- 1030 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Sevdalık Eyi Şeydur
-Kazım Koyuncu Anısına...-
Ben de daha yeni başladım. Minibüs ringini yapıp tekrardan bizim mahalleye gelinceye kadar, minibüsde oturup senin ile gezdiğim sokakları izleyeyim dedim. Kokunu almak için camı açtım sonuna kadar. Allah’ım bana acımış olmalı ki, yanıma kimse gelip de oturmadı. İkindi vaktini az vakit geçmişti. Camın kirlenmiş kulpuna elimin tersiyle dokundum. Hani senin de benim ilk elimi tuttuğun gibi. Acımıştı o an da yüreğim, ne bileyim, ben sana inanmıştım da, sen bana tereddüt ile yaklaşmıştın.
Dizimin kanayan çocukluğunda toprağa diktiğim fidanlar gibi gözümün önünde durup seni seyrettiğim anlar geldi aklıma. Utanırdım da hani, emdiğin süt de helal imiş ki, ne zaman seninle buluşsak bir yer de, yağmur yağardı. Hatırlar mısın, bir keresin de yağmur yağarken üzerinde ki bluz tenine yapışınca canım sıkılmıştı. Sana üzerim de ki tişörtü çıkartıp vermiştim de, atlet katı onca yol yürümüştüm. Tanırsın beni, deliyimdir az.
Şimdi sensizliğimin saatinde seni büyütürken saçlarının adetince, geçmişin mutlu avuntuları ile besliyorum kuytularımda ki ufacık umudumu. İçimde bir yerdin sen çünkü, içimde ve kumral teninde altın sarısı düşlerdi hayalin. Ben de sana budanır gibi gelirdim ya hani her zaman. Neden sakallarını kesersin diye bana sorardın. Kızım, bizim de deliliğimiz derin derdim, gülerdik beraberce saatlerce. Hani hep de gülerdik deyip kandırmayayım kendimi. Yanağımızı birbirimizin yanağına dayayıp da ağladığımız hallerimizde çoktu.
Hiç ayrılmayalım diye bir söz de etmemiştik hatırlarsan. Ben bir gün sana hediye bir böcek yakalamıştım. O böceği ayalarının aklığı arasına koyduğum an, yüzünde ki hoşnutsuzluğu görünce, seni üzmemek için elimden geleni yapacağım diye kendi kendime söz vermiştim. Ama hatırlarsan hiç söz etmemiştik ayrılmaktan. Fidanlarımız büyüyecek ve filizlenen dallarında bize meyve verecekti güzel sevgimiz.
Bazen çok utanırdım senden. Öp dediğin an, alnından öperdim de kızardın bana. Dudağımın suçu ne derdin, ben de kızım deliliyizdir hani, günahımız da az değil diye sana gülerek bakar, yüreğimde donmuş katılıkları eritirdim. Hani en çokta sarılınca mutlu olurdum ben, bunu sen de iyi bilirdin. Boynuna değen burnumun ucunda, sen kokardın her şeyden ziyade en reyyasında.
Hangi çiçeğe benzetsem eksik kalırdı kokun. Emdirirdin düşlerini ya saçlarının ardı sıra, ah güneş de böyle mi açar diye her gün efkarlanırdım. Ya ben seni böyle deli severdim, sen de bir o kadar deli. Hatırlarsan az yol yürümemiştik. Sokaklarda dolaşırken belim ağırınca benim, benim belim kadar ince olsa belin senin belin de ağrımaz diye espri yapardın da, tepemi attırırdın düdüklü tencere gibi. Sonra şaka yaptığını söylerdin, sarılırdın yine. Ulan kızamazdım ki sana! Bir gün bir parka girmiştik. Üzerinde beyaz uzun bir etek vardı. Kızacaksın biliyorum, onu da sana ben aldırmıştım. Cemil İpekçi ile akrabalığın var mı diye ikide bir soru sorardın ya, sonra gözlerinden ne kadar memnun olduğunu anlardım. Garipti çünkü, bir erkeğin bir kadın ile alışverişe gidip ona istediği şeyi aldırması. Onun üzerine de zorla ince bir yelek aldırmıştım. Sıfır kol yok diyordum da, yine de dinlemiyordun beni. Be can billiurum benim, o beyaz etek ile banka oturmuştuk da hani, hiç bakmamıştık kirli mi değil mi diye? Ben o ara seni o kadar güldürmüştüm ki, unutmuştun silmeyi filan da hani. Kalkacağımız zaman sana bir arkana dönsene demiştim. Ne oldu diye gülmüştün. Hani alışveriş merkezinde bakardım da, o zamandan aklına gelmişti, yine bir kusur mu buldum diye filan. Yok demiştim, sen dön haydi. Arkanda koskacaman gri, biraz da hafif siyah tozu görünce kahkahayı basıvermiştim. Deli, ne oldu diye sorararken sen de bakıvermiştin ince boynunun yanından arkaya doğru. Tabi görünce sen de tozu, bir çığlık ki karşıda oturan liseli çocukları korkutmuştun. Polis de salıncakların orada oturuyormuş, nereden bilelim. Gelip de sormuştu ya sana, bir sorun mu var hanımefendi diye. Gülüvermiştik de polise, az kalsın ikimizde nezarethaneyi boyluyorduk.
Sıcağında kekik kokularıyla haşlanacak tavukların olduğu evlerin önünden geçerken, gözlerimizde kırmızı kiremitler dolaşırken yazları, sana şiir okurdum. Hani en çokta Ümit Yaşar’dan okurdum sana. Benim edebiyata olan ilgimi ilk duyduğunda ne kadar da şaşırmıştın. Kızım, deliyiz filan da hani, bizde de romantiklik neden olmasın demiştim de gülmekten kırılmıştın. İki dakika sonrada ağlamıştın, ben neden ağlamadığını bilemeden. O gün de sen bana şiir okumuştun. Hem de Ümit Yaşar’dan. Hediyenin de böylesini ben ilk defa alıyordum. Şiiri okurken, aklıma gelen mısralardan farklı bir şekilde okuduğunu anlamıştım. Kendi sözcüklerin ile mısraları bir destan gibi okuyordun:
‘Ölme diyorsan bana sevdiğim, benim yakışıklım, gitmemi de bekler gibi hiç bana bakma, kal de bana her zaman. Sarıl sımsıkı, tenimle bir olsun sıcacık tenin, beni bırakma, ellerimi bırakma. Senin ile beraber iken lavlar fışkırır, lavlar fışkırıyor canım gözbebeklerimden. Bir gün olmama ihtimaline ağlamak istiyorum. Hadi durma karşımda öyle, çek sandalyeni gel yanıma tut ellerimi, benim yanıma gel. Benimle beraber ol, meydan okuyalım her çaresizliğe ve benimle uyu geceleri, benim ile de uyan. Çünkü seni çok seviyorum sevgilim.’
Yanaklarımızdan akan yaşlar ikimizinde kuyruk sokumuna doğru akıyordu hazin hazin. Sarılmıştık o an da. Yazın o sıcak ikindi vaktinde, üzerimizde ki tişörtlerin sırt tarafları nasıl da ıslanmıştı. O tişörtleri üreten fabrikalar nasıl da bahtiyar olmuştu, kimbilir?
Oy delim benim, deli sevdiğim, delim benim! Yazdığım romandan sana bahsederken gözlerin nasıl da açılmıştı. Anlat anlat demiştin hemen. İki saat ayrıntısına kadar romanımı sana anlatmıştım. Romanda kahramanların başından geçenleri bizde yapalım demiştin bir keresinde. Aşk romanı olduğundan dolayı sen de türlü türlü hayal kurmaya başlamıştın. Yahu, kız dur diyordum. Yok, beni dinlemeyip romanda geçenleri yapalım diyordun. Seni geçiştirmiştim o gün de, bir daha nasıl geçiştiririm diye düşünüyordum.
Gerek kalmamıştı seni susturmama, frenlememe. O gün evine dönerken taksiye bindirmiştim seni. Ve nereden bilebilirim ki seni orada son görüşüm olacak! Taksi, sizin evin sokağına girmiş iken, yukarıdan freni boşalmış kamyonun gelip senin bulunduğun taksiyi paramparça edeceğini nereden bilebilirdim ki! Morga uğrayıp ne kadar zorlasam da, bir türlü göstermemişlerdi seni bana, son kez de olsa. Öyle bir günde yitip gitmiştin ki, o yaz akşamı benim en kötü günüm olmuştu.
Günlerce manasız bakışlarım ile ruh gibi dolaşmıştım. Bir gün sizin eve gelmiştim. İlk defa annen ile karşılaşıyorduk. Aramızdaki her şeyi biliyordu da, ama baban duymasın diye sana sürekli bizim için aşkınızı saklayın herkesten diyormuşta, sen demiştin bana. Annen ile pek fazla şey de konuşamadık hani. Odana girmem için izin isteyecektim ki, kendisi kalkıp gel dedi bana, seni onun odasına götüreceğim. Odanın içine kadar gelmiştik beraber. Ben sana bir şeyler getireyim de soğuk, sen iç deyip annen gitmişti. Odanda tek başıma dolaşırken, kitaplarının arasında günlüğünü bulmuştum. Direk son yazı yazdığın sayfayı açtım. Banaydı. Bir öncekine baktım, onu da bana yazmıştın. Diğerine diğerine derken, tüm günlükleri benim ile olduğun zamanları yazdığını anlamıştım. Ama öyle bir yere denk gelmiştim ki, içim ürpermişti:
‘Aşkım, eğer bana bir gün bir şey olursa, beraber yaşadıklarımızı anlatırsın değil mi? Beyaz pileli eteğimi, pembe elbisemi, sarı saçlarımı, senin bana aldığın babetleri, ağladığımız günleri, sarılmalarımızı ve dolabımın alttan 2. çekmecesinde sakladığım, sırt tarafına gözyaşlarını bıraktığın tişörtümü...’
Okuyamıyordum daha fazla. Gözlerimden akan yaşlar ile bir deniz olmuştu odan. Annen gelmeden tarif ettiğin yer de o tişörtünü bulmuştum. Gariptir ki yıkamamıştın ve hala sen kokuyordun mis gibi. Annene Allah bilir nasıl bir yalan attın da yıkamamıştı bu tişörtünü. Ama annenden saklayacak değildim. Buz gibi soğuk limonatayı annenin yanında gözyaşları ile içtikten sonra, günlüğünü ve de tişörtünü göstermiştim annene. Başını sallamıştı alabilirsin diye. Eve gittikten sonra saatlerce koklamıştım o tişörtünü. Senin de gözyaşlarını bıraktığın ve benim de yıkamadığım tişörtü senin tişörtün yanına koyunca, sen varmışçasına yanımda ağlayan gözlerim ile gülüvermiştim.
Ah canım! Minibüs ringini tamamladı. Ama göremedim yine seni. Biliyorum, ne zaman çıksam böyle minibüs gezmelerine, hep seni arayacak gözlerim. Seni göremesem de, inan ki kokunu alacağım daima ve hiç merak etme şimdi güzel sevgilim, yazacağım ben seni daima kanlı yaşlarım ile, seni arayıp bulamasam da hiç!
Başladım bile bak! Yeter ki sen mutlu ol ve bana gülümse simsiyah gözlerin ile karşımda. Hayal bile olsan, ben kanarım sensin diye.
YORUMLAR
HakkınSesi
Ve Aleykumusselam inşallah...
Duygusu içinde, kalitesi ise hep ortada olan bir tarzın var. Okuyucuyu sürükleyen, hislendiren ve düşündüren her bir yazın için ayrı ayrı kutluyorum. Bu da çok güzeldi. Başarıların daim olsun. Selamlar.
HakkınSesi
HakkınSesi
Hürmetler:)
ne yaptın sabah sabah sen yaa
içime işledi satırlar ağlattın beni sonunda ..
her defasında söylüyorum ki, senin kalemin bir başka..
eyvallah ..
HakkınSesi
Ben yazarken gülüyordum..
Çünkü kızın sözünü yerine getirmek var işin sonunda, değil mi?
Hürmetle..
hayatbuysa ben yokum
bırak kızı dursun orda:)
sen perişan ettin beni diyorum,
sen söz diyorsun:)
HakkınSesi
hayatbuysa ben yokum
erkeğe yakışmazmış!
çok saçma bence..
HakkınSesi
Ağlarsam yazamam dedim, ondan tokat attım...
Kurgu değilse yazınız, of ki ne of !
Ayşe kardeşimin de dediği gibi sabah ilk sizin yazınızla girdim siteye, içimi derin bir üzüntü sardı.Yazınız baştan aşağı derin bir acıyı anlatıyor, o büyük sevdayla birlikte.
Anlatım çok etkileyici, tebrikler, saygılar.
HakkınSesi
(Kazım'ın anısına kurgu)
Hürmetle efendim...Gününüz aydın olsun..