- 1417 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
SANCILARA DAYANABİLMEK REÇETESİ
esrarlı dizgilerle aklını uyuşturmak değil amacım.Ya da keşkelerle çelik çomak oynamak...
Unutamadığı bir şarkıyı alelade mırıldanır ya insan, yerli yersiz hatırlamadığı bir sebep
çalkalanır durur zihnin peykesinde ve hiç irdelemeden söylemektir hani en iyisi bildiğince
ki; sadece güfte vardır da tırmanırsın gerisine!..
Yağmur kesilse de hani çatlaklardan sızar bir müddet daha yamaç akıntıları, kurumaya asılmış çamarşılardan eski kir izlerini kurtarmak, ortama alışan ama işgale başkaldıran damlamalarla yazıyorum sana...
ister boş bir şişeye doldurulmuş nefes say, ister rüzgâra karşı konuşan dilsiz bir yâd! veya gökkuşağına karşı
manasız değil de manası az kör lehçeler savuran, aması bol bir masal...
tamamen yanmadan sönmek üzere olan bir muma sıkı bir nefes
ol, yırt at istersen okumadan, istersen oku bandırası sönük gözlerle içine sindirebildiğin kadar...
bunları sana geceye parmak uzatmış bir ikindi saatinde, ve gölgesi karanlık bir pazartesi vaktinde yazıyorum.
insanların kibarlıktan mı yoksa ’karanlık korkusundan’mıdır bilinmez ’iyi geceler’ demeyi adetlendiğini bilerek
ve sana ’iyi geceler’ dilemeden, umarım sabah okursun diyerek yolluyorum...
insanı, ısrarcı duaların faydasız aminleri ne kadar bahtiyar eder bilemem ama; suyu tükenmiş ve güneşten kurtulup geceye
saklanmayı susuzluktan eftal sayan bir bedevi gibi, kara gözlerden kaçarken, naftalinlenmiş bir dolaba hapsolmuş güve
hasletinden olacak bahsim.
’Bana gel’ demeden özlemi anlatmak belki amacım. Belki de ucu açık acıları atlatmak olacak o özlem üzerinden.
her hâlükârda bir suçlu atletinin olası ıslaklığı ürkekliğimi terletirken. Ne av olmanın önemi var ne vurmak bir hidayeti.
Sağlamasına çok kere şahit olduğum bir şey var ; geriye dönük iki el kalır sadece! tedavülü unutulmamış iki el ateşten,
iki yetim kol...
Tekerin aklını çelen çomak olmak da değil niyetim.Doğru akıl yürütemediğim anlarda düş arası fırlamalarıma çare kılıflamak ya da...
Aslında, anlamanı beklemediğim öyle saçmalıklar sapanlıyorum ki bu aralar. Şehadet parmağımı sallarken sayıkladıklarımı
küfür sanman gibi mesela. Nasıl anlamanı beklerim ki; başımı emme basma tulumbalar gibi doğu batı gezdirirken
kaybının darasını hâlâ beynine yerleştirememiş bir zihni! Nasıl bilebilirsin ki; alışkanlığın aşktan çaldığı ve
defedemediği tek misafir özlemdir hani. İşte sen de öyle say, bu geceyarısı çalıp kaçtığım zili!..
Senin de suçun var demesem dayanamazdım belki, uyku tulumuna girmeyi reddedip perde arkasına saklanmış gözlerin tacizine , ıtırı hâlâ kesilmemiş kifayetsiz sonelerden
bana seslenir gibi verdiğin suflelere! günlerini kaybetmiş ayların öksüz senelerine. Boncuk boncuk düşen çiy gibi
aklıma üşüşmene. İşte ’çok özledim’demenin versiyonu en kuvvetli söylemi ne ise...
Adı hissini bastıran şeyleri unutur insan.Canı yanar ama bulamaz bazen nerededir irin.
Ve farkındayım giderek yaşlanıyor sesim!...
Ne kadar sonunu bildiğim bir film gbi olsa da, yine kalın örgülerle geçiyorsum ister istemez o yerlerden.
ister istemez turşusu bol biri soğansız balık ekmek tutuşuyor elime. Ama hoşnut duygular parkı değil artık kalabalıklar.
Ne üşümüşsündür diyen oluyor ne atkısını sana saran. Ne de yağmurda ıslanmış bedenine şemsiye tutan. Alışıyorsun ama zamanla
Bir müddet gariplik bende mi acabaladıktan sonra. Sonra düşüyor önüne yaralı bir güvercin gibi. Düşüyorsun kırılgan fayların böğrüne atıyorsun kendini.
Üzerine aldığın mevsimsel aldırmazlıktan bu! dayanılmaz hafiflik sekmeli önemini kaybetmek, hem de tek kelimeyle...
Yaşlı adam huysuzlanmaları da bebek mızmızlanmaları da öksüz halbuki! Kimsenin umuruna değmediği de öyle acı ki...
Ve bir o kadar da büyüdükçe küçüldüğünü özlemek. Dahası gereğince değil hiç sevilmemek... Ne kadar uzun topuklu
edebi cinaslara boğsan da asıl bu söyleyemediğin önemsenmemişliğin özlemle karışık acı kolaj hali.
Buz gibi soğuk su da serbest şimdi, donmuş kola da; karışan yok korkma! istediğin kadar zıkkımlan...
Turfanda meyveler gibi kamaşırken dilin damağın, giyindiğin zaruretin fakirliği.Hele üzerine düşen alınganlık da
hediye. Bir zamanlar üzerine titrediğin rüzgâr, şimdi izmarit kokulu akşamlarla bir olup seni titretmekte...
Sahipsiz koltukların bile ezbere bildiği o, bulmaca boşlukları sıkarken boğazını; en çok özlemin hasreti sıkıştırdığı
puslu anlarda parmak uçlarında kalkıyorsun dansa! yorgan altı tam siper dalıyorsun uykusuz karanlıklara. Ve saymıyorsun bile artık
ne kadar alacaklısın kaçak kiracılardan.
Geçen bir kitapta okudum yaşamak reçetesi için lütfetmiş yazarı ’ sancılara dayanabilmek sanatı’!
Ve yine sana atıf etmek düştü istemsiz sağlama anında!
Sancılara dayanabilmek!
.
.
.
Sancılara da yanabilmek!
Peki, ben yaşıyor muyum hâlâ sence!..
ToprağınSesi