- 1133 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
POETİKA// Sanatsal Yaratı Üstüne Fikir Uçuşmaları (IV)
İNTERNETTEKİ İKİ OZAN/ŞAİRDEN POETİKA SESLERİ
POETİKA
“Poetika” sözcüğünün kökeninin, eski Yunanca’daki “poesis” sözcüğüne dayandığı varsayılıyor. Poesis, “Yapma, kurma” anlamına geliyormuş.
Antik Yunan’da, tiyatro yapıtlarının dili olarak olarak şiir, yaşamın sürekli içindeydi.
Ülkemizde, kimini görece ayakta, kimini ise pek çok ören yerinde yıkık dökük gördüğümüz anfitiyatrolar, o zamanların yaşamına bugün de tanıklık ederler.
Poetika sözcüğüne, ilk kez, İ.Ö.300’lü yıllarda yaşamış olan Aristotales’de rastlarız.
Aristo, Poetika adlı yapıtında, o zamanlar, tiyatro aracılığıyla günlük yaşamın ayrılmaz parçası olan şiir üzerinde düşünür. “Şiiri güzel yapan nedir, şiir bilgisi nedir?” diye araştırır.
Aristo’dan sonra, Horatius şiir sanatını inceler. Horatius’tan sonra, 1674 yılına değin bu konuda yazılmış yapıt varsa da bugüne ulaşmamış.
Avrupa, Rönesansını yapıp da klasisizmle birlikte, sanatçılar, geçmişin, Antik Yunan’ın izlerini bulmaya başlayınca şiir sanatıyla ilgili sorular da tekrar gündeme gelir.
Üçüncü bilinen ve önemli poetika, Fransız Boileau(1674) tarafından yazılır. Avrupa yazınında, Boileau’nün ardından, her döneme, akıma ait pek çok poetika yazılır. Rus yazınında Mayakovski’nin poetikası ünlüdür.
Bizim yazınımızda ise poetika üzerine düşünce üretme Tanzimat’tan sonra başlar. Namık Kemal, Ziya Paşa, Muallim Naci, daha sonra Servet-i Fünun, Milli Edebiyat dönemlerinde de kimi sanatçılar, çeşitli yazılarıyla görüşlerini dillendirirler.
Şiir üstüne düşüncesini genişçe ve bağımsız bir yapıtla ilk kez ele alan Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Edebiyat Üzerine Makaleler adlı yapıtı bu konuda yazın tarihimizde bir ilktir.
Tanpınar’dan sonra poetika konusunda basılı yapıt vermiş sanatçılar olarak, Salah Birsel, İlhan Berk ve İsmet Özel’i biliyorum. Özel’den sonra yazan varsa burada dile getirmediğim için şimdiden özür dilemem gerekir.
İKİ İNTERNET OZAN/ŞAİRDEN POETİKA SESLERİ
Yazınsal Yaratı Üstüne Fikir Uçuşmaları dizisinin önceki bölümlerinde, şiirin temelinde, ozan soluğunun yattığını, ancak insanlığın bugünkü güzelduyu(estetik) ve bilgi birikiminde vardığı noktada, salt soluğun yeterli olamayacağını anlatmaya çalışmıştık.
İnsan, Ses’ten Söz’e/sözcüğe geçtiğinde, Söz’ü bilinçle ürettiğinde, donattığında, çoğalttığında yavaş yavaş şiir de oluştu. Söz, boy attı, genleşti, iç seslerini, şarkılarını oluşturdu ve sınır tanımaz oldu.
Söz, insanın sesinde, dilinde, tininde, aklında yaşam bulur ve çoğalırken, insan da varoluşunu kavradı. Bu olağanüstü bir kaos ve olağanüstü bir düzendi. Hem ulu, kutsal bir ayrışma, hem olağanüstü tümleşme ve alışveriş...
Söz’ün tılsımına en yakın insan, Ozan’dı. Büyücüydü, otacıydı, şamandı, kamdı. Çünkü
Ozan, o görkemli, gizemi çözülmez evrenin, yeryüzündeki izdüşümüydü, kutsaldı. En işe yarar söz ondan çıkardı. Canlar ve ölüler ve ölümler ondan sorulurdu. O, zanaatkâr ve sanatkârdı, şarkıcı ve çalgıcıydı, seçilmişti ve seçkindi. Kabilesinde, oymağında tekti.
İşte o günlerden, bugünlere gelindi. Onlar el verdi ozan/şaire.
Sevgili okur, benim “şiirde, güzelduyu (Estetik) yaratıcılığının gizemi” diye tanımladığım poetikaya dönelim.
Anlı şanlı poetikaları bulup okumak olası. Ben sizlere internette şiirleriyle tanıştığım iki ozan/şairin, güzelduyu yaratıcılığı sürecini, bunalımını, sancısını nasıl yaşadıklarını kendi dillerinden aktarmak istiyorum. İşte adeta poetika. Birlikte izleyelim:
Şiir ve İd’den
“Birdenbire bastıran zorlu bir rüzgar gibi, boran gibi, fırtına gibi, sessiz yıldırımlarla gelir... İlkin parıltılar... Ardından ışıklar... Hareler, bildik kıyılara çarpar, öncesiz kıyılara yankılanır, sonrasızlığa sürüklenir...
(Esin, ozan-evren ilişkisi... Esriklik başlıyor./V.Sevil)
Derken, yine anların eklem noktalarından ses, ezgi, anı ve görümler düşer. Yine alacalı ebrular kıpırdanır, halkalar iç içe yayılır. Derken yeniden parıltılar, yeniden sessiz yıldırımlar, bir de bakarsın ki, düşlem titreşimleri kayan yıldızlar gibi art arda patlar...
(Evren, ozanın içinde. Yoksa ozan mı evrene karıştı? Tanrım, söz geliyor...Ve müzik, resim.../V.sevil)
Nereden gelir nereye gider bilemezsin, anlayamazsın. O yıldızlı tınılar sürükler, savurur, fırlatıp atar gönlünü, özlemlerin, gölgelerin, ve umutların sonsuz sahillerine.
(Labirentlerdeyiz...Nerdeyiz?../V.Sevil)
Kazadan kurtulan yolcu gibi, bilinmeyen kıyılara varırsın. Çakımlar canını yakar, büyük çınlamalar, uğultular oluşur ruhunda. Beynin ve yüreğin yırtılacak gibi olur.. Çakımlarla yıkanır, arınırsın. Artık vardır, tek, Sen ve O: Ego değil, İd’ sindir.
(İd’sindir...Sınır yok...Denetim yok.../V.sevil)
Evreni açılmış görürsün. Tanrı sana bakar. Evrensel Tanrı... Kozmik eli senin üzerindedir. Bunu hissedersin. Bilirsin. Tek o bakar sana . Seni gördüğünü, seni izlediğini sezersin.
Çünkü, tek o okur şiirlerini. Saklı yüreğinin en gizli acılarını, en kutsal özlemlerini o bilir. Sen öyle değerlisindir ki bilemezsin. Ama o şiirlerini ezbere bilir. Saçlarına dokunur, seni kucaklar, kollarında tutar, rahat ve huzurlu uykularda emzirir seni. O hep bebek halinle seni sever. Ve seni hep öyle görür. O’nu sevmesen bile, bil ki, daha dünyalar kurulmadan çok önce, o hep seni sevmişti. O’na inanmasan bile, o sana inanır.
(Nereye, nasıl bir yaklaşma bu böyle?../V.Sevil)
Büyük sessizlik olur. Büyük yalnızlık olur. Beethoven gibi alkış seslerini işitemezsin. Bir melek elinden tutar ve yüzünü yeryüzüne döndürür. “Çok uzak yüzyılda bin yıl süren gün” tamamlanır.
Hiçbir şey görmez, hiçbir şey duymazsın. Esrik yüreğin sendeler. Yumak yumak birbirine geçmiş, kenetlenmiş, düşünceler, düşler, hülyalar, o fırtınadan geriye kalan tınılar, uğultular bakarsın kağıda dökülmüştür: İşte o şiirdir.
(Doğum...Evrenin, varoluşun en büyük gizemi.../V.Sevil)
..........şiir belki de id’in en büyük ödülüdür.
İşte bu nedenle olsa gerek, şair aynada kendini gördüğü gibi şiirini dışarıdan, dıştan göremez. Çünkü o şiirin içindedir, şiir de onun içinden çıkmıştır. Onun için en zor şey şiiri yorumlamaktır. Çünkü şiir binbir başlı Lerna Hydrası gibidir. Asla tümden çözümlenemez, bilinemez, yok olmaz ve ölmez.”
Şiir ve İd- Hulki Can Duru/İzedebiyat.com.
İşte ozanın içsel yolculuğu, yaratı süreci...İnsanın en derinlerindeki canlının, en çıplak ve dizginlenmez halinin şiir sanatını doğuruşu, söze bürünüşü...Kaos...Sınırsızlık...
Peki, şiir, salt id’in izdüşümü olabilir mi? Ozan, binlerce yıldır iyice olgunlaşmış ben ve üst beni, çiğneyebilir ya da yok sayabilir mi?
Sanırım, burada şair devreye giriyor. Duyguyu; kendi seçimine, çağının dayatmalarına göre ya içe yönlendirerek, bunalımı başat ve süregen kılarak işliyor ya da dışa yönelterek, toplumunun, çağının sorunlarına açarak, sınırları orada zorlayarak, orada o içsel acının kapsama alanını genişleterek daha ötelere ulaşmak istiyor. Ortaya çıkan iç-dış ve biçim-öz ilişkisinde/çelişkisinde, en uygun ve güzel çözümü üreten, kesişme noktasını yakalayan da ozan/şair oluyor ve sanırım ölümsüzleşen ozan/şairi ölümsüz kılan da bu beceridir.
H.C.Duru, şairin, bilginin devreye girişini, işçiliğini, emeği anlatmamış yazısında. Belki, eleştirmenler ya da iyi şiiri arayanlar çözsün, dedi.
Şimdi de yaratı sürecini, bir başka ozan/şairin satırlarında ve dizelerinde izleyeceğiz:
Ben Sana Demedim mi Olric’den
“İğnedenliğinde bir avuç minyatür kuşlar vardı hanım kız, hangisini batırsan tenine acımazdı bedenin.Gülerdi biri, gülerdi diğeri, ama bilmezlerdi acılar havzasında çoktan yol almış ruhunun kuşları rotasız kelimelerdi, Ağlardı biri, ağlardı diğeri, bilmezlerdi yine nereye gider içindeki yolculuk ,ömrün zincirinden boşalmış yelkovan gibi ekseninde dönüyorsun değirmenlerin. Emanet şiirler tiryakiliğinde un olup akıtıyorsun yazdıklarını.
(Hanım kız, iğnedenlik...Kadına biçilen rol...Bakın nasıl batıyor iğneler. Acılar havzasında yol alan kuşlar...Rotasız kelimeler...Boşalmış yelkovan...Un olmak/öğütülmek acının değirmeninde...Denetimsizliğe doğru, sınırsızlığa...Akmak.../V.Sevil)
Lambayı neden söndürdün Olric!.Şu lanet olası lamba dedim ,neden odayı karanlığa gömdün. Görmüyor musun kağıdın üstüne metaforlar karalıyordum. Beyin boşalması diyorum. Şu lanet olası karanlıkta karıncalar beynimi oyuyor.
(Karıncalar beynini oyuyor...Üstben(Süperego) çıkamıyor devreden, rahat bırakmıyor. Kadın olduğu için mi bu denli rahatsız edici üstben? Sahi neden kadın ozan/şair azdır çağlar boyunca?../V.Sevil)
(Ben sana demedim mi Olric?)”
(Ama Olric’i kovamıyor. Neden?../V.Sevil)”
...........-Hayır susmayalım Olric, içimizdeki delileri boşaltalım odanın ortasına, kurgulayalım.
(Delileri boşaltmak...Kurgulamak...Ozan, şairi /cevheri işleyeni mi çağırıyor? /V.Sevil)
Lacivertiğnedenlik// Edebiyatdefteri.com
.........................
Ruhumdaki Taylar’dan
“kalbimin çeperlerinde ölüm
abdestsiz hüzünler sarmaladı yelelerimi
tanrı emzirmedi çocuklarını
geri çekti düşleri
birikti tutsak kuşlarım
gözlerimde külrengi su
kum saati aktı gecenin derinliğine
(Derinlerin, en derinlerin kendine çekişi...Uyku yok...O, uçmak isteyen bir tay...Henüz izin yok. Ne acılı bir süreçtir bu, bu ne sancı?...Bu ne kendine sığamayış...Ya sizin sancılarınız?...Kıvranıyor musunuz?../V.Sevil)
.........................
“ruhum çimenlerin şarkısını duydun mu?
beni çağırıyor sonsuzluk
doğuya mı gideyim
güneş doğurdu kendini her defasında
yoksa kuzeye mi düşeyim karların ortasına
(Duyumsayan, düşünen her insandaki yalnızlık, kaçma, kabına sığamama, isteyip de söyleyememe, ulaşamama...Ama böyle dile getirmekten yoksunluk...İşte şiir ben oluyor, ben de şiirim, ozanın dilinde...Lacivert’in dizelerinde bütün bu duyguları en derinlerimizde duyumsarken, kendi şiirinin sınırlarına sığamayışına da tanık oluyoruz./V.Sevil)
“ruhum atla çılgın taylara
al beni uçur yelelerinde
yol al kendince rüzgâra doğru
(İkircimlenmeler, baskılar dindirmiyor özgürlük ve sınırsızlık özlemini...Yeryüzü dar ona ve şiire...Pegasus O, kim koyarsa koysun sınırları aşmalı, başka çare yok/V.Sevil)”
Ruhumdaki Taylar//lacivertiğnedenlik-Edebiyatdefteri.com
İşte şiir, işte yaratı ve tıkanma anları... Sıçrama, aşma isteği...
“Onun için en zor şey şiiri yorumlamaktır. Çünkü şiir binbir başlı Lerna Hydrası gibidir. Asla tümden çözümlenemez, bilinemez, yok olmaz ve ölmez.” diyor, Hulki Can Duru.
Doğru elbette..
Ozan kendi sınırlarını ne denli aştı, kendi derinliklerine ne denli indi?..Yeryüzünü ne kadar dolaştı, neler gördü?..Evrenle tümleşmede katedilen yolda hangi duraklarda?..
Okurun derinliklerine inmede hangi duraklarda?..Okur ozanı içselleştirmede hangi sığada?..
Uygarlaştıkça ozansal sezgi artıyor mu, eksiliyor mu?
GELECEKTE POETİKA
Zamanda geriye doğru gittiğimizde, ilk toplumlarda sanat ve sanatçılar en tepelerdeyken ve saygınken, karanlık çağ dışında, küreselleşme adımları atılana, 1970’lerin ortalarına değin varlığını duyumsatan bu saygınlık, neden hızla gerileme yok olma sürecine girmiştir?
Uygarlaştıkça ozansal sezgi artıyor mu, azalıyor mu?
Acaba hâlâ uygarlaşma denilen bu süreç, her değerde olduğu gibi hızla, sanatı ve sanatçıyı metalaştırıyor mu?
İletişimdeki sınırsızlığa karşın, dünya neden artık her alanda büyük sanatçılar yetiştiremiyor?
Neden, felsefe neredeyse ölüm döşeğinde?
Neden, metalaşmayı reddeden gerçek, tanrısal/evrensel sanat, dışlanıyor, engelleniyor, yerlerde sürünmeye mahkum edliyor?
Kuzey Afrika ve Ortadoğu kan gölüne dönerken, Vietnam savaşında dünyayı ayağa kaldıran aydınların yerini, TV kameraları ve koruma ordularıyla gezen, yapay Afrodit Angelina Jolie’lerin alması nasıl bir rastlantıdır?
Yarınlar, duyguyu, sezgiyi hepten yitirmiş, robot ya da robotlaşmış sanatçılara mı gebe?
Matrix...
Sanat; hızla, istendiğinde bir anda yok edilebilecek bir sanallığa itilmek suretiyle, insanlığın deney, bilgi, kültür aktarımının yolu mu tıkanmak isteniyor?
Sevgili okur, yoksa torunlarımız, robotların kurgulanmış poetikasını mı inceleyecek?
Bol bol soru sorup düşünmek ve yanıtları bulmak dileğiyle sevgiler...
18.06.2011
Vildan Sevil
YORUMLAR
yazar ve şair / ozan arasındaki bağ,yazar nasıl bakar şiire ,şiirle nasıl empati kurar ,yazar ve şair kucaklaşması.
...
Şiir ozanın ve şairin usunda sınırı aşan sayılı çok sesli düşünme gücüyse,filizof da ozanın hayal dünyasını derinlemesine izleyen anlayan ve düşünen başka bir penceredir.Ozan ve filizofun beraber algılaması ,değerlendirmede can bulur. Mısralar ve buluşmalar anlam kazanır.-Filizof dille en güzel,en ölçülü düşünen,en yerinde düzeni koyan,ozansa bu dille en iyi konuşan,en güzel söyleyen bir yaratıcıdır-Doğanın çekirdeği filizofun yüreğindeyse şiir can bulacaktır doğru yerlerde../ teşekkürler sevgili Vildan hocam..
lacivertiğnedenlik tarafından 6/23/2011 8:10:31 PM zamanında düzenlenmiştir.
vildansevil
Sevgiler...