Eski savcı /çarpıcı açıklamar
Paylaşılmaya değer buldum. ilginize.
"Kıyamet Kadınları" kitabının yazarı, eski savcı Gültekin Avcı’dan çarpıcı açıklamalar. İzdiham.Com’dan Selin Yankı’nın yaptığı röportajda, Mit, Jitem, Pkk, Kadınlar var.
26 Kasım 2007 14:34
Yazı boyutunu büyütmek için
Selin Yankı: Karanlık işlerle başlayalım, bu oldukça cesur bir kitap. Bu cesareti kimden aldınız?
Gültekin Avcı: Hakikat bildiklerinizi söylemek ve yazmanın bile cesaret olarak görülmesi ilginç. Gerçeklerle kolkola yaşamak her daim şiarımız olduğu için tarzımız böyle. 15 yıllık Cumhuriyet Savcılığı görevini de bu şiar ve düsturlarla icra ettim. Şükürler olsun ki, geriye baktığımda pişmanlık duyduğum hiçbir şey yok. Alnım ak ve gönlüm asude.
Selin Yankı: Fethullah gülen cemaatine olan yakınlığınız hangi boyutlarda ve cemaatleşme hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gültekin Avcı: Gözleri ötelere bakan bir insan olma mücadelesindeyim. Maveranın soluklarını hep ensemde hissederim. Fethullah Gülen cemaati ile bir bağlantım ve yakınlığım olmadığı halde neden bu tür bir tavsifte bulunuyorlar bilemiyorum. Kimi çevrelerde de Haydar Baş grubu ile bir bağlantım olup olmadığı sorulmuştu. Enteresan. İslami yelpazedeki tüm cemaatlere elbette ki saygılıyım. Hak yolda yapılan her hizmeti alkışlamak ve hakikatli manevi soluklara saygı duymak düsturumdur.
Hakikate giden yollar farklı olsa da ulaşacakları mahal aynıdır. Demokratik tavrın gereği de budur. Her şeye rağmen ben inançlı bir insanım ve ebediyet özlemi taşıyorum. Her siyasi ve sosyal yelpazeden de dostlarım mevcut. Kişi muhtelif kulvarlarda olsa da mühim olan hakikat yolcusu olması. Bu önemli benim için.
Selin Yankı: Asker – derin devlet- sistem ilişkisinin tehlikeli sularında yüzüyorsunuz? Ayağınızı kaydırmalarından suikasta uğramaktan korkmadınız mı?
Gültekin Avcı: Bir suikast teşebbüsü zaten oldu. Ama demek ki vademiz henüz dolmamış. İsabetsiz bir mermi. Yıllarım hep yakın korumalarla geçti. Korkaklar ömürleri boyunca belki bin kere ölürler ama cesurlar ölümü sadece bir kez tadarlar. Ölüm korkusu insanı hakikat mücadelesinden geri bırakacaksa lanet olsun öyle hayata. İnsan önce kendi fikir ve inançlarına saygı duymalı. Yıllarım muhtelif sebeplerle ölen insanların cesetlerini incelemekle geçti. Her kuşaktan ve her sosyal sınıftan insanlar. Otopsi masalarında sessizce yatarlar. Hiçbir şeye itiraz edemezler. Yaşarken görülen haksızlıklara itiraz etmemek gerçek ölüm. Misyon ve mesuliyet şuuru ile yaşamamak gerçek ölüm. İşte ölüler bunlar.
Selin Yankı: Bir röportajınızda Hakkari , Şemdinli, saldırılarının temelinde askerlerin özel harp tekniklerinde istikrarsız olduklarını dile getirdiniz. Şırnak olayı için de aynı şey söylenebilir mi? Yedi askerimizin hapse koyulması hakkındaki fikriniz nedir?
Gültekin Avcı: Gerek askeri istihbaratımız ve gerekse özel harp birimlerimizin bölgede operasyonel hakimiyeti mevcut değildi bu zamana kadar. Askeri istihbarat her zaman olduğu gibi hala zayıf ve başarısız. Bunun sebebi askerin istihbarat faaliyetini profesyonel ve ehil bir şekilde yapamaması. Bir ülkenin askeri istihbarat faaliyeti, yıllardır devamlı ülke içi hedeflere kilitlenmişse, devamlı iç düşman takibi yapmışsa ve her daim kendi insanını irtica ve laiklik yaftasıyla takibe almışsa elbette ki hakiki mecrasından uzaklaşır.
Şırnak ve Hakkari hadiseleri de aynı minvalde. Elbette ki askeri istihbaratın zafiyeti söz konusudur. 200 kişilik bir terörist grubun sınırı geçmesi başka türlü izah edilemez. İstihbarat faaliyeti kendi hedefleriyle hemhal olduğu ölçüde ve sivilleştiği derecede başarı kaydeder. Bizim en geniş istihbarat yelpazemiz askeri istihbarat olmasına rağmen en büyük fiyaskolar da yine askeri istihbarattadır. Sivillerin,başbakanın ve Cumhurbaşkanının ne askeri istihbarat faaliyetinden ve ne de özel kuvvetler komutanlığı faaliyetlerinden haberi olmaz. Genelkurmay ne kadar bilgilendirme tenezzülünde bulunursa o kadar bilirler.
Askerlerin tutuklanması ise bence şaşırtıcı değil. Bu tutuklama Türkiye’nin gerek terör örgütü ve DTP, ve gerekse dünya kamuoyu karşısında prestijini ve terör örgütü karşısındaki kararlılığını pekiştirmeye yöneliktir.
Selin Yankı: Sizce Türkiye gerçekten bir hukuk devleti midir?
Gültekin Avcı: Şu aşamada hukuk devleti değildir. Ümitsiz bir şekilde Hukuk devleti olmaya çabalıyor. Hukuk devleti olma istikametindeki en büyük engel Genelkurmay korkusu ve kaygısı. Siyasiler bu kaygı ve korkuyu üzerlerinden atamadılar ve atamıyorlar. Gerçek bir hukuk devleti için gerekirse klasik bir ihtilali bile göze alabilecek cesaret ve inisiyatifte liderler gerek. Şemdinli komedisi ülkemiz açısından yüzyılın skandalı. Ferhat Sarıkaya yüzyılın hukuk mağduru. Bu ülkede Genelkurmay Başkanı, Emniyet Genel Müdürü gibi gerektiğinde bir gecede değiştirilemediği veya görevden alınamadığı sürece hukuk devletinden bahsedilemez. Ulusalcı çevreler ordumuzun böylece siyasete alet edildiği ve siyasilerin bu tür tasarruflarla bulunmasının orduyu yıpratacağı itirazında bulunabilirler.
Ben de derim ki, bir Genelkurmay başkanı değiştirilse veya görevden alınsa yerine getirilenin yıldızlarını başka bir devlet mi taktı, o yeni gelen general değil midir, o da bu milletin yetiştirdiği komutanlardan değil midir? Emniyet Genel Müdürü değiştirilince Emniyet hizmetleri aksıyor mu veya yerine gelen genel müdürlük yapmıyor mu? Milletin seçtiği temsilcilerin en tepedeki bürokratı dahi rahatça değiştirebilmesi ve bu konularda inisiyatif sahibi olması gerekmektedir. Zira devlet milletindir, millet devletin değil.
Selin Yankı: Askerin ülke yönetimindeki fazla yetkileri yıllardır konuşulan bir gerçek. Sizce askerin bu kadar etkin olması gerekli midir?
Gültekin Avcı: Askerin bu kadar etkili olmasının modern demokrasilerde nasıl algılandığı ve yorumlandığı AB ilerleme raporlarından görülmüyor mu? Her raporda askerin ağırlığından şikayet ediliyor haklı olarak. Demokrasilerde Genelkurmay başkanları seçilmiş liderin kapıkuludur. Sivillerin kayıtsız ve şartsız emrindedir. AB ve ABD’de olduğu gibi. Demokrasinin en kritik şartı askerin sivile tabi olmasıdır. Ama Türkiye maalesef demokratik değil. Cumhuriyet ama militarist bir cumhuriyet. Bir Genelkurmay Cumhuriyeti. Oligarklarını generallerin oluşturduğu bir oligarşi. Türkiye’de militarist ağırlık devam ettiği sürece hiçbir sahada hakiki bir tekamül ve terakki olamaz. Generaller ülkeyi yönetme ve politika yapma sevdasından vazgeçmeliler. Siviller de Genelkurmaya yaranma sefaletinden. Askerin yönetimi iyi olsaydı, seçimlere gerek kalmaz veya generaller arasında seçim yapmak icap ederdi. Türkiye’de irtica yok ama varsa bunun mucidi Genelkurmaydır. Türkiye’de sivil şeffaflık ve sivil toplum yoksa bunun sebebi de Genelkurmayın sivil siyaset ve toplum üzerindeki baskısıdır.
Selin Yankı: Türkiye’ deki terör eylemlerinin tek amacı gerçekten Kürtlerin safdışı bırakılması mıdır?
Gültekin Avcı: Böyle bir şey söylenemez. PKK’nın son zamanlardaki aktivitesi ve saldırılarında hedeflenen senaryonun Kürt-Türk çatışması olduğu bir gerçek. Ayrıca PKK ve DTP tüm Kürt kardeşlerimizi temsil etmediğine Kürtlerin saf dışı bırakılması söz konusu olmaz. BOP çerçevesinde balkanizasyon politikası hayata geçirildiğinden ülkenin etnik parçalanması hedeflenmiş durumda. Irak’taki kaos ortamının Türkiye’de de hakim olması isteniyor. ABD’nin Irak’ta asayişi ve istikrarı sağlamak gibi bir niyeti olmadığı halde herkes ABD’nin Irak’ta batağa saplandığını iddia ediyor. Halbuki ABD’nin amacı Irak’ta istikrar sağlamak değil ki. ABD kaos ortamı istiyor. Kurt puslu havayı sever. Bu şekildeki anarşik ve istikrarsız ortamlar ABD için hayat sahası. Türkiye’de de aynı senaryo sahneye koyuldu.
Selin Yankı: Pkk seçilmiş terörist bir örgüt müdür?
Gültekin Avcı: PKK seçilmiş terör örgütü değildi son zamanlara kadar. Ama hassas zamanlarda yaptığı son saldırıların seçilmiş-güdümlü terör eylemleri olduğunu söyleyebiliriz. Zira son eylemleri PKK stratejisi ile uyumlu görünmüyor. Toplumda ciddi infiale sebebiyet verdi. 2004 yılından bu yana PKK için kiralık tetikçilik yaptığını söyleyebiliriz. ABD’nin Irak’a yerleşmesiyle PKK direkt güdümlü hale geldi. Dağlıca saldırısının bölgeye hakim olan ABD ve İsrail istihbaratının bilgisi dışında yapıldığını söylemek mümkün değil. Echelon, E3 Sentry Awacs ve KH-11 teknolojisinin dünyadaki tek sahibi ABD.
Selin Yankı: Mit güçlü bir istihbarat teşkilatı mıdır? Mit’ in karanlık işleri var mıdır? Ya da karanlık işlerdeki rolleri nedir?
Gültekin Avcı: MİT’in bugün için güçlü bir istihbarat servisi olduğunu söyleyemeyiz. Zira servis ABD tarafından kuruldu. 1960’a kadar istihbarat servisimizin mensuplarının maaşları bile direkt olarak CIA tarafından ödeniyordu. Yani milli bir servisten söz edilemezdi. Şimdilerde yine ABD ve NATO istihbarat servislerinin gölgesi altında. Kuzey Irak’ta bağımsız bir operasyonel inisiyatife sahip değil. Elektronik istihbarat cihetiyle tamamen dışa bağımlı. En hassas kriptolar bile ABD nüfuzunda. İstihbarat faaliyetinin doğası gereği MİT’in de örtülü faaliyetleri olmaktadır. Ülke dışı her istihbarat faaliyetinin hukuka uygunluğu beklenemez. Zaten dış operasyonel kapasitesi sınırlı olan bir servisi, ülke dışı operasyonlarda da hukuka bağımlı kılmak tamamen güdükleşmesine sebebiyet verir. Ama ülke içi istihbarat faaliyetinde hukuk şablonundan ayrılmamalıdır. MİT sivilleştirildiği ve teşkilatta sivil inisiyatif hakimiyetinin sağlandığı ölçüde gelişecektir.
Selin Yankı: Ülkedeki misyonerlik faaliyetleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Buzdağının görünmeyen kısmı sizce ne?
Gültekin Avcı: Misyonerlik faaliyetleri yoğun bir şekilde devam ediyor. Aynı zamanda artık istihbarat faaliyetiyle tamamen kolkola. Yani kültürel istihbarat operasyonları çerçevesinde şekilleniyor. Gerek batılı istihbarat servisleri ve Mossad ve gerekse Vatikan, ülkemiz maneviyatını sarsmak ve mütedeyyinlerde bile istifhamlar uyandırmak için en güzide unsurları ile aramızdalar. Bunun iyi bilinmesi gerekir. Savcılık yaptığım bölgelerde çokça şahit oldum bunlara. Görünen kısım gayri Müslim din adamları ve turistler olsa da, aysbergin görünmeyen kısmındaki aktörler Batılı istihbarat servisleri ve Vatikan’dır. Irak’ta 3000 papaz ne iş yapıyor? Hristiyanlık propagandası yani müslüman mahallesinde salyangoz satmak serbest olduğuna, laikliğin manipülasyonuyla İslamın hakiki anlatımı ve yaşanması devletçe dışlandığına göre mücadele maneviyat sahibi aydınların toplumu bilinçlendirmesine kalıyor.
Selin Yankı: Jitem, Ergenekon ve Özel Harp Dairesi hakkında bizi bilgilendirir misiniz?
Gültekin Avcı: Jitem, Jandarma İstihbarat servisini ifade eder. Bazen kısaca JİT diye de anılır. Ama kamuoyunda Jitem denildiği zaman Cem Ersever ve Yeşil gibi kişilerin içinde bulundukları illegal istihbarat yapılanması kastediliyor. Terim olarak Jitem yine var ve kanunen Jandarma istihbaratı olarak faaliyet gösteriyor.
Ergenekon, özel harp mantaliteli bir illegal oluşum. Vatansever Kuvvetler Güç Birliği hareketi, Kızılelma ve Atabeyler hep aynı minvalde. Aynı asli mekanizmaya bağlı çalışan parçalardır bunlar.
Özel Harp Dairesi ise şimdiki Özel Kuvvetler Komutanlığıdır. Legal özel savaş yöntemlerini uygulamak üzere kurulan birimdir. 1952’de Seferberlik Tetkik Kurulu olarak kurulmuştu. NATO tarafından şekillendirildi. Sivil otorite ile muhatap olmaz. Başbakan ve Cumhurbaşkanının etkisi, yetkisi ve denetimi dışındadır. Genelkurmay, özel harp faaliyetleri ile ilgili Cumhurbaşkanı ve Başbakanı bilgilendirme ihtiyacı duyarsa, arzu ettikleri seviyede bilgilendirirler. Bunlar şümullü konular. Kitaplarımızda geniş olarak bunları anlattık.
Selin Yankı: Abdullah Gül’ ün cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra ikinci bir 28 Şubat beklediniz mi?
Gültekin Avcı: Yeni bir muhtıra şaşırtıcı olmazdı. Hala da Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını Genelkurmay kabullenmiş durumda değildir. Ama gündem çok hızlı değişip sınır ötesi harekâtı ve PKK eylemleri hâkimiyet kazandığı için arka planda kaldı. Genelkurmay, Cumhurbaşkanından memnun değildir. Kendi perspektiflerince Cumhurbaşkanlığını daimi bir gözlem ve tarassut altına almışlardır. Zaten ilk zamanlarda ‘Cumhurbaşkanım’ demeyerek, cephe selamı vermeyerek ve Kıbrıs’ta olduğu gibi protokolden ayrılarak illegal tavırlarını göstermediler mi? Zamanı gelince yine göstereceklerdir. Ama ülkenin asli güvenliğinin tehlikede olduğu şu muhataralı zamanlarda bu konuya ne tetikçi medya ve ne de müdahaleci psikoloji ‘şimdilik kaydıyla’ eğilememektedir. Bazen de gündemdeki yoğun gelişmelerden dikkatler dışı kalmaktadır.
Selin Yankı: Başbakan Mit üzerinde iradeye sahip mi?
Gültekin Avcı: Türkiye’de başbakan MİT üzerinde siyasi, idari ve hiyerarşik bir nüfuza sahip değildir. MİT üzerinde hakim güç Genelkurmay’dır. Başbakan sadece Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı üzerinde etkilidir. Bu da polisin sivil olmasından kaynaklanmaktadır. MİT, ülkede ve ülke dışında Genelkurmay iradesine rağmen bir şey yapamaz. MİT’in tam olarak sivilleştirilmesi ve Genelkuirmay Başkanına bilgi vermesinin engellenmesi durumunda sivil bir istihbarat servisi perspektifine kavuşacaktır.
Selin Yankı: Türkiye ‘ de sanki görünmeyen bir kuvvet var bu kuvvet her şeyden haberdar ve istediğini de etkisiz hale getirebiliyor. Sizce bu kuvvet nedir?
Gültekin Avcı: Bu kuvvet kimilerine göre derin devlet, kimilerine göre karanlık güçler, kimilerine göre de kontrgerilla. Ama Türkiye’de Batı operasyonel kapasitesi dışında, görünmeyen ve her şeyi etkileyen kuvvet militarist rüzgârların ağındadır. Ülkemizde derin oluşumlar asker etrafında şekillenmiştir. Bunu Şemdinli’de, atabeyler operasyonunda, Sauna’da, Kuvvacı ve ulusalcı hareketlerde, mitinglerde ve daha nicelerinde gördük. Görmeye de devam edeceğiz.
Selin Yankı: Gelelim Kıyamet Kadınları ‘ na. Sizi bu kitabı yazmaya iten sebep nedir?
Gültekin Avcı: Erkeklerin yozlaşmasının direkt bir neticesi olarak kadınların kendi özlerinden ve kadınlık gerçeklerinden kopması. Kadın demeye bin şahit isteyen gölge yaratıkların aramızda dolaşması. Ve ideal kadınım diye dolaşması. Bu noktada seküler kadın da, İslamcı kadın da yozlaşmadan nasibini almış durumda. Bir başörtüyle kendini mü’mine kadın zanneden gölgeler var aramızda. Başörtüyü takıp hicap ve edebi unutan zavallılar var. Keşke başörtüyle şekil Müslümanlığı yeterli olsaydı. Ama değil. Hicap ve edep erkekten çok kadında önemlidir. Hicabın ve edebin on kısmından dokuzunun kadında olduğunu bildiren hadis unutulmamalı.
Selin Yankı: Hem feminist hem Müslüman kadın olur mu?
Gültekin Avcı: Müslüman feminist olamaz. Zira feminizm İslam’a aykırıdır. İslam sistemiyle ve Allah(CC)ın yaratış kanunlarıyla çelişir. İslam ataerkil bir dindir. Bünyesinde yaratılışın getirdiği kanunlara uygun bir adalet barındırır. Benim tenkid ettiğim İslamcı bayanlara sorduğunuzda feminist olmadığını söylerler. Ama fikir ve temennileri feminizm rüzgârlarının ürünüdür. 14 asırdır sorun olmayan konular artık sorun yapılmak isteniyor. Peygamber döneminin ve tabiin döneminin kadınları ile şimdiki aydın geçinen bir kısım başörtülü erkeksiler arasında zerrece benzerlik yoktur.
Peygamber kadınları hak arama sevdasına düşmemişlerdi.
Erkeklerine itaat ederlerdi. Cihan Aktaş’a göre şimdiki kadınlar kadar hak arama bilincine sahip olsalar, İslam farklı olurmuş. O zaman kıymetli validelerimiz Hz.Hatice ve Hz.Aişe, şimdiki kıyamet kadınlarının bilincinde değilmiş. Evet, onlar için ne ‘sisters in İslam’, ne Amina Wadud, ne Fazlurrahman ve ne de Mary Wollstonecraft dinlemeye ve okumaya şayan olamazdı.
M.Şevket Eygi beyefendinin ilginç sözlerine kulak verelim:
“…Bundan birkaç yıl önce bir televizyon programına katılmıştım. Orada başı örtülü feminist bir hanım vardı. Arkadaşı olan Müslüman bir feminist kadını anlattı. Bir gece sabaha kadar ağlamış, “Yarabbi, Sen nasıl olur da biz kadınları aşağılarsın...” diye sızıldanıp durmuş...” İçler acısı bir durum.
Selin Yankı: Modernleşme ve İslam kıskacında kadının konumu sizce ne olmalıdır? Kadın değişen dünyaya ayak uydurmalı mıdır? Eğer uyduracaksa bu nasıl olmalıdır? Mesela kadınların kariyer yapması ailenin bozulması gibi konulardaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Gültekin Avcı: Modernleşme, çağdaşlaşma soysuz kavramlar. Operasyonel kavramlar. Bu kavramlarda batının hastalıklı ruhu mevcut. Bize ihraç ettiler. Bizimkiler de modernleşme ve İslam sloganlarıyla operasyonun içine girdiler. Peygamber döneminin ve bugüne kadar olan dönemlerin kadınları modernlik kanserinden uzak yaşadılar. Modernizm, orijinali manipüle eder ve etti de.
İslam çağlarüstü bir mesaj. Modernism ne demek?
14 asır boyunca şimdiki değişimlerden daha büyük ve çaplı değişimler getiren zamanlar yaşanmadı mı? Son 40–50 yılda mı her şey yeniden yorumlanacak kadar değişti? İslam’ın kendini gelişen çağlara adapte edecek ‘edille-i şeriyye’si içinde icma-ı ümmet ve kıyas, ayrıca içtihat ve fetva gibi müesseseleri yok mu? Kadın kadınlığını ve edebini ihlal etmeyecek mecralarda çalışabilir. Maişet kaygısı yoksa ve ciddi ihtiyaçlar zuhur etmemişse çalışmayı tercih etmemeli.
Etiket ve kariyer meftunu pek çok kadın var. Üniversite bitirip, bir de üstüne akademik kariyer bile yapılsa cahillik biter mi? Üniversiteler insana irfan vermez, sadece meslek verir. Cahillik baki kalır.
İrfan ve tekâmül ise şahsi tecessüs ve okumalarla kaimdir. Bugün tıptan başka bir alanda bilgisi olmayan doktorlar, hukuktan başka alanlarda bilgisi olmayan hukukçular, psikiyatriden başka sahalarda yaya kalan psikiyatristler cahil değil mi? Amaç ilim tahsili ise bu etiketle değil, okumakla kaim. Bu da münhasıran ‘dışarıda’ veya çalışarak kazanılan bir cevher değil.
Selin Yankı: Sizi isyan noktasına getiren İslamcı kadın yazarlar kimler ve hangi noktada sizi tetiklediler?
Gültekin Avcı: Kitapta zikrettim bazılarını. Nihal Bengisu, Cihan Aktaş, Meryem canan Ceylan, Ayşe Böhürler, Mehtap Kayaoğlu, Sibel Eraslan, Emine Şenlikoğlu gibi bir kısım simaların tavır, temenni ve telkinleri. Bu noktada hangi hezeyanları sayayım bilemiyorum. Mesela Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun yurtdışına okumaya giden başörtülü genç kızların orada diğer dinlere mensup erkekleri etkileyip Müslüman yaparak evleneceklerini, bu sayede dünyada müslümanlığın hızlı bir şekilde yayılacağını söylemesi gibi. Mehtap Kayaoğlu’nun İslam sisteminin psikolojik ilke ve telkinlerini göz ardı ederek erkek ve kadın eşitliği perspektifinde yani Batı psikolojisi ışığında psikolojik telkinlerde bulunması gibi. Böyle telkinler Batı ailesine uygun bize değil ki.
…“Entelektüel ve siyasi kişilik olarak Hz. Aişe” (M. Canan Ceylan)isimli kitapta, Hz. Aişe validemizin “Siyasi şahsiyeti”nin anlatıldığı kitapta işlenen konular, asırların alkışladığı dev İslam yıldızlarının bildirdiklerine tamamen aykırı hususlardır: Hz. Aişe’nin, ataerkil aile yapısına karşı oluşu, bunun mücadelesini vermesi, müminlerin annesinin ‘kadın filozof’ mefhumuna uyması, Kur’an ile yetinmemiş... Erkek despotizmini yıkmış olması, dogmatizmi eleştirmesi, müziğe karşı olmaması ve müziği sevmesi... Ensardan bir kadının kızı olan, Esma’nın şarkıcı olması. Peygamberimizin(SAV), şarkı söyleyen kadına, devam etmesini, şarkısını icra etmesini söylemesi! Müzikten etkilenmeyen insanların, kaba yaratılışlı olması, hayvanların bile böyle kişilerden ince ruhlu olması...
Zira tüm hayvanlar müzikten hoşlanırlarmış... Vs.
Peygamberimiz(SAV) zamanında, müslüman kadınlar makyaj yaparlarmış, Peygamberimizin huzuruna makyajlı gelirlermiş... Hz. Aişe validemizin entelektüel, siyasi bir lider olarak takdim edildiği bu kitabın bazı konu başlıklarına bakıldığında muhafazakar Müslüman kadınların hangi istikamete sevkedilmek istendiği daha iyi anlaşılıyor: "Kadın Lider, Eğlence ve Sanat Anlayışı, Hz. Peygamber’in Müzik Esprisi, Peygamber Devrinde Kadın Evde mi Oturuyordu?, Kadın Hakları, Kadının Toplumda Yerini Alması...gibi"
Yine bu kitapta Peygamberimizin(SAV), Hz. Aişe’ye olan sevgisi, lalettayin bir insanın ihtiraslarla örülü bir aşkı gibi zikrediliyor, Peygamberimizin(SAV) Hz.Aişe’yi görünce her şeyi unuttuğunu, onun yanından ayrılmak istemediği ifade ediliyor.
Bu talihsiz maskülen başörtülü yazara ve takipçilerine göre, dört raşid Halife ve diğer Ashabı Kiram mal, makam için birbirleri ile kıyasıya mücadele içinde ve karşılıklı itham içindeler. Bayan İhtiras’a göre, Hz.Osman ve Hz. Muaviye hatalar içinde.
Nihal Bengisu ise Kur’an’dan erkeklere ve kadınlara torpil geçmeyen bir anlam çıkarılabilir görüşünde. Yaratılış gerçeklerini kavramaktan uzak ve tehlikeli bir anlayış. Allah dilediğine torpil geçer. Torpil varsa kadına geçilmiş gibi görünüyor. Zira kadınlar ibadetlerini yapacak, ifeetlerini koruyacak ve erkeğine itaat edecek ve cennete girecek. Hadiste zikredilen bu. Ama erkekler kadınları doğru çizgiye çekememenin hesabını da verecekler.
Her şeyden sorgulanacaklar. Kadınlardan da sorgulanacak olan erkeklerin elbette ki kadınlar üzerinde hâkim olması gerekir ki, sorgulanma adil olsun. Allah da kadınların erkeklerine itaat eder olmalarını emretmiştir. Bu açık.
Şimdi Cihan Aktaş’a nazar eyleyelim:
“Şüphesiz kadınlar geçmiş asırlarda bugünkü haklarını bilseler ve bilinçli olarak bu hakların gerçekleşmesini talep etselerdi; bilimsel olarak Kur’an ve Sünnet’e başvurma gücüne sahip olsalardı, bugünkü İslami fıkıh, özellikle boşanma ve evlilik gibi konularda çok daha farklı olurdu.” (Cihan Aktaş- Kadının Tarihi Dönüşümü)...
Görülen nokta, adeta bir iftira ve cür’et bataklığıdır. Asırlardan bu yana gelen ilim silsilesine iftira(erkekliklerinden dolayı) ve haddini bilmemenin getirdiği bir hicap dışı istikamet söz konusudur. Yazık ki isim başka, ‘Cihan’ başkadır. Hakiki ‘Cihan’ Peygamber ve sahabeden Ebu Hanifelerden, Şafiilere, Gazalilerden, Bediüzzamanlara kadar uzanan çizgisidir. Esas Cihan bunlar… Bu ‘Cihan’ların hakikatleri bir yana bizim ‘Cihan Aktaş’ hepsine muhalefet olarak içtihat ve teşhisini kondurmuş. Bu neye benzer acaba? Kanuni’nin şamdancıbaşısının orduy-u hümayun’a komuta ederek Kanuni adına sefere çıkmasına benzer. Lakin burada şamdancıbaşılık bile söz konusu değildir.
Peki, bu yıldızlar ve âlimler dinimizi kimden öğrendiler? Ashab-ı Kiramdan. Bu itibarla Sahabe de zan altında bırakılmaktadır. Sahabe dini kimden öğrendi? Âlemlerin Efendisinden. O da mı zan altında hâşâ? İsm-i Cihan, Cihan-ı hakiki’yi hiç kavramamış. Suret ve siret hep farklı kalmış. Yazık!
Pek çok kitabı olan başka bir İslamcı-maskülen bayan yazar da bakınız neler söylüyor: “Kur’an ve sünnete iman ediyoruz, yetmiyor. Mezheplere iman etmemiz isteniyor. Mezheplere inandığımızı, ama mezhepleri din ile aynı görmediğimizi, dinin hatasız olduğunu, ama mezheplerin hata yapabileceğini, biz bu bilinçle mezheplerin İslam’a uygun olan yönlerini aldığımızı söylüyoruz, yetmiyor...” (emineşenlikoğlu.com)
Mezhebin, müçtehidin, içtihadın ne olduğunu bilmek bir erdem ise de haddini bilmek bir yüce ülkü. Son asrın unutulmaz dehası Bediüzzaman’ın Eimme-i Erbaa dediği dört mezhep imamı engin ufuk ve tecessüslerine rağmen hep haddini bilen dehalar… Onların haddini bildikleri nokta ise bugünün entellektüellerinin bile hayal edemedikleri bir görünmez ufuk… Talebeleri de öyle. Ebu Yusuf, Züfer, Ebu Muhammed Cerir… Haddini bilme hassası ise bu bayandan-bayanlardan binlerce ışık yılı uzakta. Bu bayana değil ama bundan istifade etmek isteyenlere hakikaten merhamet etmek gerekmektedir. Bu bayan aciz bir katre, rahatça dil uzattıkları ise dev ummanlar. Katre, ummanın haşmet ve büyüklüğünü ne bilir? Katre olduğunu bilmesi ise en büyük edep…
14 asır boyunca kadın ile ilgili içtihatlar ve fetvalar sanki Allah Resulünün kadına bakış açısını hiç yansıtmamış. Bu bayanlar direkt olarak avamın dikkatlerine arzediyor konuyu.
Selin Yankı: Nihal Bengisu Karaca tatil anılarını mayo- haşema arasındaki gelgitlerini bir yazısında anlattı. Bu yazıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? Müslüman kadının tatil anıları islama ne kadar uygun?
O yazısını okumadım doğrusu. Ama Müslüman kadının tatil anıları okuyucu kitleye ne veriyor onu düşünmek gerek. Kendisi Kur’an’dan erkeğe torpil geçmeyen bir yorum peşinde olduğuna göre ‘içtihat ederek(!)’ hükmünü vermiştir sanırım Nihal Hanım.
Selin Yankı: Kadının itaatsiz olması onun toplumdaki rolünü zedeler mi? Kadının itaatsizlik hakkı var mıdır?
Gültekin Avcı: ‘İslama inanan insanlara göre’ yani müslümanım diyenlere göre, kadın erkeğine itaat etmek zorundadır. Bunda kuşku yok. Ama kuşku oluşturmaya çalışanlar çok. Kadının itaatsiz olması demek vuzuhsuz bir kadın özgürlüğüne koşması demek. Batı toplumunun hali ortada. Erkek bozulduysa ve İslam dışıysa mü’mine kadın zaten öyle erkeğe tabi olmaz. Kadının dışarıda bulunduğu zaman ne kadar çoksa ve ne kadar çok erkekle muhatap olursa zarif ruhu o kadar çok yara alır, ama kadın bunu çok sonraları fark eder. Bir kadının bozulması 10 erkeğin bozulması gibi sonuç doğurur. Zira cinsel cazibe sembolü erkek değil kadındır. Bunu herkes biliyor.
Selin Yankı: Kadın ve erkeğin eşit olduğu ve olmadığı noktalar nelerdir?
Gültekin Avcı: Yaratılışta insan ve kul olma hasebiyle eşittirler. Ama geri kalan tüm hususlarda ve mükellefiyetlerde farklı ve eşit değildirler. Kadın erkeği yönetme ve ona hâkim olma fıtratıyla değil erkeğe teslim olma ve erkek tarafından ‘sahiplenilme’ insiyakı ile yaratılmıştır.
Selin Yankı: Kadınlar nereye gidiyorsa dünya da oraya gider mi? Dünyanın geleceğiyle alakalı bir senaryo yazar mısınız?
Gültekin Avcı: Peygamberimizin de işaret ettiği üzere kadın nereye gidiyorsa dünya da onun takipçisiyse zaman kıyamet zamanıdır. Bunlar da kıyamet kadınları. Onları takip eden erkekler de kıyamet erkekleri.
Tüm semavi dinler daimi surette erkekleri muhatap aldıysa, yönetme ve hâkimiyet hususunda bir polemiğe mahal yoktur. Erkek kadının izcisi olamaz. Ama kadın hak yolda ve erkekse batıl yoldaysa elbette ki hak olan kadın takip edilmeli. Zira bizler hakkın takipçisiyiz. Münhasıran erkeklerin takipçisiyiz demiyorum. İstikbalin senaryosu hakkında ve ahir zaman fitneleri hakkında Allah Resulü’nün beyanları senaryoyu zaten ortaya koymuş. Bu kitap da kadınların özgürlük bulantısı uğruna çığrından çıkmasına karşı yazılmış bir manifesto. Umutsuz bir çırpınış belki. Ama ben ikaz görevimi yapmış olmalıyım.
Selin Yankı
www.izdiham.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.