- 921 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
KALBİM, ORADA KALDI!...(2)
İki yıldır bu köyde;Kutnu’de görev yapıyordu.Bütün çocukları ve çocukların ailelerini tek tek biliyordu. Köydeki Türkler, ona “Ali öğretmen” diyorlar,kendilerinden biri olarak görüyorlardı.Babasını Yunanlı olması onlar için hiç önemli değildi.Nasıl olsa mayasında Türk’lük vardı.Toprağı,Türk hamuruyla yoğrulmuştu…Son zamanlarda; Türklere yapılan saldırılar, öğretmeni çok üzüyordu ama ;umarsız kalmaktan başka bir şey gelmiyordu elinden.Türk köylüleri ile yaptığı gizli sohbetlerde:
- Benim kalbim de sizler için atıyor ama… Daha sözünü bitirmeden köylüler:
-Üzülme bre öğretmenim! Eğer Türkiye’ye gidersek mektup yazarız sana. Belli olmaz; belki ilerde turist olarak gezmeye gelirsin anavatana,diye teskin etmeye çalışırlardı.
Reşit, sırasında kitabın üzerine abanmış, sahifedeki metni okuyordu. Öğretmeni Aliov, genelde dersi kaynatmak istediğinde kitaptan bir parça gösterir,”okuyacaksınız,biraz sonra da anlattıracağım” diye kendini dinlendirmeye çekerdi. Bugünkü ruh hali farklıydı. ‘Zamandan çalma,arazi olma’ değil;dünyasındaki fırtınalarla boğuşuyordu. Sınıftaki öğrencilere hüzünlü gözlerle bakıyordu.Bir kaç gün sonra bu sınıfta Türk çocuklarının hiç biri olmayacaktı.Hepsi de çok uzaklara göçüp gidecekler,kendilerine yeniden dünyalar kurmaya çalışacaklardı… Sırasında kitabını yercesine üzerine abanmış olan Reşit, diğer sıradaki altın saçları ile günden güne ilahlaşan Nesibe,ağır aksak hareket eden, kendini hiç yormayan Hasan ve diğer Türk çocuklarını,kim bilir ne zorluklar bekliyordu.
Reşit’in sırasının simetriğinde oturan Natalia’nın Reşit’e olan bakışlarının gizemliliğindeki aşk çağrışımı, sanki yaklaşan baharın habercisi gibiydi. Sevda dolu,masumane bakışlar.Sonrasında her iki yüreğin aynı noktada,aynı duygularla kaynaşması…Arada bir teneffüslerde fısıltaşmaları;büyük bir aşkın kahramanları olacaklarının şimdiden kanıtıydılar…” Aliov öğretmen,çoktandır yeni filizlenmeye başlayan bu aşkın farkındaydı.Reşit ile Natalia’nın yakınlaşmalarını izledikçe;annesi ile babası gözünün önüne geliyordu;Her ne kadar aşkla bağlanmış olsalar da yine de arada birbirlerine hırladıkları oluyordu.Kimlik üstünlüğü ağır basıyordu,zaman zaman. “Benim milletim,seninkinden daha medeni.Yok canım,daha düne kadar sizler, bizim himayemizdeydiniz” gibi laf kalabalıkları…Aliov, annesi ile babasının bu tartışmalarını anımsadıkça; “Bir türlü entelektüel olmayı başaramadılar “diye içten içe kızdığı oluyordu. Şimdi Reşit ve Natalia’nın aşkları üzerine; “bu aşk da doğmadan öldü, ne yazık ki” diye iç geçirdi.
Son derse girmeden okulun bütün öğrencileri,dışarıya çıkarıldı.Müdür Vasilis,kısa göbekli endamıyla öğrencilerin karşısındaydı.Patates burnu ve çilli yüzüyle adeta çizgi film kahramanlarını andırıyordu.Yüzü kıpkırmızıydı.Sanki bir ateş parçası... Elindeki kağıda göz gezdirdi.Okulun Yunanlı erkek hademesi de, müdürün geri tarafında olacakları merakla bekliyordu.
Müdür,Öğretmenleri bakışlarıyla kontrol etti.Destina ve Aliov öğretmenler,müdürün konuşmasını bekliyorlardı.Destina öğretmenin de olanlardan haberi vardı.Çok üzgündü.Saf bir Yunan olmasına rağmen Türk çocuklarını,Yunan çocuklarından ayırım yapmadan severdi.İki yıldır onlarla haşır neşir olmuştu.Bulunduğu yerden,kamara gibi hepsini de süzüyordu.Yarın,bu çocukların hiç birisi de bu okulda olmayacaklardı.Bu gerçeği kabullenmesi çok zoruna gitmiş olsa da elinden bir şey gelmiyordu.Umarsızdı…Boynu bükük,kalbi yaralıydı…
Kısa boylu, şiş göbekli müdür bey, kısa kısa birkaç kez öksürdü.Sesini akort etti.
-Çocuklar,beni dinleyiniz!..Arka sıradakiler gürültüyü kesin bakalım…Şimdi isimlerini sayacağım çocuklar,yarından itibaren okula gelmeyecekler.
Reşit,Hurşit,Murşit,Kazım,Nazım,Selim,Nedim,Ahmet,Mehmet, … Kırk öğrencinin isimlerini okudu…Çocuklar, sevindiler…Nasıl olsa yarın okul yoktu.Sonra, sevinçleri yarım kaldı.Şaşkınlık içerisinde yanlarındaki Yunan çocuklarına baktılar.Onların isimleri okunmamıştı.Demek ki;onlara yarın okul vardı…
Ayrı kalacakları, birbirlerini bir daha görmeyecekleri içlerine doğmuşçasına ilk kez yan yana geliyorlardı.Müdürün konuşmasından sonra herkes evlerine doğru koşmuşlar,okul yolu yine sessizliğe bürünmüştü. Reşit, kardeşleri Hurşit ve Murşit’e “Sizler,iki kardeş eve gidin,ben biraz geçikecem. Annem merak etmesin…” diye tembihlemişti. “Tamam” demişler, aynı zaman da böbürlenmişlerdi de;ağabeylerinin Natalia ile yan yana görmelerinden. Çocuksu duygularla; komşu kızları Natalia ile aşk buluşması yapacaklarından emindiler…
Reşit ile Natalia, hiç konuşmadan,yürüdüler…Adımları,nereye gidiyorsa oraya yöneldiler.Beyinleri,devre dışı kalmıştı sanki.Şu anda patlamaya hazır bir yanar dağ gibiydiler. Duyguları, çağladıkça çağlayacak;sel olup Meriç nehrine karışacak oradan da Ege denizine doğru akacaklardı sanki…Köyün mezarlığının alt tarafından geçtiler.İkisinin de bütün akrabaları,birlikte yan yana kardeş gibi yatıyorlardı,bu mezarlıkta…Natalia’nın akrabalarının ve diğer Hıristiyanların mezarlarının baş tarafında büyük bir haç işareti vardı.Doğum ve ölüm tarihleri yazılıydı. Reşit’inkinde ise farklı olarak ‘ay yıldız çizilmiş ve ‘ruhuna el fatiha’ yazılmıştı…Mezarlık alanlarından geçerlerken;Natalia,göğsünde istavroz işareti yaptı.Aynı anda Reşit de ellerini kaldırıp dua okudu.Biraz ilerdeki tümsek yerde durdular.Geri taraf alabildiğine ormandı.Yüzlerini köyden tarafa çevirip,bir süre öylece kaldılar.İkisi de hala suskundu.Kendilerini buraya dek sürükleyen tılsımlı güç neydi?Neden bu zamanı beklediler,yan yana olmak için? Neden içlerinde hüzün vardı?
-İçimde korku var,Reşit,dedi Natalia.
Reşit:
-Benim de!..Seni kaybetme korkusu…
Natalia,‘Seni kaybetme korkusu’ demek ki “bana aşıkmış,beni seviyormuş ama cesaret edip de söyleyememiş bu zamana dek” diye düşündü.
Bahar,geldi gelecekti.Karşı tepelerin kırçıllığı hala devam ediyordu.Tamamen eriyip yok olmadan yeni yılın karı,yağardı.Bu yılda olduğu gibi tepelerdeki karlar ‘kurtlanırdı’. Hava soğuk olmasına rağmen yürekleri alev gibi yanıyordu. Toprağın üzerine koydukları çantalarının üzerlerine oturdular.Hemen ayakları dibinde soğuğa inat başlarını kaldırmış olan kardelen çiçeklerine gözleri takıldı.Başlarında yorgan gibi duran karların da eriyip gitmesinden rahat etmişlerdi sanki.Daha dik duruyorlardı. Reşit,bir an hamle yaptı, kardelen çiçeğini koparıp Natalia’ya sunmayı düşünmüştü ki;
-Koparma Reşit! Çiçekler,dalında daha güzeldirler sözleriyle olduğu yerde mıhlandı...Sanki,uzaktan kumandalı robot gibi öylece kala kalmıştı…
Reşit’in eli,yavaşça Natalia’dan tarafa kaydı. Onun eliyle buluştuğunda birbirlerine döndüler,göz göze geldiler, ikisi de aynı anda;
-Seni seviyorum diye fısıldadıklarında birbirlerine sarıldılar.Ne kadar zaman öylece kaldılar unutmuşlardı.Kokularını içlerine çektiler.
Reşit:
-Natalia,çok yakın zamanda buralardan ayrılacakmışız.Türkiye’ye gidecekmişiz.Haberin var mı bunlardan?
Şimdi elleri kenetli; yüz yüze, göz gözeydiler.
-Evet! Ne yazık ki her şeyden haberim var!
Kimden duydun diye sormadı bile. Demek ki bütün köyün olanlardan haberi vardı. Kazan gizliden gizliye fokurduyordu…
Natalia’nın yosun yeşili gözlerinde hüzün vardı,gözyaşları aktı akacaktı. Reşit,Natalia’nın akmaya ramak kalmış biriken gözyaşlarını silmeye çalışırken:
-Sakın ağlama.Seni ölene dek seveceğim.Eğer beklersen bir gün gelip seni de alıp götüreceğim Türkiye’ye…
Natalia’nın yosun yeşili gözleri,Reşit’in siyah gözlerinin derinliklerinde kayboldu gitti.Göz yaşlarının çağlaması da uçup gitmişti.
-Seni çok seviyorum Reşit, dedi. İnşallah ilerde gelip beni alır götürürsün buralardan. Sensiz yaşamak bana zindan gibi gelecek…Ölene dek bekleyeceğim seni…
Büyük, tılsımlı bir güç tekrar yakınlaştırdı birbirlerine.Reşit,Natalia’nın kumral saçlarının içine parmaklarını tarak gibi doladı, dudaklarını, heyecanla yanaştırdı kiraz dudaklarına. İlk kez öpüşüyorlardı. İkisinin de yüreğine ılık bir şerbet aktı.Adeta birbirlerine kilitlenmişlerdi. Ayaklarının uçlarındaki kardelenler, başlarını kendilerinden tarafa çevirmişler,çanak yapraklarını açıp gülücükler gönderiyorlardı sanki…
Ormandan kurt ulumaları,yükseldi köyün üzerine doğru.Bulutlar,dalga dalga inivermişlerdi, çam ağaçlarının üzerlerine… Sis, gittikçe yoğunluğunu artırmaya başladı.
-Dumanlı hava çökmeye başladı,dedi Natalia.
Reşit:
-Hadi canım,gidelim.Merak etmesin bizimkiler…
İkisinin de aileleri, komşuydu birbirlerine.Komşuluktan öte can ciğer iki akraba gibiydiler.Yunanlı,Türk olmalarını, sorun yapmamışlardı bu zamana dek.Gül gibi geçinip gitmişler,kalplerini kırmadan bu zamana dek gelmişlerdi. Zaman olmuş aynı şeye birlikte üzülmüşler, zaman olmuş birlikte sevinçlerini paylaşmışlardı.Şimdi ayrılacak olmaları her iki aileyi de derinden sarsmıştı.
Maria,kızı Natalia’nın zamanında eve gelmediğine tedirgin oldu, panikledi.Babasından yadigar olan duvardaki saate baktı.Tam bir saat gecikmişti.Pencereden defalarca okul yolunu gözetimi altına aldıysa da nafileydi. Kocası Dimitri’ye de söylemek istemiyordu çocuğa bağırıp çağırmasın diye… Kızının, komşuları Nazike’nin çocukları ile birlikte okula gidip geldiklerini biliyordu. “En iyisi mi, Nazike’lere gidip sormalı” diye düşündü. Saçlarını sırı dökülmüş aynanın karşısında düzeltti.Kendini güzel buluyordu.Esmer güzeli…Kocası oturduğu tahta divanda yeni uykuya yatmıştı.Uyumadan önce Yunan çetelerinin her an köye baskın yapıp,Türkleri öldüreceklerinden anlatıp durmuştu. ‘Mübadele olanlara bir tırpan da bizden olsun ‘ deyip duruyorlarmış, kocasının söylediğine göre.Çok korkmuştu.Çetelerin acıma duygusu olmadığını çok iyi biliyordu.Daha bir ay öncesi yakın köylerden birine saldırı düzenleyip,Türk erkeklerinin hepsini de canlı canlı çukurlara gömmüşlerdi…Durmak bilmiyorlardı.Yunan hükümetinin de desteklemeleriyle iyice azmışlardı.
Sırtına el örgüsü siyah hırkasını alıp,Nazike’lerin evine yöneldi. Aralarındaki mesafe fazla değildi.Elli metre ya var ya yoktu.Bir bahçe döndükten iki ev geçtikten sonra avludan içeriye attı kendisini.Karabaş,havlayacakmış gibi hırladı. Sonra da gelen kişinin:
-Beni tanımadın mı yoksa karabaş seslenişiyle, kuyruğunu sallayıp yattığı yere tekrar kıvrıldı.
Merdivenlerden hızlıca çıkıp seslendi:
-Huu, Nazike hatun!
İçerdeki sesler kesilmişti.Tekrar seslendiğinde Nazike, kapıdan başını uzattı.
-Aa, sen misin? Maria bacım,gelsene!Öyle el gibi durma kapıda.
Maria ,soluklanıp içeriye girdi. Hurşit ve Murşit, Maria teyze gelmiş diye koşup ellerinden öptüler…Maria, çocukların sevincini,onları öpmekle paylaştı. Reşit’in olmadığını görünce içindeki kuşkusunda haklı olduğuna inandı.
Yerdeki kilime oturmuş,arkasına konan kırlente dayanmıştı ki, Nazike:
-Uzun zaman oldu komşum, sana uğrayamadım.Kusura bakma.Aslında aklım fikrim hep sizlerde…Bu konuşmasının altında günün bu geç saatinde neden geldiğini sorgulayan ince bir ayar vardı.Genelde ziyaret etmeden önce, kızı Natalia’yı gönderir, “ Bizler,şu saatte size gelmek istiyoruz,uygun musunuz Nazike teyze, diye randevu alırdı.Böyle bir alışkanlığı varken neden pat diye çıkagelmişti. Kendisiyle içsel konuşurken “ Hayırdır, bir sıkıntı mı var?” demenin bir yakışığı kalmayacaktı. Yıllardır, birlikte her şeylerini paylaştıkları en iyi Hıristiyan komşusuydu…Belki de son gelişmelerden olan rahatsızlığını mı belirtecek acaba,diye düşündü…
-Natalia,henüz eve gelmedi.Halbuki sizin çocuklardan ayrılmazdı.
Reşit’in nerede olduğunu ima ediyordu.Hurşit, annesinin yanıtlamasına fırsat vermeden:
-Maria teyze, okuldan ayrıldıktan sonra Reşit ağabeyimle,Natalia ablam birlikte kıra doğru yürüdüler. Bize de anneme söyle merak etmesin demişti.
Biraz olsun yüreği ferahladı. Kızının Reşit’le olması,onunla birlikte köyün dışına doğru çıkması,içindeki kuşkuları bir anda dağıtmıştı.Bağnazlığı yoktu.Hatta çocuklarının kaynaşıp oynamalarını bile kendisi salık veriyordu.Arada; kin,nefret tohumları olsun, istemezdi.
Çok geçmeden; kapı,gıcırtıyla açıldı.Reşit,suçlu bir kedi gibi içeriye süzüldü. Natalia’nın annesini kendi evlerinde görünce işlediği suçun boyutları, ortaya çıkmıştı.Yüzü kıpkırmızı oldu.Maria’nın eline sarılıp öptü.
-Hoş gelmişsin, Maria teyze!
-Hoş bulduk Reşit oğlum!
Maria’nın sorgu sual sormasına fırsat bırakmadan Natalia ile birlikte kırlara doğru yürüyüşe çıktıklarını bir çırpıda söyledi.
- Burada olduğunu bilseydim,Natalia’yı da getirirdim,dedi. Reşit’in gözlerinin içine baktı; kendinden emin bir şekilde yalan konuşmadığı belliydi.
- Kurda kuşa yem olursunuz,Tanrı korusun! Onun için merakta kalmıştım, oğlum! Kendi oğluymuş gibi telaffuz etti ‘oğlum’ kelimesini…Çok seviyordu bu çocuğu.Onu her görüşünde “Bu çocukta apayrı bir özellik var.Sanki asalet timsali” diye içinden geçirirdi.
DEVAM EDECEK
YORUMLAR
Merhaba Ayhan Bey,
Noktalama işaretlerinin yerli yerinde kullanılması, bir romanın vazgeçilmezlerindendir. Sanırım bazıları gözünüzden kaçmış.
Bir de; 1925 yılındaki yaşamdan bazı bölümleri aktardığınıza göre, bunları bugünün sözcük ya da araç gereçleriyle belirtmeniz bana göre sırıtıyor. Entellektüel, kamera, uzaktan kumandalı robot gibi.
Başarılar dilerim. Saygılar.