- 955 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AYTMATOV: “BİZİM ANA LEHÇEMİZ TÜRKİYE TÜRKÇESİ’DİR!”
9 Aralık 1994’te “Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı” vesilesiyle Ankara’ya gelmiş olan Türk Dünyası’nın edebiyatçılarıyla tanışmak oldu. Azerbayan’dan Anar Rızayev, Afak Mesut, İlyas Taptık, Samir Kazimoğlu, Vakıf Samedoğlu, Kamil Veli Nerimanoğlu, Bulgaristan’dan Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy, Salih Baklacı, Çuvaşistan’an Beris Çindikov, Gagauz’lardan Petri Yalanji, Hollanda’dan Veyis Güngör, İngiltere’den Osman Türkay, Kazakistan’dan Abdülgani Şeriyev, Naymanbayev Kaldarbek, Kırgızistan’dan Cengiz Aytmatov, Salican Cigitov, Kosova’dan Nimetullah Hafız, Kuzey Kıbrıs’dan Harid Fedai, İsmail Bozkurt, Sabahattin İsmail, Romanya’dan Enver Mahmut, Nedret Mahmut çifti, Nevzat Yusuf Sargül, Tataristan’dan Rinad Muhammedi, Türkmenistan’dan Annaguli Nurmuhammed, Oraz Yağmur ve Yugoslavya’dan Osman Baymak’la tanışmak, dertleşmek büyük bir şanstı. Burada ülkemizden katılanları ismen saymaya gerek görmüyorum. Çok sayıda edebiyatçı ve bilim adamı burada görüşlerini birer bildiri ile açıkladılar. Onların arasında benim de bir konuşmam oldu.
Burada benim için önemli olan, aramıza mesafelerin ve hatta birbirimizi tanıyamamanın dayanılmaz acısının aşılmış olmasıdır. Bu tarihten çok değil, beş yıl önce yukarıda saydığım isimlerin birkaçı hariç varlığından ve eserlerinden haberimiz bile yoktu. Onlar da bunun acısını yüreklerinde duymuşlar ve bu toplantıda hararetli konuşmalarla hasretlerini dile getirmişlerdi.
Ben orada kendisiyle sohbet imkânı bulduğum rahmetli Cengiz Aytmatov’un söylediklerinden birkaç cümleyi buraya almak istiyorum. Aytmatov, önemli bir noktaya işaret etti:
“Edebiyat, zamanımızın aynasıdır, göstergesidir. Edebiyat, zamanımızın büyük düşüncesi felsefesi, tarihi ve bir büyük cereyandır. Kısaca söyleyecek olursak, edebiyat nasılsa biz de öyleyiz. Biz Sovyet esaretinden yeni kurtulmuş bir edebiyatı temsil ediyoruz. Türkiye’de, başkent Ankara’da bir araya gelmemiz ise çok tabii bir şeydir. Çünkü dinimiz, dilimiz, tarihimiz, kültürel değerlerimiz bir kaynaktandır. Düne kadar bizim edebiyatımız Rus diline aktarılıp oradan dünyaya yayılıyordu, artık bizim edebiyatımız bizim ortak dilimizle gelişecek ve dünyaya yayılacaktır. Bizim ana lehçemiz Türkiye Türkçesi’dir. Bizim kitaplarımız Türkçe’ye aktarılarak dünyaya yayılacaktır.”
Aytmatov, bunlardan başka, Türk Dünyası edebiyatçılarının sık sık bir araya getirilmesi gerektiğini, bu edebiyat adamlarının eserlerinin birbirine kazandırılması için İstanbul’da her yıl büyük bir “Türk Dünyası Kitap Fuarı”nın düzenlenmesi, “Türk Dünyası Edebiyat Akademisi” kurulması gerektiğini söyledi. Ben de kendilerine benim tebliğimin bu merkezde olduğunu, öncelikle Türk Dünyasının önemli bir Edebiyat Ansiklopedisi ile Antolojisi’ne ihtiyacının olduğunu hatırlattım…
Onun, “Bizim ana lehçemiz Türkiye Türkçesi’dir”, yaklaşımı, Türk dünyası için bugün bile üzerinde ısrarla durulması gereken ciddi bir sorunumuzdur. Ruslar, kendi çıkarlarının gereği olarak, Orta Asya Türklüğünü adeta millet vasfından kabile anlayışına indirmiş, bunların her birine; “Sen Türk değilsin Azerisin, Sen Türk değilsin Kazaksın, Sen Türk değilsin Türkmensin, Özbeksin, Çuvaşsın, Kırgızsın”, diyerek farklı kompartımanlarda ve farklı ağızlarda tuttu. Rusça’yı ana dil olarak öğretti. Kendi lisanlarını budadı, bozdu ve birbirinden uzaklaştırdı.
Cengiz Aytmatov, işte bu ıstırabı duyan aydınlarımızdan birisiydi. Onun büyüklüğü de verdiği eserler kadar bu anlayışından besleniyor olmalıdır…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.