- 1188 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KAPİTALİZM
KAPİTALİZM
“Kapitalizm” kavramının 19. yüzyılda ortaya çıkışı ve gelişimi; terminolojik olarak İngilizce’de 19. Yüzyılın başlarında belirmiş ve hemen aynı dönemlerde Fransızca’da ve Almanca’da kullanılmaya başlanmıştı. “Kapitalist” kelimesi ise ilk kez çok daha erken dönemlerde (1792) Arthur Young tarafından Traveles İn France isimli dergide yayımlanan bir makalesinde”paralı adamlar” (moneyed man) anlamında kullnılmıştı. Coleridge bu kullanımı 1823’te Tabletalk isimli çalışmasında daha geliştirerek kapitalisti emrinde işçi çalıştıran kişi anlamında kullanmıştır. (Williams, 1983: 50). Thomas Hodgskin ise Labour Defended Againist the Claims of Capital (1825) isimli çalışmasında kapitalistleri şöyle tanımlar:
“Aslında Avrupa’nın para piyasasını elinde bulunduran bütün kapitalistleri ihtiyaçlar olan bir haftalık giyecek ve yiyeceği kendi başlarına sağlayamazlar/üretemezler. Bu kişiler yiyecek üretenlerle giyecek üretenlerin, aletler üretenlerle bunları kullananların arasında kendi yerlerini alırlar. Ancak çoğu zaman kapitalistler bu ürnlerin ne üreticisi nede kullanıcısıdır, ancak onlar bu kesimlerdeki üretimin ve bu ilişlkilerin varlığını düzenlemek adına varlardır” (Aktaran Williams, 1983: 50).
1- KAPİTALİZMİN TANIMI
Kapitalizm tanım özellikleri açısından iki farklı özelliktedir. Bunlardan birincisi, üretimin salt kara amacı güdümlenerek yapıldığı ve bu artı değerinde pazarda satıldığı büyük bir ekonomik sistemin adıdır.
Diğer tanım ise kapitalizmin ücretliği emeğe dayalı bir ekonomik sistem, bir üretim tarzı olduğu vurgulanır.
Birinci tanımı savunanların bir iddiası daha vardır. Oda kar için yapılan üretimin çok eski çağlardan beri yapılagelmesine, olmasına rağmen kapitalizmin eski çağlardan beri varolduğu anlamına gelemiyeceğidir. Çünki o zamanlar kar amaçlı üretim tarzının esasını oluşturmayan oldukça küçük bir bölüm idi. Kar amaçlı üretimin sistemin temelini oluşturabilmesi için mal, para, emek ve sermaye akımlarının serbest olması gerekir. Bu serbestliğin sağlandığı bir düzenin ortaya çıkabilmesi için 15. yüzyılı beklemek gerekecektir. Bu da 15. yüzyıl Avrupası’nda gözlemlenegelmiştir.
İkinci tanımı savunanlar ise kapitalizmin diğer sistemler ve birinci tanımdakine farkla ayırdığı yeni ayırtedici özellikler olarak ücretli işgücünün varlığına işaret etmektedir. Yani bu sistemde işgücünden başka satacak bir değere sahip olmayan proleterya ile ücret karşılığında bu proleteryayı çalıştıran, emeğini ve işgücünü satın alan bunu üretimle değerlendirip sonlandıran bir işveren kesimi hiyerarşisi yaşanmaktadır. Böyle bir sistem ise ancak 17. ve 18. yüzyılların Avrupasında ortaya çıkabilmiştir.
Bu iki tanımın görüşleri her ne kadar faklı unsurları vurgulamakla beraber bu sistemin orijinine dair bazı ortak saptamalar vardır. Bunlar kapitalizmin çıkış öğelerinden ikisi olan yer ve zaman. Yer aynı kıta olan Avrupa’yı göstermekle beraber, zamanda yine Avrupa’da feodalizmin yıkılmasından sonraki tarihsel sürece işaret eder.
2. FEODALİZMDEN KAPİTALİZME GEÇİŞ
Feodal yapılanma içinde üretici sınıf olan köylülerin toprağı terk ederek kentlerde toplanması ilk sınıfsal oluşumunu açıklamaktadır. XVI. Yüzyıl başında Lyon kentinde nüfüs iki katına çıktı ve gelişmiş ticari ve sınai bir merkez haline geldi. Emek piyasalarının farklı biçiminler inin bu dönemde ortaya çıktığı görülmektedir. 1529’da tarımsal kriz nedeni ile açlıktan ayaklanma başladı. 1530’da zanaatkarlar ve küçük üreticiler ayaklandı. Hızla değişen koşullar toplumsal düzeni sarsmaya başladı. 1534 yılında rahipler, soylular, tüccarlar yoksullara yardım programı düzenlemek ve yardım merkezi haline getirmek için sandık kurdular. Bütün bu olgular topraklarını terk eden köylülerin kentlerde karşılaştığı çok ciddi sefaletin de başlangıcını oluşturmakta idi. Bu bağlamda işçi sınıfının doğuşu diğer üretici olan köylülük içinden çıkmıştır.
İşgücünün topraklarından uzaklaşması sonucu iki olgu ortaya çıkmıştır. Birincisi topraksız köylünün her şeyini terk ederek kentlere yerleşmeye başlaması ve orada emek gücünü satmaya çalışması, ikincisi de toprak sahibinin Kıta Avrupa’sı temelli olarak topraklarında artık ücretli emek çalıştırmaya başlamasıdır.
Feodal toplum yapısının içindeki kapitalist ilişkilerin diğer bir ayağı para ve sermayeye dönüşecek birikim üzerinedir. Gerçi ticaret ilk çağlardan beri para ile bir dönüşüm sistemi içine girmiştir. Ancak kapitalist üretim biçiminin geçerli koşullarını sağlayamamıştır. Yeni kıtaların keşfi ve buradaki kıymetli madenlerin Avrupa’ya taşıması, Afrika’daki siyah işgücünün köle emeği olarak geniş plantasyonlarda kullanımı kapitalist birikim sürecini genişleten ve yerleşmesini sağlayan unsurlar olarak kabul edilir.
Ticaretin gelişmesi, kentlerdeki zanaat loncalarını da önemli ölçüde değişikliğe uğrattı. XVI – XVIII yüzyıllarda Batı Avrupa’da bağımsız sanatların gerileme süreci ve lonca sisteminin çöküşü başlamıştır. Lonca sisteminin çöküşü ile ticari ilişkilerin bunalıma girmemesi yeni üretim kaynaklarının ortaya çıkışı sayesindedir. Kapitalist sınai örgütlenme modeli içinde ev sanayi ve kapalı aile sistemi olarak bilinen bir sistem gelişmiştir. Bu sistem içinde işverenin rolü tüccar tarafından üstlenilerek, hammadde ve diğer yardımcı malzeme lonca dışında çalışana verilerek, ondan sadece işgücü ve zanaatı isteniyordu. Kapitalist üretim ilişkisinin henüz çekirdeğini oluşturan bu sistem bir geçiş döneminin özelliklerini taşımaktaydı. Çalışan, loncada da olduğu gibi üretim araçlarının sahibiydi. Üretilen meta karşılığı olarak tüccarlardan bir “ücret” almaktaydılar. Tüccar ise üretilen mala kar koyarak, satışını gerçekleştiriyordu. Süreç kapitalist ilişkilerin başında ve ev üretimi sistemi ile malın farklı aşamalarda farklı mekanlardan geçmesini sağlıyordu. Tüccar ise bu sistemin organizasyonundan sorumlu olmaktaydı. Bu aşamada ticaret sermayesinin sanayi üzerindeki egemenliği (hem üretim hem de satış için) geçerlidir.
3. KAPİTALİST SİSTEMİN ORTAYA ÇIKIŞI, DEĞİŞİMİ VE GELİŞİMİ
Bugünkü anlamına ulaşmak için kapitalist düzen uzun sayılabilecek tarihsel bir evrim geçirmiştir. XVI. Yüzyılda kapitalist düzen oldukça gelişmiş, büyük sermaye birikim başlamıştı. Bu sermayeye sahip olanlar olaylara artık çağlarının görüşü içinde bakıyorlardı. Ortaçağın düşünce ortamından geniş ölçüde uzaklaşılmıştı. Tüccar kazanç, kar arkasından koşmaya meşru bir hak olarak görmekte, değer para ile ölçülmekte, servet başarısının ölçüsü sayılmakta idi. Faiz paranın meşru kirası isi. Bundan böyle sırf zengin olduğu için insandan kuşkulanılmıyordu. XVI. Yüzyılda ve XVII. Yüzyılların ilk yarısı içinde kapitalist düzen daha çok ticari ve mali bir nitelik gösteriyordu. Bu nedenle çağın ekonomik yaşamına kapitalist tüccar ve bakerler egemen olmuşlardır. XVII. Yüzyıl biterken, avrupa’nın ekonomik yaşamındaki en önemli değişme, kapitalizmin büyüyüp gelişmesi ve sanayileşmesi içinde görülür. 1750 – 1850 yılları arasında gittikçe egemen olması gerçeği içinde ortaya çıkar. Bundan böyle XVIII. Yüzyılda Sanayi Devriminin üretimi büyük ölçüde arttırmasıyla birlikte, imalat, insan elinden makineye geçmiştir.
Bütün ekonomik ve sosyal düzenler belli bir düşünce ortamı içinde oluşur ve gelişirler. Liberalizmin kapitalist düzene yön vermiş olması çok net bir biçimde söylenebilir.
XIX. artık kendi işlerini kendileri yürütmek isteyen iş adamları devletin ticaret ve sanayiye karışmasının zararlı olduğunu düşünüyorlardı. Kapitalizmin bazı dönemlerinde özel mülkiyet ve servet özgürce kullanılmış en çok kar getiren alanlarda yatırım yapılmış ve işletmeler birbiriyle rekabet etmiştir. Liberal kapitalizm ve sanayileşme ile doğan yeni bir işçi sınıfı yeni toplum içinde önemli sorunların da kaynağı olmuştur.
Bütün XIX. Yüzyıl liberal kapitalist düzenin gelişmelerine tanıklık etmiştir. Ekonomik alandaki üretim önceki dönemlerde görülmemiş boyutlara ulaşmıştır. Sanayi Devrimini yaşamakta olan ülkelerde servet hızla artmış ve halkların yaşam düzeyleri çelişkilerle dolu olarak yükselmiştir. Ne var ki, bu yeni oluşumlar içinde liberal kapitalizmin, ancak küçük bir kesiminin, başka bir deyişle üretim araçlarına sahip olanların kullanabildikleri sınırsız özgürlükleri işçi sınıfı bakımından derin adaletsizliklerin kaynağı olmuştur. Toplumların kalabalık ve yalnız ücret gelirleri ile geçinmek durumunda olan kesimleri, çoğu zaman en sade ve temel gereksinimlerini tatmin edememenin, doyuramamanın acı ve yoğun sıkıntılarını yaşamışlardır. Bu düzen maddi alanda büyük başarılar sağlanmış olmakla birlikte, yaratılmakta olan servet ve zenginlik yayılamadığı için refah ve tüketim alanındaki adaletsizlik ve dengeler durumdan sağlıksız doğrultulara çekilmiştir.
Bilindiği gibi liberal kapitalist düzenin gözünde emek de bir malıdır. Emeğin fiyatı da piyasada oluşan sunum ve istem durumuna göre değişir. Yeni makinelerin işsiz bıraktığı milyonlarca insan, kentlerde yığılan köylüler, yıkılan loncaların usta, kalfa ve çırakları iş bulabilmek için kendi aralarında yoğun bir rekabet içine girince emeğin pazarlık gücü aşırı derecede zayıflamıştır. Bu durumdan yararlanan kapitalistler emeğin sömürülmesini kurumlaştırmışlardır. Bu durumda tepki olarak işçiler örgütlenmeye, sömürgeye karşı koymaya yönelmişlerdir. Adaletsizlik ve sömürü karşısında tarafsız kalınamayacağı düşüncesi yayılarak devletin ekonomik ve sosyal yapılar, liberal kapitalist düzenin yeniden gözden geçirilmesine yol açar hale gelmiştir. Bu oluşum I. Dünya Savaşı ile hız kazanıyor. Bundan böyle devlet yeni bir anlayışa giriyor. Temelde sosyal politikaya karşı olan liberal düşünce kendi içinde bir evrime yöneliyor. Bu, liberalizmdeki evrimin en ilginç yönüdür. Devlet bir yandan doğrudan doğruya müdahaleleri , yani yasalar çıkarmak yolu ile işçilerin, genellikle ekonomik bakımdan güçsüz durumda bulunanların yaşam ve çalışma koşullarının asgari normlarını belirlerken, bir yandan da sendikal hakları ve özgürlükleri koruyup güvence altına alarak toplu düzeyde dengeli bir işçi-işveren ilişkileri oluşmasının engellerini arkalarında bırakma yolunda somut ve olumlu adımlar atıyor. Bundan böyle sendikal hakların ve özgürlüklerin durumu ülkelerin siyasal rejimlerin nitelikleri belirleyen başlıca özne oluyor. Bu oluşum II. Dünya Savaşından sonra hızla genişleyip yayılıyor.
4. KAPİTALİST SİSTEMİN GELİŞİMİ
Beaud (2003: 85) kapitalist sistemin gelişimini, 18. yüzyılda yaşanan bir takım gelişmeler ve bunun sonucunda yeni üretim araçlarının ortaya çıkışı ile açıklar. Bu dönemde mekanik üretim araçları ile açıklar. Bu dönemde mekanik üretim araçları ile zanaatkarlık arçlarına bağlı olarak küçük atölyelerde yapılan üretim yerini, bir enerji kaynağı ile çalışan makinelerle belli bir işbölümü anlayışına dayanan ve fabrika ortamında yapılan üretime bırakmıştır. Üretim örgütlenmesinde yaşanan bu değişim, beraberinde işgücü ihtiyacını da getirmiş; bunun sonucu olarak da kırdan kente doğru büyük ve hızlı bir göç dalgası görülmüştür. Bu göçlerin getirilerinden, yeni bir kent ve kentli olma anlayışı da çıkmıştır. Bu anlayış içerisinde yeni bir kavram olarak “tüketim” bir anahtar kelime olarak ön plan çıkmış, ve yeni bir tüketim örgütlenmesini de beraberinde getirmiştir. Gelişen bu değişimler sayesinde yeni bir toplumsal anlayış da ortaya çıkmıştır. Dolayısı ile kapitalizm yalnızca üretim-tüketim örüntüleri ile açıklanabilecek bir kavram olarak değil de, bu anlayış ile ilintili yeni bir ekonomik sistem olabilmenin yanında, aynı zamanda toplumsal, politik , ve sosyal pekçok dönüşüme de işaret eden bir yapılanma içerisinde olmuştur.
İngilter başta olmak üzere, Kuzeybatı Avrupa ile Kuzeydoğu Amerika’da gelişen kapitalizmi Weber ekonomik hareketin “rasyonel” bir hali olarak görmüştür. Weber, bununla artık eskiden kalma verimsiz düzende çalışan işletmelerdeki geleneksel yöntemler yerine, teknik imkanlara da dayalı yeni, üstün modern koşullardaki üretim mantığındaki bilimsel koşulları ifade eder (Bocock, 1997: 46). Weber rasyonel kapitalizmin niçin dünyanın yukarıda sayılan bölgelerde süratle gelişmeye çalıştığı yönündeki düşünüleri, ortak bir paydada buluşur. Bu payda kapitalizmin ilk geliştiği Kuzeybatı Avrupa’da olan maddi birtakım ön koşul sayılabilecek şartların tarihte Eski Roma ve Feodal Avrupa gibi, Çin ve Hindistan da oluştuğunu gösteren aynı düşünceden gelir. Bu etkenler içinde, şehirli nüfusun sahip olduğu artı servet olan bir para sistemi ile buna ek olarak yazılı ve düzenli bir bürokrasiye sahip oldukları ve bürokrasiyi işleten kanunlların da güçlü bir hukuku sistemi ile korunduğu, ulaşımda ve üretimde zamanına göre gelişmiş bir teknolojik sistem ile idari bir devlet sistemi yani “rasyonel” bir bürokrasi bulunmaktadır. Ancak Weber’e göre tüm bunların tek başına yetersizliği savunulamayacak kadar azınlıkta olarak görülmüyordu. Yani tüm bu koşullar kapitalizmin gelişimi için gerekli ancak yetersiz koşullar olarak görülüyordu. Kapitalizmin gelişmesi için bu koşullara ek olarak bir de “kültürel etken” öğesinin gerekliliği devreye sokulmalı idi. Ve öylede olacaktı. Bu etken br grup insanın çok çalışıp bir işletme kurmaya, buradan kazanılan metanın ise aksine beklenenden farklı olarak tüketime yönelik edimlerin karşılanmasına ayırımı ile değerlendirilmesi şeklinde harcanması ile değil de, yeni yatırımları karşılayacak sermaye arttırımları olarak başka faaliyetler şeklinde çalışma kapasitesini arttıracak güçlü bir değerler dizisi çerçevesinde bir araya gelmesi olarak değerlendirilir.
Sonuç olarak; Weber’in Protestan etiği ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi açıklayan hipotezine göre, kapitalizmin gelişmesi için gerekli olan rasyonel düzendeki kültürel değerler dizisini, ilk kapitalistlere Asketik Protestanlığın dini ahlaki kuralları sağlamıştı (Weber, 2002: 133). Bunun sonucu olarak 17. ve 18. yüzyıllarda kapitalist sistem gelişmeye başlamıştır. Tek başına batı toplumları üzerindeki Asketik Protestan inancı ile olan gelişme ile açıklanamayan kapitalist ruhun farklı alanlarda da tetikleyicileri olmuştur. Bunlar teknolojik, siyasal ve ekonomik açıdan bir çok alanda kendini çok net gösterir durumdalardır.
KAYNAKÇA
Williams, R. H., 1982. Dream Worlds: Mass Consumption in Late Nineteenth Century France, Universty of California Press, Berkeley.
Baudelaire, C., 2003. Modern Hayatın Ressamı, Çev: Berktay, A., İletişim Yayınları, İstanbul.
Weber, M., 2002.Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Çev. Gürata, Z., Ayraç Yayınları, Ankara.