MEVLANA ÜÇLEMESİ
Şems Konya’ya geldi ve kendisine rüyasında ayan olan şahsı aramaya başladı. Çünkü biliyordu ki bulanlar aramıştı. Çünkü biliyordu ki bir bütünün diğer yarısı Konya’da idi. Kim idrak edebilir bu arayışı, kim farkına varabilir bu güneş ruhun. Bu okyanus gönlün. Kim hakkını verir bugün bu aşkın. Aşk tek olmaktır; tekliğe çıkmaktır. Çokluk her zaman yokluk değildir. Asıl yokluk teklikte gizlidir. Aynada sureti görünen ey can, gir aynaya, çık aynadan artık. Vakit yek olma vaktidir. Vakit teklik zamanıdır. Vakit bir olmak anıdır.
Mevlana aşkın büyüsüne girmiştir ve sözler saçılmaktadır inciler misali o gül dudaklarından etrafa… Duyan ne mutlu, şahit olan ne bahtlı, anlayan ne tahtlı…
Ve alır aşkı eline savurur bir samanı savuran yaba gibi… Sözler uçuşur semadan semazenler gibi… Tutabilene aşk olsun, idrak edebilen meşk olsun, âşık olabilen maşuk olsun. Yılmaz ERDOĞAN’IN üçleme şeklinde okuduğu Mevlana şiirlerini bende tarzıma göre yorumlayıp okumanız için hazır tuttum.
SEVEMEDİM AYRILIĞI
Kusuruma bakmayın benim canlar
Bağışlayın beni
Ben davullara bayraklara aldırmayan bir padişahın yoluna
Deli divane olmuşum
Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben
Çok uzaklardan geçen bir hayal gibi
Hadi ben bensiz geleyim hadi sen sensiz gel
Tenden azade ne varsa şu ırmağın içinde soyunalım
İki can dalalım şu ırmağa
Bu kupkuru yerde yakınmadan gayri ne gördük
Bu kupkuru yerde zulümden gayri ne gördük
Bu ırmakta ne ölmek var bize
Ne gam var ne dert ne keder
Bu ırmak alabildiğine yaşamaktan
İyilikten cömertlikten ibaret
Durma çabuk ol gelemem deme
Ne evet demek yaraşır sana ne hayır
Senin şanına sade gelmek yaraşır dostum
Senin şanına sade gelmek yaraşır
Ah Mevlana’m ah! Yoluna baş koyamadı bu yürek, aşkına har olamadı bu ten, mırrana erişemedi bu. Sizin şanınıza okumak lazım gelir, Mevlana’yı sular seller gibi ezberlemek lazım gelir. Ve bunu yazmak da bir nevi boynumuzun borcu gibi kabul edilip “Aşk Yolu”na girenlerin mutlak ama mutlak uğraması, soluklanması ve yenilenmesi için bir vaha gibi telakki edilmelidir.
TELLAL
Nerde bir topluluk görürsen, tellal,
hiç durma, bağır:
kaçan bir kul gördünüz mü ey insanlar, de,
tertemiz kokan bir kul gördünüz mü,
ay parçası bir yüzü var,
baştanbaşa fitne.
Savaş vakti tez gider, de, tellal,
barış vakti uysal olur, de.
Nerde bir topluluk görürsen, tellal,
hiç durma, bağır:
ince boylu, güler yüzlü, tatlı sözlü,
tez canlı, çevik bir kul gördünüz mü?
Sırtında bir al kaftan taşıyor.
Kucağında bir rebap, elinde bir yay var, de, tellal,
çaldığı hep güzel, hep sıcak havalar, de.
Nerede bir topluluk görürsen, tellal,
hiç durma, bağır:
onun bağından bir meyve devşiren var mı ey insanlar, de,
onun gül bahçesinden bir demet gül deren var mı?
iş ki çıksın bir habercik getirsin biri ondan bana, tellal
çıksın biri ondan bana bir şeyler desin iş ki,
söyle, verdim canımı ona gitti, tellal,
verdim ona gitti.
Aşkımı ele anlat tellal, yele ver dünya âlem duysun. Yetmezse sonsuzluğa fısılda kalsın öyle… Bu aşkın hikâyesini yaşıyorum, kahramanı ve muhatabı ve aşığı ve maşuku ve ağyarı ile ifade ediyorum. Gönle göz değdi, göze gönül değdi. Susmaz bir daha, aşığa bade indi; gönle od düştü sönmez bir daha…
Yaralı yüreğime yâr eli değdi.
Mahzun gönlüme gözyaşı değdi.
Şems’e haber sal, Mevlana aşka geldi.
Tellal doğru söyle Şems geldi mi?
Akan sular durulacak mı? Esen yeller sakinleşecek mi? Yanan ateşler közlenecek mi? Ve yağmurlar inecek mi? Allah aşkına tellal yüreğime ses ver, tenime can ver. Şems geldi mi?
O kutlu misafir vasıl oldu mu? Can uçmak üzeredir çabuk söyle derviş: Can yaprağı çiçek açtı mı? Sus Tellal sus ki hissedeyim soluğunu, adımını, kokusunu, rüyasını…
Can mekâna geldi, menzile ulaştı.
Şiirin hikâyesi niteliği taşıyan kısmını Elif Şafak şöyle anlatır AŞK kitabında;Sultan Velet, Konya, Şubat 1247 Babam korkunç geceden sonra bir daha asla eskisi gibi olmadı. Uzun zaman hali o kadar perişandı ki sandım kederden aklını oynattı. Hala varını yoğunu dilencilere, yetimlere, düşkünlere dağıtıyor. Ne yaptığını soranlara, "İmrü’l Kays" diyor, başka bir şey demiyor.
İmrü’l Kays son derece zengin, kudretli ve heybetli, bir eli yağda bir eli balda bir Arap emiriymiş. Üstelik tebaası tarafından sevilir ve sayılırmış. Malını mülkünü sebil edip dağıtmış. Üzerinde bir derviş hırkası, elinde asa diyar diyar gezer olmuş.
"Benim için hükümdar da gitti, geriye sadece bir derviş kaldı" diyor babam. "Mademki Şems yok, ben de yokum. Bundan böyle ne hatip, ne âlim, ne fakih olurum."
Geçen gün, yüzünden sahtekârlık akan kızıl saçlı bir bezirgân kapımızı çaldı. Bağdat’tan geldiğini söyledi. " Şems’in kaybolduğunu işittim. Ben kendisini eskiden beri tanırım. Onun sağ koluydum, en yakınıydım" dedi. Sonra bir sırrı paylaşırcasına babamın kulağına eğildi; Şems’in sağ olduğunu, şimdilik Hindistan’da gizlendiğini, ortaya çıkmak için uygun zamanı kolladığını iddia etti.
Genç adamın yalan söylediği o kadar barizdi ki. Fakat babam, "Bu güzel habere dile benden ne dilersen" demez mi! Bezirgân da gayet pişkin, bir zamanlar derviş olmaya özendiğini ama madem hayat onu başka bir istikamete savurdu, Rumi gibi meşhur bir âlimin kaftanına sahip olmaktan memnun olacağını söyledi. Ve babam bunu duyar duymaz altın sırma işlemeli kadife kaftanını çıkarıp adama verdi.
Bezirgân gidince dayanamadım, sordum; "Babacığım, bu delikanlıyı hiç gözüm tutmadı. Niçin kaftanınızı ona verdiniz? Yalan söylediği her halinden belliydi." Babam dalgın dalgın gülümsedi. "Şems’in hayatta olduğunu söyledi ya. Böyle bir yalanın bedeli bir kaftan vermişim, fazla mı? Düşünsene ya doğru olsaydı dedikleri, ya hakikaten Şems hayatta olsaydı? O zaman değil kaftan, canımı verirdim!"
Bugün uğruna her şeyi verebileceğiniz biri var mı acaba yeryüzünde?
Yâr yüzünden çektiklerinize bakın.
Yalanına çulumu verdim sahisini söyleyene canımı veririm.
Hamuş.
Hatırla Ama...
Bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin,
ayrılık atına eyer vurdun inadına.
Ama bizi unutma, hatırla ama.
Sana temiz dostlar, iyi dostlar, bağdaş dostlar
yeryüzünde de var. Gökyüzünde de var.
Eski dostla ettiğin yemini, hatırla ama.
Sen her gece ay değirmisini
başına yastık edince yollarda,
dizimde yattığın geceleri hatırla ama.
Sen ey, hüsrev’i kendine kul,
Şirin gibi bir nice güzeli esir eden,
aşkının ateşiyle tıpkı Ferhat gibi benim
ayrılık dağını delmede olduğumu, hatırla ama.
Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında
bir aşk ovasını görmüştün hani;
sarfan dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaş dolaş.
Bunu unutma, hatırla ama.
Ey Tebrizli Şems,
dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli,
benim dinim senin yüzünde övünür, ey sevgili.
Bunu unutma, hatırla ama.
Ve Şems gitmiştir. Bu öyle bir gidiştir ki varıştır esasen. Bu maddi âlemden manevi âleme uçuştur ki, mutlaka bir mürşit yanınızda olmalıdır. Mevlana mürşidini bulmuştur ve onunla kendini bulmuştur. Kendini bulmakla da rabbini bulmuştur ona vasıl olmuştur.
Mevlana okyanusunda kaybolan damla ne mutlu, ne bahtiyar!
Mevlana aşkına çarpan kalp ne kadar güzel ne kadar şahane!