GÖZLERİN AĞLARKEN DAHA GÜZEL - Şiirsel Mektup
GÖZLERİN AĞLARKEN DAHA GÜZEL
Ne zaman ağlayan bir kadın görsem
Gözlerinde bir ağ ördüğü hüznün
Bürünür geceye sahil ve deniz
Kırılır dalgalar, belirir yüzün
İki yangın yeri senin gözlerin
Binbir renk tutuşmuş palet görmeyen
Bir siyah alevsin içimde yanan
Çağlar var ki sıcak, halâ sönmeyen
Şimdi bir gülsün ben şiir okurken
Sen en güzel gülden bile güzelsin
Ölüme âşıktım oldum olası
Oysa sen ölümden bile güzelsin
..........Ne zaman ağlayan bir kadın görsem, aklıma sen geliyorsun. Simsiyah saçların geliyor. Gözlerin geliyor. Hani o, ne zaman şiir okusam siyah siyah ağlayan gözlerin. Senin gözlerin ağlarken daha güzel. Daha büyük oluyor değil mi? Bunu sana ben söylemiştim. Sen de bunu bildiğin için sık sık ağlıyordun. Söyle, sevildiğin için ağlardın değil mi o zamanlar?
..........Sahi ne mutlu günlerimiz olmuştu seninle. Hele bir Mart akşamı Maçka’ya yürüyüşümüz var ki, hafızamı kaybetsem unutamam. Gökyüzünden mavi bir yağmur yağıyordu sokaklara. Oysa biz saçlarımızdan değil, içimizden ıslanıyorduk. Sonra denizi gören kanepelerden birine oturmuştuk. Sana EBEDÎ’yi okumuştum. Senin için yazdığımı biliyordun o şiiri. Sevinmiştin. İşte o zaman sobe oynayan küçücük çocuklar gibiydin. Seni seviyordum.
..........Sonra yine yağmurlu bir akşamüstü ellerini kaybediverdim. O, mutluluğuma sembol yapmak istediğim ellerini. Yârabbi! Bu sevda, bu güzellik, kaldırım taşlarına tükürülmüş bir hatıra olarak mı kalacaktı?
..........Sonra ayrılığı düşünmek beni bitirdi, tüketti anlıyor musun? Şimdi gözlerini kapa, bir çöl ve susuzluktan dudakları çatlamış bir adam düşün. Çam ağaçlarının arasına gürül gürül akan bir mermer çeşme koy. Adam uzatsa dudaklarını, çeşme serap olacak, biliyor. Adam çaresiz, adam bitkin, adam yorgun. İşte ben, o susuzluktan dudakları çatlayan adamım. Sen de o mermer çeşme. Senden bir yudum su istesem, seni kaybederim, biliyorum. Bir daha meleklerin yanında seni belki görürüm, belki göremem. Oysa seni böylesine kaybetmek, bana yaşamaktan bile zor gelir, inan.
..........Seni en büyük sevdim ben. Sen de beni sevdin önceleri, inkâr etme. Sonra ne oldu anlamadım. Bütün ışıklar bir baharın şafağında karardı. İstanbul şahit, ben istemedim böyle olmasını. En kahverengi yerinde zamanın, sen kurşunladın aşkımızı.
.........İyi hatırlıyorum. Bir şiirimde sana,“kar yağınca sen gelirsin aklıma hep” demiştim, kızmıştın. Dört beş damla yaş birikmişti gözlerine, ağlayamamıştın. Zaten sen üzülünce ağlayamazsın. Sana o gün gönlünü alacak bir kelime bile söyleyememiştim. İnsan alabildiğine üzgün olduğu zaman teselliler bir hançer gibi saplanır yüreğine. Sen de o zaman anlayamamıştın beni.
..........Benim kaderim, ya anlaşılmamak ya da yanlış anlaşılmak zaten. Mısralarımın birinde kar seni bana getirdiyse, bu, kar temiz, bembeyaz, günahsız bir sabaha benzediği içindi. Ne var ki sen beni anlayamazdın. Çünkü bir insanın, hele hele bir kadının, ölesiye seven birinin hislerini anlayabilmesi için önce sevgiyi anlaması gerek. Oysa sen sevgiyi, doğuştan kör bir insanın, gökkuşağını tanıdığı kadar tanırsın.
..........Seni unutmak için neler yapmadım ki! Aklıma türlü delilikler geldi. En büyük delinin bile aklının ucundan geçmeyecek şeyler. Terkedip gitmek geldi içimden bu canım İstanbul’u, bir sürgün gibi. Bu, sahiline vuran dalgaları birlikte seyrettiğimiz Boğaz’ı, gözlerine nice aşk şarkıları söylediğim Bebek sırtlarını terketmek, unutmak demekti. Anlıyor musun? Yapamadım. Galiba ben senin ezelî ve ebedî mahkûmunum, esirinim, kölenim. Galiba ben bu şehire senin gözlerinin içinden zincirlerle bağlıyım.
..........Ne duruyorsun? Hadi o en siyah gülüşünle yeniden gül bu mektubumu okurken. Ama gülemezsin, ağlayamazsın da! Ben senin gerçekten hissederek ne gülebileceğine, ne de ağlayabileceğine inanıyorum.
..........Seni unutamadım. Ben kötü bir insan değilim. Yalvarırım inan bana. Ben böyle çılgınca hareketlerde bulunuyorsam, sebep sensin. Sen birazcık sevmesini bilsen, ben ne kıt’aların yerlerini değiştirmeye kalkarım, ne de güneşi gündüzleri söndürüp, geceleri yakmaya.
..........Sana niçin ÖLÜMDEN GÜZEL KADIN dedim, biliyor musun? Çünkü yaşamaktan en çok nefret ettiğim bir anda seni tanıdım, seni sevdim. Sol iç cebimde ölüm, artık gülmesini unutmuş gözlerimde ise çaresizlik, örümcek yuvaları yapmışken, ellerin girdi dünyama. O ince uzun parmaklı ellerinde yaşamayı görmüştüm. İşte sen, ölüme olan aşkımı öldürdüğün için ölümden bile güzelsin. Tut ki bana ölümü böylesine sevdiren, böyle korkunç özleten de senin güzelliğin.
..........Sahi! Sen “ÖLÜMDEN BİLE GÜZEL” olduğunu bilmiyorsun ki!
1970 - İstanbul
_____________Âlimoğlu___________