ve yeşil renklerinin ahengiyle kaplıydı. Eksi beş derece soğuk suyu merhem gibiydi !
Doğanın muhteşemliği bitmiyordu izlemekle… Yaşamak doyasıya ve günlerce…
Ve tam orta yerinde Göydağ’ın, sal taşlarla insanların kurdukları tek bacalı evler vardı. Evlerin yanında yine taşlar üst üste yığılarak kocaman alanlı, hayvanların yatacakları yer olan ağıllar. Mihriban abam’ın tandırı ve peynir yapışı ise başka bir doğal güzellıkti. Misafirperverlikleri anamdan kalma değerleri hatırlatmıştı bana Nafiye abamı, Fatma halamı hatırlatmışlardı… Ev ahalisi hepisi birden hürmet etmeğe çalışıyorlardı. Eski değerlerimizden hiç bir şey kaybetmemişler, doğanın muhteşemliği ile bütünleşiyorlardı…
Benim hayatımda yer alan ve varmak istediğim tüm güzellikler Göydağda hakîmdi. Her şey öylesine muhteşemdi ki, oraları bırakıp gelmek beni endişelendiriyordu. Bizi yine bağrına basacağını söylüyordu Göydağ. Bir daha ki sefere, bekle beni melodim, yine geleceğim sana !
Göydağ haziran 2011
Sevgili Özbek
YORUMLAR
Herkes yazamaz..Ama siz çpk güzel yazmışınız.
Çok çok beğendim.
Kocaman tebrikler..
Anâdolu
tekrar tesekkürler ve selamlar...