- 5893 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ELBİSTANLI KADI MUSTAFA KAMİL EFENDİ
BİR HAYAT - BİR TARİH
Nakiboğlu Kadı Mustafa Kamil Efendi, Osmanlı’nın son dönem kadılarından olup kimliği, kişiliği, renkli hayatı ve bulunduğu devlet görevleri bakımından Elbistan’ın önemli şahsiyetlerinden biridir. 1884 yılında Mekteb-i Nüvvap’tan (Hukuk Fakültesi) mezun olmuş; Beyrut-Merciyyun, İzmir-Urla, Adıyaman, Andırın, Çal ve Haçin’de (Saimbeyli) kadılık yapmış, yaşamının son dönemlerinde de Elbistan’da müderrislik ve müftülük görevlerinde bulunmuştur. Hayatı ve kişiliği hakkında Elbistan Şer’iyye sicilinde, İstanbul Müftülüğü Kadı sicilleri arşivinde ve Başbakanlık Arşivlerinde geniş bilgiler ve belgeler mevcuttur. Hısnı Mansur (Adıyaman) kadısı iken verdiği mahkeme kararları, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nce “yüksek lisans tezi” olarak hazırlanmış, son olarak da Ömer Hakan Özalp tarafından -tamamına yakını belgelerden oluşmak üzere- hayatı ve kişiliği hakkında 240 sayfalık bir kitap yazılmıştır.
Böylesine önemli bir ilim ve devlet adamından Elbistan ile ilgili kaynaklarda hiç söz edilmemesi, hatta 1973 yılında hazırlanan Elbistan yıllığında bile “Nakip Memet Ağanın kardeşidir” şeklinde bir cümleyle geçiştirilmiş olması çok ilginç ve manidardır. Oysa yeğeni Ziya Nakiboğlu ve eşinin yeğeni Mükremin Köker bu yıllığı hazırlayan komisyonda görevliydiler. Kadı Mustafa Kamil hakkında daha geniş bilgi verebilecekleri yerde, Ali ağanın, Memet ağanın adıyla tanıtılması çok garip bir durumdur; kaldı ki, onun üç oğlu ve torunları o tarihte Elbistan’da yaşıyorlardı. Ayrıca, 1917 yılında hayatta olduğuna ilişkin kesin kanıtlar, belgeler varken, nüfus kayıtlarında ölüm tarihinin 1914 yazılmış olması da onunla ilgili karanlık hususlardan biridir. Bu durum, miras ilişkilerinden dolayı tarihlerde sonradan tahrifat yapıldığı kuşkusu uyandırmaktadır; zira geride bıraktığı binlerce dönüm arazisinin, kendi öz çocuklarına ve torunlarına intikal etmemesi bu şüpheyi kuvvetlendirmektedir.
Kadı Mustafa Kamil Efendinin bu denli ötelenmesinin ve karanlıkta bırakılmasının birkaç nedeni vardır. Bunlardan en önemlisi, aşağıda dökümü yazılı terekesine(mirasına) ölümünden hemen sonra kardeşleri, yeğenleri ve diğer yakın akrabaları tarafından el konulmuş olmasıdır. Zira, kendi el yazısıyla dökümü verilen binlerce dönüm araziden, ev ve eşyasından hiçbirisi onun öz çocuklarına ve torunlarına intikal etmemiş; bütün arazileri zilyetlik, zamanaşımı, vekalet, vesayet masallarıyla gasp edilmiştir. Gerçek şudur ki: Mustafa Kamilin ölümünden sonra çocuklarına vasi tayin edilen kardeşi Ali Ağa, sonra da onun çocukları ve torunları, vesayet yetkisini kötüye kullanmış ve Kadı Mustafa Kamil’in arazilerine el koymuşlardır. Mustafa Kamil Efendi’nin çocukları, Cumhuriyet tarihinde Babasının tapulu mirasından mahrum bırakılan belki de ilk ve tek örnektir. Bu acı gerçek, aile içinde -büyüklere saygı babından- sır gibi saklanmış, yıllar sonra durum mahkemeye intikal ettirilmiş ise de akıp giden zaman içinde atı ç-alanlar Üsküdarı geçmiştir. Bu durum hem hukukun üstünlüğü, hem mirasın kutsallığı hem de aile ilişkileri bakımından çok ilginç bir konudur; bununla ilgili birkaç kitap daha yazılabilir.
Araştırmacı yazar Ömer Hakan Özalp, “Elbistan’ımızın karanlıklarında kalmış, zengin ve renkli bir tarihi geçmişe sahip bu ilginç şahsiyetin belirsizlikler içinde kaybolmasına gönlümüz elvermedi” sözleriyle vurguladığı, Nakip, kadı, müderris, müftü vb” makamlarda bulunmuş bu şahsiyeti, “Elbistanlı Nakiboğlu Kadı Mustafa Kamil Efendi” isimli 240 sayfalık kitabıyla yeniden gün ışığına çıkarmış ve Elbistan tarihine yeniden kazandırmıştır.
Sunmaya çalıştığım bu yazıda amaç, Ömer Hakan Özalp’in de belirttiği gibi, “Elbistan tarihinde belirsizlikler içinde kaybolan” NAKİBOĞLU KADI MUSTAFA KAMİL EFENDİ’yi tanıtmak, Elbistan tarihine yeniden kazandırmaktır. Zira onun hayatı aynı zamanda 1800-1917 yıllarındaki Elbistan’ın yerleşim ve toplum hayatına da ışık tutmaktadır.
Şimdi, Kadı Mustafa Kamil Efendi’yi, Şeyhülislamlık makamının istemesi üzerine-1912 yılında kendi el yazısıyla yazdığı 21 sayfadan oluşan Tercüme-i Hal varakasını okuyarak daha yakından tanımaya çalışalım:
“Halep vilayetinin Maraş sancağına bağlı Elbistan ilçesinin Hacı Şaban mahallesinde (Köprübaşı mah) 1865 yılının 30 Nisanını 1 Mayısa bağlayan pazartesi gecesi saat altıbuçuk sularında tevellütüm vuku bulmuştur.
Adım Mustafa Kamil. Babamın adı Nakib Mehmet. Şöhretim Nakiboğlu, lakabım Nakibü’l-Eşraf(*) Kendi isim ve mahlasımla yad olunurum. İslam milletinden ve Osmanlı devleti tebaasındanım. Babam, Elbistan’ın ileri gelenlerinden olup Nakibü’l Eşraftır. Babamın son görevi, Elbistan ilçesi idare meclisi üyeliğidir. Kendisi 24 şubat 1879 tarihinde ölmüştür. Beş yüz yıl önce Elbistan’a yerleşerek bütün halkın teveccüh ve sevgilerini kazanmış olan babam tarafından, Abdulbari Seyyid Nurullah Çelebi sülalesinden ve Elbistan kaymakamı Nakib Ali efendi soyundanım. Anne tarafından dahi 1824 yılından 1849 yılına kadar Elbistan’da müsellim bulunan Karabekir zade el-Hacı Ahmet Ağa’nın torunuyum.
Altı-on dört yaşlarım arasında Elbistan ilçesinin Hacı Şaban mahallesinde Sinan zade El- Hacı Ahmet Efendiden dersler aldım. Elbistan Rüştiye mektebini bitirdim. Ancak bu tarihte evlenmiş olduğum için tahsili bıraktım. Yirmi yaşıma geldiğimde ruhumu aydınlatan kutsal ve manevi kudretin ışığıyla yeniden tahsile başlayarak medreseye girdim. Hasan Efendi Zade Mehmet Efendiden, Maraş müderrisi İsmail Efendiden ilim tahsil ettim. Ardından 1887 Kasımında İstanbul’a giderek Bazeyid camii dersiamlarından Hazine-i Evkaf Meclisi reisi Kuyucaklı Abdurahman Nafiz Efendinin oğlu Seyyid Mehmet Atıf beyefendi Hazretlerinin ders halkasına devamla 30 Aralık 1893’te resmi icazetname aldım. Ve bu sırada imtihanla Mekteb-i Nüvvaba (Hukuk Fakültesi’ne) girdim ve yasal süresi olan dört yıl zarfında hiçbir sınıfta kalmayarak bitirdim.
Devlet hizmetine 16 Haziran 1893 tarihinde, yirmi sekiz yaşımda, 1250 kuruş maaşla tayin edildiğim Beyrut - Merciiyyun kadısı olarak başladım.
Tarikatların, Müslümanlar arasında sebep olduğu tefriki (ayrışmayı, bölünmeyi) ortadan kaldırmak maksadıyla kurmuş olduğum, aslında müritsiz bir tarikat olan, terbiye ve öğretisinin bütün Müslümanlar arasında yaygınlaşmasını amaçlayan NEBEVİYYE TARİKATI’nı kurdum. NEBEVİYYE TARİKATI hakkında MİNHACU’L-MÜMİNİN(İnananların yolu ) adında bir de yazılı eserim vardır. Bu eserim, Padişah Hazretlerine, Şeyhülislamlık Makamına sunulmuş ve kabul edilmiştir.
Yukarıda kimliğini ve Hukuk Fakültesini bitirdiği tarihe kadar olan yaşamını kendi biyografisinden özetlediğimiz Nakiboğlu Kadı Mustafa Kamil Efendinin, aynı babadan ve aynı anadan olma Nuri Ağa, Ali Ağa, Memet Ağa, Rüstem Ağa ve Ahmet Ağa isimli beş kardeşi daha vardır. Bunların dedeleri olan Nakipler, Dulkadir oğulları döneminde (1400’lü yılların başında) Elbistan’a yerleşerek Çelebilik ve Nakiplik yapmışlardır. Bu beş kardeşin babaları Nakip Mehmet Ağa ise, Seyyit Nurullah Çelebi’nin 12. göbekten torunudur. Son görevi Elbistan İdare Meclisi Üyeliği olan Nakip Mehmet Ağa, 8 Mart 1879’da vefaat etmiş olup, Hanımı, Elbistan mülkiye kaymakamı / nahiye müdürü olan Karabekir zade Hacı Ahmet Ağa’nın kızı Ümmü Gülsüm Hanımdır.
Nakip Mehmet Ağa’nın altı oğlundan biri olan Kadı Mustafa Kamil Efendi, İstanbul’a gitmeden birkaç gün önce 18 Ekim 1887 tarihinde Elbistan Şer’iyye mahkemesine giderek
-o günün resmi mevzuatına göre- mallarının tasarrufu ve aile işleri için Hacı Şaban Mahallesi sakinlerinden Minkali Zade Mustafa Efendi’ye şer’i hükümler dahilinde yazılı vekaletname vermiş; ayrıca, kendisi Nakiplik icazetnamesi sahibi olduğundan, Efsus nahiyesi (Afşin) ve Nergele köyü aşar vergisinin toplanması, devlete teslimi hususundaki yetkilerini de, Küntüroğlu Mustafa ve Kel Hacıoğlu Hacı Mehmet Efendilere 22 Ekim 1887 tarihli vekaletname ile devretmiştir. Elbistan Şer’iyye mahkemesine verdiği bu vekaletname defterinde yer alan, şahsına ait taşınır ve taşınmaz mallarının listesi şöyle:
Hacı şaban mahallesinde üstü üç göz bir sofa, altı üç göz, avlulu bir ev. Kara Elbistan köyü arazisinde on bir parça tarla, Cüzhovan mezarasında (?) iki parça, Til suyu mezrasında bir parça, Küzhan(?) köyünde üç parça müstakil (şahsına ait) tarla; Küçük kabaağaç çiftliğinde yedi buçuk, anne ve babasından kalma bir buçuk para (10 bin dönüm çiftliğin 10/40 hissesi), İğde Köyünde Sait Efendi ile ortak tarlalarda 3 para (3/40 hisse); Said efendi ile paylaştıktan sonra kardeşleriyle ortak (bin beşyüz dönüm) tarlalarda altı para (6/40 hisse); Taygözü(?) mezrasında tahta köprü ağzında bulunan köşe tarla ve büyük tarlaların 56’da 8’i; Eldelek köyünde ark arasında bir parça tarlanın 40’ta 8’i; Akviran köyündeki tarlalarda sekiz para; Soysalı köyünde bir parça tarlada sekiz para; Cüzhovan (?) mevkiinde ağaçlarıyla birlikte büyük bahçede on para; Talaz oğlu Turan efendi evine bitişik harabe ve büyük oda avluyla birlikte ve bahçede on para; ekili dörtyüz on silme buğday, altmış yedi silme arpa, seksen üç silme darı, bin dört yüz on bir buçuk kuruş alacak ; İğde köyünden Durmuş Kahya ile ortak altmış silme buğday ve mezra hasılatı.
(Not:Yukarıda da belirtildiği üzere, bu mirasın hiçbirisi Kadı Mustafa Kamil Efendi’nin evlatlarına (Mehmet Ata, Mehmet Hayri, Mehmet Hilmi, Abdul Kadir, Habibe) ve torunlarına intikal etmemiş, Kabağaç köyündeki çiftlik arazisi, 20 yıl süren mahkeme aşamasından sonra mirasçılara intikal ettirilmiştir.
Mustafa Kamil Efendi bir yandan İstanbul’da Bayezid camii dersiamlarından Hazine-i Efkaf-ı Hümayun Meclisi başkanı Kuyucaklı Abdurahman Nafiz Efendi’nin oğlu Seyyit Mehmet Atıf Efendi’nin derslerine devam ederken, biryandan da, şer’i mahkemelere kadı-hakim yetiştiren ve bugünkü anlamda Hukuk Fakültesinin dengi olan 4 yıllık Mekteb-i Nüvvab’a imtihanla girmiş ve 4 yıl devamla bu okulu da hiç sene kaybetmeden bitirmiş. Yalnız, bitirme imtihanı sırasında talebeler arasında kur’a çekiminden kaynaklanan bir kargaşa sırasında rahatsızlandığı, hasta haliyle imtihana mecburi dahil edildiği, fakat bu mazereti şeyhülislamlıkça sonradan anlaşıldığından ve sınıf başkanı olmasından dolayı gönlü alınarak taltifle telafi edildiği ve mezun olduğu, kendi otobiyografisinde belirtilmektedir.(12 Aralık 1893). Kendisi, o yıl mezun olan 18 kişi arasında üç Elbistanlı’dan biridir. Diğer ikisi, Maraş kadısı Mehmed Fevzi Efendi ile Elbistan Müftüsü Mustafa Feyzi Efendidir. Aldığı ruuslarda “Elbistan kazası eşrafından, rütbe ve nişanı haiz kimseler arasında sayıldığı” belirtilmiştir.
Nakip Kadı Mustafa Kamil Efendi, mezuniyetini takiben 16 Haziran 1893’te 1250 kuruş maaşla Beyrut’un Merciiyyun kazası kadılığına tayin olundu. Burada iki yıllık hizmetinden sonra, Hüsn-ü hal (iyi hal- üstün başarı) belgesi aldı ve ayrıldı (Mayıs 1895). 25 Mart 1896’da İzmir’in Urla kazası kadılığına tayin edildi. Burada yasal hizmet süresini doldurmasına rağmen halkın ve kaza idare meclisinin isteği üzerine görev süresi bir yıl kadar daha uzatıldı. Urla’dan sonra 17 Eylül 1898 tarihinde Hısn-ı Mansur (Adıyaman) kadılığına tayin edildi. Bir yıl kadar süren bu görevinden, bazı şikayetler nedeniyle geçici olarak elçektirildi ise de, çoğunluğu Kürt ve Ermeni ahalisine mensup ilçe halkı, ilçe kaymakamı, mal müdürü ve idare meclisi üyelerinin yaptığı şikayetlerin bir düşmanlık eseri olduğu sonradan şeyhülislamlıkça da anlaşılarak, burada göreve devam etmesi halinde, o sırada kurşunlanarak öldürülen Akçadağ kadısı gibi kişisel bir saldırıya uğrayabileceğine dair deliller bulunması nedeniyle, muhtemel bir saldırıdan korumak amacıyla idareten görevden alındığı şeyhülislamlığın şerh yazısıyla kendisine bildirildi. (Adıyaman kadılığı sırasında verdiği mahkeme kararları ve duruşma tutanakları, Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından Yüksek lisans tezi olarak hazırlanmıştır.)
Adıyaman Kadılığından sonra 31 Mayıs 1900 tarihinde Andırın kazası kadılığına atandı, bir yandan da İlçe İdare Meclisinde tabii üye olarak görevlendirildi. Burada da iyi hizmet belgesi almaya layık görülmüş, dönemin Şeyhülislamı Mehmed Cemaleddin Efendi tarafından, terfien Medrese-i Ali’de ders verebilmesi için yeterlik belgesi verilmesi uygun bulunmuştur. İki yıl hizmetten sonra istifa ederek Andırın Kadılığından ayrıldı (14 Haz.1902). 2 Temmuz 1902’de kendisine, o zamanki usule göre, Elbistan uleması ve ileri gelenleri tarafından Nakip olduğuna dair icazetname verildi. (Bu icazetnamenin altında Elbistan ulemasından 30-40 kişinin adı, mesleği ve lakabı yazılıdır.
Andırın kadılığından sonra, 10 Aralık 1903 tarihinde Aydın ili-Çal kazası kadılığına getirilen Kadı Mustafa Kamil Efendi, burada da bir yıl bir ay kadar görevde kaldıktan sonra melankoli hastalığına yakalandığından istifa ederek ayrıldı.(12 Ocak 1905) Bu hastalığın nedeni, o sırada Menderes ırmağında boğulan Sabit isimli oğlunun acısından kaynaklandığı rivayet edilse de; Kadılığın yanı sıra, zamanın büyük ilim adamlarının kitaplarını çokça okuyup incelediği, manaları üzerinde ziyadesiyle kafa yorduğu; ayrıca, istibdat döneminin baskıcı idaresine karşı çıkıp, Tanzimatçılar yanında yer aldığı için baskılara maruz kaldığı, bu nedenle hastalandığı bilinen bir gerçektir ve daha doğrudur.
Çal Kazası’ndan ayrıldıktan sonra Elbistan’a gelen Kadı Mustafa Kamil Efendi, iki yıla yakın bir süreyi burada geçirmiştir. O sırada Aydın Valisi olan Kamil Paşa, Mustafa Kamil Efendi’ye maaş bağlanması için ilgili makamlara yazı göndermişse de, bu arada Elbistan Belediye Tabibince tanzim edilen iyileştiğine dair rapor üzerine, 14 Eylül 1906 tarihinde Adana’nın Haçin (Saimbeyli) kazası kadılığına tayin edildi. Yedi ay kadar bu görevde bulunmasından sonra, melankoli hastalığının yeniden nüksetmesi üzerine durum, Kozan Mutasarrıflığı aracılığıyla Adana valiliğine; Adana valiliğince de şeyhülislamlığa ve İstanbul’daki diğer ilgili makamlara iletilmişse de, “Yerime atama yapılmadan görevi terk etmem ve ailemi burada tek başlarına bırakmam mümkün değildir” diyerek bir süre daha görevinden ayrılmış (15 Nisan 1907) ve Adana’da tedavi altına alınmıştır.
Çal kazasında yakalandığı hastalığın Haçin’de yeniden nüksetmesinin nedeni, Tanzimat karşıtı oldukları bilinen Ermeni asıllı belediye başkanı Artin ve onunla birlikte hareket eden Haçin Kaymakamı ile Kaza idare meclisi üyelerinden gördüğü baskı ve tahakkümlerden kaynaklandığı, Haçin belediye başkanı Artin Efendiye yazdığı iki emirnameden ve Padişah Abdulhamit’e gönderdiği Menşurdan(yazı ferman) anlaşılıyor. Bizzat kendi el yazısıyla yazdığı 8 Temmuz 1912 tarihli Tercüme-i Hal varakasında: “Haçin kadılığı sırasında, İstibdat döneminin baskıcı ve rüşvetçi memurlarının zorbaca tahakkümlerine ve irtikaplarına alet olmadığı için Haçin Belediye Başkanı Artin Efendinin, Haçin Kaymakamının ve İdare Meclisi üyelerinin baskısına, tahakküm ve zorbalıklarına maruz kaldığını, bunların asılsız şikayetleri üzerine zaman zaman yargılandığını, ayrıca, Meşrutiyetçi olduğu için bazı hürriyetlerinin kısıtlandığını ve bütün bunlara rağmen, Şeyhülislam ve Hakimleri belirleme Meclisi tarafından bütün bu isnatların zorbalık ve düşmanca niyet sonucu olunduğunun anlaşılması üzerine, görevine engel bir hal olmadığının karara bağlandığını belirtilmekte ve bu durumu: “Bendeniz gibi Meşrutiyet bendelerinin gasp edilmiş hürriyetlerini iade için ilan edilen genel affın suçsuzluğumu hakkıyla ortaya koymuş olduğu arz edilir.” Şeklinde açıklıyor.
Buna göre Kadı Mustafa Kamil Efendi, baskıcı İstibdat yönetimine karşıdır; Meşrutiyet yanlısıdır; aynı zamanda baskılara boyun eğmeyen, rüşvete, irtikaba göz yummayan, bütün bunlardan rahatsızlık duyan, ülke sorunlarını kendine dert edinecek derece hassas mizaçlı bir karaktere sahip olduğu anlaşılıyor. Melankoli hastalığına yakalanma nedeni her ne kadar suda boğulan Sabit isimli oğlunun acısından kaynaklandığına bağlansa da, yukarıda belirtilen toplumsal rahatsızlıklarının ve hassasiyetinin de bunda payı olduğu anlaşılıyor. Zira, o yıllarda oğlu Ata ile birlikte İzmir’e giden Ali Alparslan, -namı diğer- Ali Filik- (Ata’nın çocukluk arkadaşı), “Mustafa Kamil Efendinin birgün konuklarıyla birlikte konağın bahçesinde akşam yemeği yediklerini, kameriyenin altında sabaha kadar sohbet ettiklerini, o sabah Güneş henüz doğarken kahve istediklerini, kendisine sunulan kahveye uzanırken ansızın yere düştüğünü ve bu olaydan sonra hastalandığını, bütün bunlara bizzat tanık olduğunu” anlatmıştır.(1970)
Hastalığı nedeniyle Haçin (Saimbeyli) Kadılığından ayrıldıktan sonra, iki hanımı ve üç çocuğuyla birlikte Elbistan’a gönderildiği, sicil dosyasındaki belgelerden anlaşılıyor. Sözü edilen çocukları: Ata (Soydan), Hayri (Soydan) ve kızı Habibe’dir. Oğlu Mehmet Soydan ve Kadir Soydan ise bu tarihten sonra dünyaya gelen çocuklarıdır.Habibe’nin, Elbistanlı İbrahim Ethem oğlu Ökkeş Salt isimli bir öğretmenle nişanlı olduğu bir çağda, annesinin vefatından altı ay kadar sonra ve tıpkı annesi gibi ansızın öldüğü (1929); resmi nikahlı nişanlısı Ökkeş Salt’ın ise bu olaydan sonra ortadan kaybolduğu, 70 yaşlarında olduğu bir tarihte Kabe’de mihmandarlık yaptığı sırada, Afşin-Altaş köyünden Tüysüz Mevlüd Efendi ile karşılaştığı ve Habibe’nin kardeşlerine selam gönderdiği, bir daha da kendisinden haber alınamadığı ve o topraklarda kaldığı biliniyor . (Habibe’nin Kabağaç çiftliğindeki hissesi, resmi nikahlı eşi olan ve halen nüfusta sağ gözüken Ökkeş Salt’a intikal etmiş ve 1970 kadastro çalışmalarında onun adına tapu tescil edilmiştir).
Kadı Mustafa Kamil Efendi’nin, Haçin Kadılığı görevinden -hastalığı nedeniyle- ayrılmasından bir hafta önce, Haçin belediye başkanı Artin efendi’ye iki emirname ve Padişah Abdulhamid’e bir menşur göndermesi, daha sonra da mehdilik iddiasında bulunması, duçar olduğu hastalığın bir sonucu olarak algılanmış ve yorumlanmışsa da; bunun, o ortamda bazı toplumsal sıkıntıları üstü kapalı bir şekilde dile getirme yöntemi olduğu; Osmanlı’nın yıkılmaya doğru sürüklendiği bir dönemde bir kurtarıcıya ihtiyaç duyulduğunu ima etmek niyet ve arzusuyla söylendiği biliniyor. Hatta, o günlerde Ceyhan’ın kenarına bir kameriye yaptırdığı, ilmine hürmeten kendisine sunulan selamları burada kabul ettiği ve Mustafa Kemal’in (atatürk) adı daha ortada yokken, “ben Mustafa Kemal’im” diyerek telkinlerde bulunduğu biliniyor. Kadı Mustafa Kamil Efendinin budavranışındaki mucize, O öldükten sonra ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya çıkmasıyla birlikte anlaşılıyor. Zira, gerek Padişah Abdulhamid’e, gerekse Artin Efendiye gönderdiği emirnamelerde, yukarıda sözü edilen toplumsal bunalımları ve rahatsızlıkları dile getirmiş ve bunların derhal halledilmesini istemiştir. (Emirnamelerin ve menşurun aslı, anılan kitapta vardır)
Kadı Mustafa Kamil Efendi, Haçin (saimbeyli) kadılığından ayrılıp Elbistan’a geldikten kısa bir süre tedavi gördükten sonra, Elbistan belediye tabibi tarafından, “hastalığından hiçbir eser kalmadığına ilişkin” rapor verilmiş, öldüğü tarihe kadar Elbistan’da müderris ve müftü vekili olarak görevine devam etmiştir. Bu durumu, 1912 tarihli ve kendi el yazısıyla yazdığı tercüme-i Hal varakasından, sadeleştirilmiş haliyle özetleyerek aktaralım:
“Bu kadılıklardan sonra 14 Mart 1908’de (1 Mart 1324) Elbistan kazası müderrisliğine tayin olundum ve 1910 yılı Mart ayı başındaki genel tensikat (fazla memurları işten çıkarma komisyonu) tarihine kadar ayda 400 kuruştan iki yıllık 9.600 kuruş maaş aldım. Halep tensikat komisyonunca müderrislikte devamıma karar verilmekle, 14 Mart 1910 tarihinden bu tercüme-i hal varakasını doldurduğum güne kadar maaş aldım ve hala da almaktayım. Yine 25 Haziran 1910’da boş olan Elbistan kazası müftü vekilliğine, beşte bir ilave maaşla ayrıca görevlendirildim. Bu görevlerimle ilgili üstün hizmet belgem de vardır. Yine 3 Eylül 1911’de müderrisliğim devam etmekle birlikte, 300 kuruş ilave maaşla, boş olan Elbistan kazası şer’iyye mahkemesi katipliğine de atandım.(8 Temmuz 1912)
Bütün bu birikimlerin sonucudur ki, Kadı Mustafa Kamil Efendi 1912 yılında, sosyal içerikli NEBEVİYYE/EFRAD TARİKATI’nı kurmuş, bu tarikatın esaslarını, öğretisini ve yaygınlaşma yollarını açıklayan MİNHACU’L – MÜ’MİNİN başlığı altında bir de risale yazmıştır. Bu risalesinde, “Tarikatların Müslümanlar arasında ayrılık ve ihtilaflara sebep olduğunu; Nebeviye Tarikatı’nı, Müslümanlar arasındaki bu kalbi ayrılık ve aykırılıkları ortadan kaldırmak amacıyla kurduğunu; bunun müritsiz bir tarikat olduğunu; bütün tarikatların hakikat ve faziletlerinin Nebeviyye Tarikatının kapsamı içinde yer aldığını belirttikten sonra, Nebeviyye tarikatında: Ağır riyazatlara, akla aykırı düşüncelere, ne olduğu bilinemeyen muğlak hikmetlere yer olmadığını; dünyadan el etek çekmenin olmadığını; insanlarla, toplumla iç içe, kardeşlik ve yardımlaşmaya dayalı; hayırlı, akıllı, tedbirli, gayretli, olgun, güleryüzlü, iyi geçimli, sır saklayan, kimseden bir şey istemeyecek durumda olabilmak için çalışkan insan yetiştirmeyi hedefleyen; tüm yaratıklara şevkat ve merhameti esas alan; tembellik, uyuşukluk ve zulme taraftarlığı kabul etmeyen; ahlakı arındırmayı, hak ve adaleti hakim kılmayı amaçlayan; hürriyet, eşitlik, adalet, meşrutiyet kavramlarını tanımlayarak tek bayrak, tek millet çatısı altında herkesi bu faziletlere eşit derecede sahip kılmayı esas alan bir tarikat olduğu açıklanmaktadır. Kırkbir maddeden oluşan ve sonunda 7 Haziran 1912 tarihi bulunan MİNHAC’UL-MÜMİNİN risalesi ise, bütün bunların öğretilmesi için yazılmış bir talim usulü olduğu belirtmiştir.
Bu risale, Padişah Abdulhamid’e sunulmak üzere şeyhülislama gönderilmiş ve gereğinin icrası istenmiştir. Bununla ilgili yazışmaların aslı, “Elbistanlı Nakiboğlu Kadı Mustafa Kamil Efendi” kitabında yer almaktadır.
Kadı Mustafa Kamil Efendi 1917 yılının Haziran ayı başlarında vefat etmiş olup mezarı, Elbistan belediye binası arkasındaki “Nakıplı mezarlığı” adıyla anılan aile mezarlığındadır. Ancak, -ne hikmetse!- Nüfus kayıtları 1914 yılında vefat ettiğini gösteriyor. 1917 yılında dava vekilliği (avukatlık) yaptığını gösteren belgeler ve oğlu Abdul Kadir’in 1916 doğumlu olduğu dikkate alındığında, ölüm tarihinin sonradan değiştirildiği,nüfus kütüğünde tahrifat yapıldığı anlaşılıyor.
Not: Daha geniş bilgi için: Ömer Hakan Özalp, Elbistanlı Nakiboğlu Kadı Mustafa Kamil Efendi, Özgü yay, İst, 2007
DOĞAN SOYDAN
TORUNU
YORUMLAR
Sevgili abiciğim, bir vefa örneği olan harika anlatımınızla dedemizi yadetmeniz, onun şahsiyetini,fikirlerini, başarılarını ve acılarını anlatan yazınız takdire şayan... onu gün yüzüne çıkaranlara ve size kalbi teşekkürlerimi gönderiyorum. selam ve saygılarımla