- 2125 Okunma
- 20 Yorum
- 0 Beğeni
TERBİYE
Melisa, Sevgili Sırdaşım,
Sana bu mektubu yaslandığım duvarın soğuğunu ta ciğerlerimde hissederek yazıyorum. Ama duvarın nemli bağrı bile sana yazacaklarımdan daha soğuk değil inan. Öyle ki; neredeyse bitmek üzere olan kalemim bile titremekte.
Sana uzun zaman önce yazdığım mektupta Osman’la aramızdaki sorunlardan bahsetmiştim. Bu zaman zarfı içinde garip bir şekilde artık tartışmaz olduk. Artık iki yol arkadaşı gibi değil de, aynı evi paylaşmak zorunda olan iki ev arkadaşı gibiyiz. “İstediğin bu değil miydi?”diye soracağını biliyorum. Tam anlamıyla bu değildi Melisa. Bu sessizlik artık tartışacak hiçbir şeyimizin kalmadığına bir alamet. Bir fare kilerimizdeki değerli değersiz bütün mevzuları kemirdi. Geriye kalan tortu, aramızda çekip uzatamayacağımız kadar minik ve sert. Malzeme tükenince ortalıkta fare de kalmadı. Meğer en hararetli kavgaların bile menşei aşkmış.
Artık ona, neden geç saatlerde geldiğini sormak gelmiyor içimden. O da gittiğim yerlere, kılığıma, alışverişlerime karışmıyor. Sonsuz ve korkunç bir denizin içinde yan yana yüzen iki küçük tekne gibiyiz anlayacağın. En kudretli dalgalar bile bizi birbirimize çarpmıyor. Ama bizi ayırmıyor da…
En son tartışmamızda bana kendisini anlamadığımı söylemişti. Evet, onu hiçbir zaman anlayamadım. Uğraştım aslında, ama o hep kapalı bir kutu kadar sırlıydı. Bu bana onun dertsiz bir adam olduğunu hisettirdi hep. İşyerindeki sorunlarından, içindeki anaforlardan hiç haberim olmadı. Belki de ben öyle istemiştim. Onun, hayatımdaki en güçlü dayanak olduğuna o kadar inanmıştım ki, aciz bir kul olduğunu asla bilmek istememiş de olabilirim. Nitekim; o da bunu doğruladı. “Sen o kadar sıkıntılıydın ki, benimkileri konuşmaya vaktimiz olmadı” dedi. Bu sözler beni çok düşündürdü Melisa…Gerçekten sürekli konuşarak onu susturmuş olabilir miyim, diye ölçtüm, tarttım. Maziyi yokladım…Birlikte geçirdiğimiz günleri, geceleri, yaptığımız yolculukları bile bir bir zihnimden geçirdim. Tabi bu kısa bir zaman içinde olmadı. Yaşanmışlıkları düşünmek bile ömrümün dört ayına mal oldu. Sonuçta kanaatim ne oldu biliyor musun? Bu ilişkide diyalog diye bir şey olmamış. Aksine, yankısız bir monologmuş evliliğimiz. Hep ben konuşmuşum, istemişim, ağlamışım. En çok kullandığım kelime bile “ben” olmuş. İşin garibi hala kendimi suçlu hisettmiyorum. Hep bir mazaretim var. Mazaretlerim bile “ben” ile başlıyor. “Ben güçsüzdüm.” “Ben mutsuzdum.” “Ben çaresizdim.”
O sadece korunaklı bir duvardı gözümde. Tırnağım kırılsa, yahut izlediğim filmdeki kadın ağlasa, soluğu onun şefkatli kanatlarının altında aldım. O an, yani ona sığındığım esnada, o ne düşünüyor, ya da ne hissediyor diye merak etmedim bile. Nasılsa çok güçlüydü, bir Zeus heykeli kadar heybetli ve sert…Beni en derin kabuslardan, en dipsiz uçurumlardan, yani ölümden gayrı bütün belalardan kurtarabilecek kadar olağanüstü bir adamdı. Bir tükenmez kalem, ya da asla tükenmeyecek bir batarya…Ama değilmiş. Bunu anladığımda, o artık benim bile değilmiş Melisa…Gökteki yıldızların bile hızla tükendiği bilimsel olarak kanıtlanmışken, benim sert duvarımın tükenmeyeceği aymazlığına nasıl düştüm ben? Dahası; nasıl kendimi bir ölümlünün sınırlı kudretine bu kadar gözü kapalı bırakabildim?
Şu an karşı duvarımda Osman Hamdi Bey’in Kaplumbağa Terbiyecisi tablosunun kötü bir kopyası asılı. Arada bu tabloya bakıp bakıp gülümsüyorum. O, sakalı beline değen ihtiyar neden ömrünü kaplumbağaları terbiye etmeye adamış ki dersin? Arkasına gizlediği değnek, terbiyeci oluşunun bir alameti olsa gerek. “Tablonun konumuzla ne alakası var” mı diyorsun? Görünüşte yok belki, ama gizliden gizliye tam da konumuz bu Melisa. Her insanoğlu bir terbiyecinin eseri. Bu terbiyecilerin değnekleri ise mizaçlarına göre çeşitleniyor. Kimi çok severek, kimi çok üzerine titreyerek, kimi döverek, kimi de aç bırakarak terbiye ediyor sorumluluğunda olanları. Ama biliyor musun, hep aynı mekanda ve aynı değnekle terbiye edilen kaplumbağalar, bulundukları yerin bir metre ötesinde bütün bildiklerini unuturlar Melisa.
Küçük bir kızken yorulduğum yere çadır kuran bir babam vardı hep. Onunkisi gönüllü kölelikti. Annem geceleri yorgan bekçim, babam beni dış dünyanın bütün vahşiliğinden koruyacak kahramanımdı. Basacağım yer iki kere kontrol edilmeden adım atamazdım. Hiçbir zaman kendimi koruma güdüm olmadı. Nasılsa bu işi benim yerime pek ala bir şekilde yapan iki gönüllü hizmetkarım vardı. Fakat, beni aralık kalan pencerenin dahi hıyanetinden sakınan hizmetkarlarım, aynı sadakati ağabeyime göstermedi hiç. Bu onu sevmediklerinden dolayı değildi elbette…Onun terbiye edildiği değnek farklıydı. O erkekti ve hayatı öğrenmeliydi. Hayat ancak düşüp kanayarak ve tutunup tekrar doğrularak öğrenilirdi. Onun hayatı boyunca tutunacağı tek dal, yine kendi elleri olacağı için, yaşam denen sergüzeştin bütün girdaplarına girip çıkmalıydı ki, ileriki ömründe iki kişiyi hatta daha fazlasını taşıyacak kadar tecrübesi olabilsindi. O vakitler bunların farkında değildim. Ağabeyim de değildi sanırım. Gizliden gizliye nefret dolu bakışlarına maruz kalırdım. Sonuçta çocuk yüreğiydi taşıdığı, benim korunmaya muhtaç bir çiçek olduğumu, kendisinin ileriki yıllarında çokça işine yarayacak bir güçte yaratıldığını bilemezdi ki! O, hayatın bu gerçeğiyle ne zaman karşılaştı bilmem ama ben yeni yeni yapbozun parçalarını daha net bir şekilde yerine koyabiliyorum.
Beni tanırsın; tek başıma sokakta yürürken ayaklarım birbirine dolanır. Kendimi ufalmış ve hastalıklı hissederim. Yürürken o kadar kaldırıma odaklanırım ki, birisi karşıma geçip, başıma odunla vuracak olsa, karakolda ‘şahsı gördüm’ diye ifade veremem. Sağa sola baksam, ağzından sular akan kurtların delici bakışlarıyla çarpışacağımı düşünür, ürperirim. Bir yerde soluklanacak olsam, durduğum yerin emniyetinden asla emin olamam, burası bir cami önü olsa bile. Kapalı bir kapıyı açıp içeri gireceğim vakit nefesim kesilir, içeridekilerle gözgöze gelince saçmalarım. Dedim ya, önümden yürüyüp kapıları açan, bana sorulan suallere tebessümle ve iftiharla cevap veren bir annem, attığım her adımda beni gölge gibi takip ettiğinden emin olduğum bir babam vardı. Beni anlıyor musun Melisa? Evlenince de hep aynı emniyeti aradım Osman’da. Hem annem, hem babam oydu artık. Kendimi bir mabetten diğerine korkusuzca bıraktım o yüzden. Nasıl ki; babamın kudretinin sınırlarını sorgulamamışsam, Osman’ın dayanma eşiğini de bilme gereği duymadım.
Evet, hasta olunca ona günlerce gecelerce bir bebek gibi baktım. Ama itiraf etmeliyim ki; hasta yatağındaki aciz ve çelimsiz halini, ağrıların verdiği azapla çıkarttığı iniltileri hiçbir zaman sevmedim ve ona yakıştıramadım. Bana muhtaç olduğu “sınırlı” sayıdaki herşey de tereddütsüz yanında oldum. Ama hepsi o kadar…
İşte Melisa; benim poşet taşıyıcım, musluk tamircim, namus bekçim, hırsız kovucum, dış kapı kilidim böyle böyle uzak bir ada gibi arkamda kaldı. Ya da, ada gibi kalan ben, uzaklaşan o, emin değilim. Ya birgün onu tamamen kaybedersem, bu tehlikeli dünyanın tam göbeğinde halim ne olur? Kırk yaşına geldiği halde ilk kez duymaya başlayan biri gibi, hangi yönden gelen sese doğru yürüyeceğimi şaşırmaz mıyım? O sesler beynimi bir burgu gibi öğütmez mi? Biliyorum, bu korkum bile bencilce. Ama bu elimde değil. Benim ruhsatımda eksik bir şey var. Kendimi kaçak binalar gibi hissetmem o yüzden belki de. Sahipsiz kalıverdiğim anda belediye beni yıkacak diye endişelenmem o yüzden.
Şimdi geri dönmek istesem, kaybettiklerimin ne kadarını kurtarabilirim Melisa? Dalına kurulmuş salıncağın içinde, gittikçe büyüyen varlığı taşıyamayıp, hayata karşı zorunlu bir hürmetle eğilen ağaca “Sen dik durmalısın” diyerek, onu doğrultabilir miyim? Ya ağaç eğildiği şekli almışsa, tekrar doğrultmaya çalışmak onu eğildiği noktadan kırmaz mı? Geriye kalan dalsız kütük ve kütüksüz dallar ne işime yarar?
Hadi bundan sonraki ömrümü onun derin ve sahipsiz sularına dalıp, içindeki korkuları, mutlulukları paylaşmakla ve sızlayan yanlarını müşfik bir anne şefkatiyle sarmalamakla geçti diyelim; bencilliğim ve körlüğüm yüzünden bulaştığı günahların damgasını bedeninden silmeye kudretim yeter mi?
Melisa…
Sen doğmamış bir bebeksin. Bu anlattıklarım gözünü korkutmuyor değil mi? Öyle bile olsa, sen hayatı doğmadan tanımış bir kız olarak dünyaya geleceksin. Yolun karşısına takviyesiz geçemeyen ihtiyarlar gibi olmayacak, birgün ne kadar uzağa kaybolursan kaybol, ergeç doğduğun evin önünden geçeceğinin bilincinde ve cesaretinde büyüyeceksin.
Evet Melisa…Dünya sahiden yuvarlaksa eğer, yolun sonu mutlaka kaybettiğine çıkar. Korkmamalı insan. Korkmamalı ki, kendinden başkalarını da düşünebilsin. Kendi içinde istikrarı sağlayan bir ruh, hiçbir şey için olmasa da, can sıkıntısından çevredekilerin dünyalarıyla ilgilenmeye başlar. Bir de tamamen insanlık yararına yaratılmış insanlar vardır ki; onları bu mektuba sıkıştıramam. Belki daha sonra konuşuruz bunu.
Saat gecenin bir kör vakti…Osman hala gelmedi. Emin değilim ama, sanırım bıraktığım boşluğu doldurmakla meşgul. Evren boşluk kabul etmiyor Melisa. Bu fizik kanunlarına aykırı. Boşluklar mutlaka dolar…Hiçbir şeyle değilse, havayla dolar en azından.
Artık yorganın içine girip uyumalıyım. İkimiz de üşüdük. Unutmadan; hani sana anlattığım bir masal vardı ya…Tavşanla kaplumbağanın masalı…Hatırladın mı? Lütfen tavşana, kaplumbağanın bir terbiyecisi olduğunu söyleme olur mu? Ola ki sonuca itiraz eder, o masalla terbiye edilen insanlığın bugüne kadar inandığı pek çok şey bir avuç küle döner.
Işıkları kapatıyorum. Korkma…Pencere kapalı, yatağın altında kimsecikler yok. Ben senin yerine kontrol ettim. Uyu hadi…
Hoşça kal…
...ENGİNDENİZ...
-KURGUDUR-
YORUMLAR
Saygıdeğer Aynur Hanım,yazılarınızın müdavimi oldum...geçmişe yönelik okumadığım daha doğrusu okuyamadığım yazılırınızıda fırsat buldukça okumaya çalışıyorum...İyiki favori yazar bölümü var..işaretledim...sizin emek yorgunluğunuz bitip,enter tuşuna bastınız mı? bize kırmızı işaret olarak geri geliyor...bizde hazıra konup güzel güzel okuyoruz...Bu yazınızda çok güzel,akıcı ve ders verici...A N C A K K K K
Resimde ki terbiyecinin yanlış analız edildiğini düşünüyorum tarafınızdan...Çünkü terbiyecinin arkasına sakladığı kaplumbağaları eğitmekte kullandğı ve kaplumbağalar görmesinler diye sakladığı nesne değnek değil...(Çok dikkatli bakarsanız) elindeki bir NEY'dir...Kaplumbağalara huzur veren,onları terbiyecisinin etrafında pervane yapan NEY....
Selam ve muhabbetlerimle
Aynur Engindeniz
Not bu cevap hiç mi hiç kurgu değildir.
Sevgiler minik...
O qué
Sonunda bitti .
Ben hepp okudum yazılarını ama cevap yollamama izin vermiyolar, sen bilgisayar delisi olmuşsun falan deyince millet, mecburen yazamıyordum.
Bayaği bir gezdim. Bayağı bir alışveriş yaptım, görsen neler aldım neler :D
Ben de seni çok özledim ama gizliden takipteydim ona göre :)))
Sevgiler güzel yazar!
Hayata dair yazılmış harika bir yazı.
Uzun ama okuması keyifli, tebrik ediyorum Aysel hanım,
Sevgilerimle..
Aynur Engindeniz
osman hamdi beyin kaplumbaga terbıyecısı resmını görüpte bu yazıyı okumamam mumkun degıldı.resmi sızın bakıs acınızla gormekse degısıktı.üzülüyorum böyle kadınları okurken.hem kendılerıne, hemde karsılarındakı kısılere ne zor hayat yasatıyorlar yazık.boyle cocuk yetıstıren anne babalarıda anlamıyorum.akici güzel anlatımınızla yazı zıhınlerde hızla suruklenıyor ve ardından farklı dusucelerle beyınlerde yer edıyor.kalemınıze saglık.saygılarımla...
nuray telli tarafından 5/18/2011 9:46:24 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Tüm samimiyetimle söylüyorum derin yazıyorsun ama aynı zamanda doğal ve duru. Anlatım tekniğin zaten mükemmel. Yani söyleyeceğim odur ki Edebiyat Defteri sensiz kesinlikle olmaz. Çok güzeldi. Keşke bitmeseydi dedim. Tebrik ederim. Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Edebiyat Defterinden bir yere gitmeyi düşünmüyorum zaten sevgili arkadaşım. Başka hiç bir yerde de yazmıyorum. Türkiyenin en büyük edebiyat dergilerini buraya değişmem. Öyle bir hayalim yok ama dünya çapında bir yazar olsam da her halde hergün burada yazmaya devam ederdim:))
Benim okuyucularım bana yetiyor. Daha iyisi can sağlığı...
Sensiz de bu defter olmaz biliyorsun değil mi?
Sevgiler.
Aysel AKSÜMER
Özürleri ararken Ben, sorumluları ararken başkalarını kullanmak. 'Ben güçsüzdüm, ben mutsuzdum ama onlar beni böyle yetiştirdi.' Hikayenin merkezinde çok gerçekçi bir saptama yatıyor. Bu saptamanın üzerine anlatı gayet akıcı bir dille inşa edilmiş. Tek kusuru üç noktanın gereğinden fazla kullanışı. Belki bir ikizi olabilir bu öykünün: Osman'ın mektubu.
Aynur Engindeniz
Sizi çalışmalarımda görmek güzel.
Osmanın mektubunu da bir ara düşüneceğim. Bu ara çok felsefe yaptık. Bu bana da okura da ağır.
Teşekkür ederim değerli yazarım.
Saygılar.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
Desenize hayal yayla gibi bir yerde...
Bunu düşüneceğim.
Tebrikler canım benim. Çok güzeldi. Ben dostlukta okyanus gibi fakat yorumda da ancak küçük bir su birikintisi gibiyim. Yorum yazarken çok zorlanıyorum nedense ama şu var şahaneydi. Sevgilerimle
Aynur Engindeniz
Sevgilerimle.
Bizlere has diye düsünüyorum bu cocuklarin (özellikle kizcocuklarinin) gereksizce bukadar üzerine titremeleri.
Mantigi son olarak devreye koymayi iyi benimsemis bir milletiz biz o yüzden kontrolsüz bir sevgiye dönüsebiliyor bu evladini her seyden korumak adina olan tutumlar.
El bebek gül bebek büyütülenlerin cogu kendi ayaklari üzerinde duramayan insanlar olup cikiyor.
Ben örnegin evde bir tartisma dahi olsa bunu gizlemem cocuklarimdan cünkü bir defa tartismam dahi ölcülüdür.
He rseyi güllük gülistanlik olarak cocuklara yansitmak cok yanlis bir sey benim gözümde.
Kadinlik ve annelik koruma gerektirmiyorki, hem aksine bir denge ve güc kadindan kaynakli erkegin hayatinda.
Bir erkegi siginak gibi gören kadinlarin varligi beni sahsen sinir ediyor.
Cok yönlü bir yaziydi yine hayata dair.
Yüregine saglik sevgili Aynur
Sonsuz sevgimle
hicbitmez tarafından 5/17/2011 5:20:08 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim. Sevgiler.
Ben sitede yeniyim ama fikrim dinlenirmi bilmem...
HERKEZE TAVSİYEM:
yazılarınızı SUTUN ŞEKLİNDE...
şiir yazar gibi KISA KISA SATIRLAR OLARAK YAZSANIZ...
KELİMELERİN DURMASI GEREKTİĞİ YERDE
BİR SATIR BOŞLUK BIRAKARAK...
Böyle YAN YANA uzun satırla halinde okuması çok zor oluyor..
HASAN BEYAN tarafından 5/17/2011 3:28:54 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Elbette ki fikriniz dinlenir.
Saygılar.
Ne çok (biz) var idi , gülüm.
Sus kalmayı yeğliyorum.
Öpüyorum yüreğnden ,içimizdeki hislerin tercumanı olmandan dolayı.
Aynur Engindeniz
Ne oldu bizim tiyatro işi. Bekliyorum bak. Önce ben mi bir tane yazayım yoksa...
Ülviye Yaldızlıı
Benim elimde bir şiir var onla uğraşıyorum şu vakit.
Sen yaz sen var gönlümü yaz be bitanesim.
Aynur Engindeniz
N. B. Ç.
Yanlışlıkla mı sildim acaba?
:)) Tek avuntum sevgilerimi gönderebilmişim.
Hakikaten o kadar yazı ne oldu :))
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum sevgili dostum.
Ülviye Yaldızlıı
ciddi yazdığına eminmisin Nurcanım.Benim gibi yazılanların arasında kayboldunda yazdımmı sandın acep:)
N. B. Ç.
Nasıl bir dünyaya geleceğimiz sizin gibi anlatılsaydı.Başımıza muhtemel gelecek vakıalar,acılar ve sevinçler anlatılsaydı önceden,hiç birinin manası olmazdı ve biz de belki dünyaya gelmek istemezdik.
Hayat tükettikçe güzelleşiyor aslında.
Binlerce anı biriktiryorsunuz,binlerce pişmenlığın yanında.
Milyonlarca gözyaşı dökmüş oluyorsunuz sizi terbiye eden milyonlarca tebessümlerinizin yanında.
Binlerce dost ve binlerce düşman,her biri anlam taşıyan ve sizi anlamlandıran.
kendimizi izah ederken her birine ne kadar muhtacız.
Ne kadar, onlarsız hayat boş ve beyhude değil mi?
Aslında her şey bir şey.
Bir şeyden türetilmiş bir çok,milyarlarca şeyler dönüyor etrafımızda.
Biz nasıl dönüyorsak etrafında diğer şeylerin.
Nasıl dönüyorsak güneşin etrafında,güneş de bizim etrafımızda.
Hayat adandığı şey kadar değerlidir.
Ve değer hayat ile anlaşılır aslında.
Bu yazınızı "Aylık Yazılar" adını verdiğim bölüme alıyorum.
Selam ve saygılarımı sunuyorum.
"Hayyal el-Felah"
erolabi tarafından 5/17/2011 11:13:36 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Ben ne olursa olsun hayatı daha doğmadan tanımayı tercih ederdim. O zaman tam şah dediğim anda mat olma ihtimallerim yüzde elliye çıkmazdı belki....
Size de "Hayyal el-Felah" değerli yazarım...
ahhh canım ne kadar düşündüren bir yazı ,birden kendimi düşündüm kurgudaki korunan kız ken birden annesini babasını kaybettikten sonra ayakları üzerinde durmaya çalışan o çelimsiz okorumasız kız birden kaplumba terbiyecilerinin eline düştü diyebiliriz onu öyle yapma orada öyle konuşma derlerken ,isyana kalktı bu ruhum ,durun ben kaplumba değil ,insanım ve benimde düşüncelerim benimde umutlarım benimde hayallerim var dedim ve kendimi eskisinden daha çok korumaya aladım.ve ailemin beni bu kadar koruyup gözettikleri için çok kızdım biliyormusun çünkü ben hiç kötü bir olaya maruz kalmadım hep sevgiyle büyütülüp hep dünyada iyiler var sandım.bana kötü söz söylenmedi ki kötü sözü bileyim bana kötülük yapacak kimse yoktu ,beni kıskanan insanların olacağınıda hiç düşünmemeiştimki gözü kapalı hayatın en pembesini görendim ki birde baktımki hayat sadece pembe bulutlarla kaplı değil ,hayatta griler hatta siyahlarda varmış .ahhh arkadaşım yazmakla bitmiycek bana hisettirdikleri bu kurgunun .canım benim çok düşündürücü oldukca manidar yazının sahibesini candan kutluyorum sevgiler gönderiyorum güzel yüreğine.
Aynur Engindeniz
Seni tekrar burada gördüğüme çok sevindim. İşlerinin yoğunluğu arasında vakit ayırıp yazımı okuduğun için teşekkür ederim sevgili arkadaşım.
Koruyup kollamak isterken çocuklarımızı, onlara bu içgüdümüzle aslında zarar verebileceğimizi, onların kendilerine olan özgüvenleri kaybetmelerine sebep olabileceğimizi farkettim, yazınızı okurken.
Okurken beni oldukça düşündüren bir yazı, eğitirken yapılabilecek hatalar, gözlerimin önünden bir bir geçti.
Onları dünyanın kötülüklerinen korumak isterken,abartarak aslında yalnış mı yapıyoruz, dedim.
Güzeldi sevgili Aynur, beni düşündüren, sevgimle.
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Bir yazının ya da şiirin sabah çayıma dek gelmesi çok önemli. Bugünüme dek gelen bu yazı oldu. Sabah zihnim iki bardak çayla çok dinçleşir ve kendime gelirim. Çaya dek gelen bu yazılar, şiirler ogün akşama kadar aklımda kalacak ve benimle gezecek yazılar olur. Ne zaman ki kendi toprağıma dönerim, ozaman onları aldıklarım yere bırakırım. Tabi ki bıraktığımda yazılar, şiirler özlerini kaybetmiştir, ta ki biri kendince bir anlam yükleyinceye kadar.
Mutlu olmak istiyorsanız çocukluk fotoğraflarınızı yırtıp atın ! O fotoğraflarda annelerin ve babaların gözleri hernasılsa adil bakmaz, mutlaka birine daha fazla kaymıştır, açıkta kalan çocuk bunu farkeder ve gözlerini adil olmayan bakışlara diker. Ne kadar az sevildiğini ta ogün farkeden çocukta, o dakikadan itibaren ayrımcılığa başlar. O da sevgilerini sınıflandırır. Kimisini içine alarak boğarken, kimisini sonuna kadar özgürce fırlatır...
İnsan, bugününe çokgenli bir süzgeçten geçerek gelir. Tecrübe edinmesi gereken odenli çok yeş vardır ki, şaşırıp kalır yolun ortasında. Kendi çocuğunuzda olsa onu çok sevme adına fazla sıkmak, sadece onun hayatını geciktirmekten başka bişeye yaramaz. Baba evinde farketmesi gerekenleri, çok sonraları başkasının yanında farketmeye başlar ki bu çok kötü bişey. Korumak ve güven vermek elbet önemli ama, dozunu ayarlamak daha önemli. Aşırı korunan çocuklar başkalarıyla birleştikleri dakikadan itibaren inanılmaz değer kaybına uğraralar. Bunu telafi etmeleride çok kolay olmaz. Başlarına bir felaket geldikçe ancak nedenlerini bulmaya çalışırlar. O ana dek sudaki balıktan farksızdırlar. O çocukken giydirilen zırhın halen sırtında olduğunu zannederek yaşar. Birgün çırırlçıplak kaldığında da örtünecek bişey bulamaz. Rüzgar çok sert esmiştir ve o farkedememiştir. Yeni dönem çocuklarında bu fazlaca görülmekte. Çocuk sizin sağladığınız sevgi ve standardı yakalayamadığında, aşırı derecede mutsuzlaşmakta, geriye bakmak zorunda kaldığında da başkalarının çoktan onu bırakıp gittiğini farketmekte. Artık bu eksiği yamayacak hiçbişeyin olmadığını da çok acıyarak görmektedir.
Kısaca hayatımızın eğrilen yanlarını düzeltecek alet yoktur. Galiba herşeyin özü kişilik kazandırmaktan geçiyor. Çocuğa kendisini gerçekleştirmesi için alan açmak. Onu tutup kaldırmak değil terbiye etmek.
Yazıyla ne kadar ilgisi var yazdıklarımın bilmiyorum ama, çayımı yudumlarken, bende ki izdüşümü bu oldu...
Yürekten kutladım.Selam,saygı...
hyazici58 tarafından 5/17/2011 8:32:02 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum tekrar. Saygılar.
Bu yazınızı,gece okumuş olsaydım;sabaha dek yazının vermiş olduğu dinginlikle rahatça mışıl mışıl uyuyacaktım. Yine deşanslıyım,sabahın erken saatlerinde okudum ya ;akşama dek yazındaki o güzel ifadaler,beni günün yorgunluğundan uzaklaştıracaklar,çadırımı kurarken ve toplarken kuşların seranatlarını çağrıştıran şarkının sözleri gibi beynimde terennüm edecekler...
Ya Aynur,sen gerçekten harika yazıyon ya.Hemi de valla billa...Zaman zaman kafam şiştiğinde senin yazılarını açıp okuyom,iyi mi...
Hele de bugünkü yazın,geceyi aydınlatan tam bir dolunay gibiydi.(Bu gece dolunay vardı zaten)
Her parağrafında felsefik içerikli dolu dolu bir anlatım...
Selamlar...
ayhansarıkaya tarafından 5/17/2011 7:00:30 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Sana hayırlı pazarlar, bol kazançlar diliyorum. Şansın, gözün , kalbin açık olsun inşallah Ayhan Abi...
Sevgiler.
Her insanoğlu bir terbiyecinin eseri. Bu terbiyecilerin değnekleri ise mizaçlarına göre çeşitleniyor. Kimi çok severek, kimi çok üzerine titreyerek, kimi döverek, kimi de aç bırakarak terbiye ediyor sorumluluğunda olanları. Ama biliyor musun, hep aynı mekanda ve aynı değnekle terbiye edilen kaplumbağalar, bulundukları yerin bir metre ötesinde bütün bildiklerini unuturlar Melisa.
Melisa'ya yazılacak daha çok mektup var...
Kadınların belki de en çok çıkmazda konuya güzel bir noktada yaklaşmışsınız ablacım.
Ne yapsa bir türlü huzur bulmayan ruhu için en iyisi mutedil ölçülerde duygularını hissetmesi olacak. Bu hem erkeğin yükünü azaltacak hem de kadına öz güven verecek...
İnce bir mektup idi. İnce ve yerini bulan.
Hürmetle..