KUR'AN'DA GAYBA DAİR BASİRETLER (BAKIŞ AÇISI) -2-
Gabya dair basiretler adlı makale, daha çok gaybın sahibinin Allah olduğu ve peygamber dahil (eger Allah bildirmişse) hiç kimsenin gaybı bilemeyeciği ile ilgiliydi. Sevgili kardeşim S.Bağışlar’ın yaptığı yorumla ilgili bir şeyler yazma ihtiyacı hissettim. Yazının fazla uzayıp okuyanların canını sıkmak istemediğim için, bu yazıyı elimden geldiğince kısa tutmaya çalıştım.
Sevgili kardeşim yazımı okuyup yorum yapma zahmetinde bulunduğunuz için teşekkürlerimi sunuyorum. Ben okuduğum Kur’an’dan bunları anlıyorum ve yazıyorum. Meselenin özüne gelirsek, muhakkak sizler de Kur’an’ı incelemişsiniz, Kur’an’da yapılan cennet ve cehennem tasvirleri, cehenneme gidecek olan kafirlerin kendilerini savunma biçimleri, Allah’a yalvararak tekrar bizleri dünyaya gönder de iyi amellerde bulunalım demeleri, cennet ahalisinin durumu hep ilerde gelişecek olay/olgu ve durumlardır. Daha kıyamet gelmemişken, daha adalet terazileri kurulmamışken, daha Cennet’e ve Cehennem’e tek bir kişi girmemişken bu olay/olgular ve durumlar hakkında bilgilere sahibiz.
Peki bizim bu bilgilerimizin temeli nedir ya da hangi kaynaktadır?
Kur’an’ı “kerim bir gözle” inceleyen ve üstünde düşünen/tefekkür eden her insan bilir ki, Kur’an’ın kullandığı kendine has bir dili ve üslubu vardır. Mesela gelecekte meydana gelecek olay ve olguları sanki geçmişte meydana gelmiş ve bitmiş bir şekilde anlatır. Kıyamet, mahşer, adalet terazilerin kurulması, insanın el ve ayaklarının kendisi hakkında dile gelip şahitlik etmesi, Cehennem ehli olanlarla şeytanın diyalogları, Cehennem ehli olanların Allah’tan istekleri, Cennet ehlinin meleklerle diyalogları, Allah’la diyalogları v.s -bunları çoğaltmak mümkündür- hep gayb konusudur. Eger Allah gayb konusunda cimri olsaydı, bunları bizlere açıklamazdı. Şimdi ayetler ışığında insanlık için gayb olan bazı konuların, Allah’ın elçiler aracılığıyla nasıl bilinir/görünür kıldığını görelim:
“Fakat melekleri görecekleri gün, işte o gün suçlulara hiçbir müjde yoktur. “Eyvah! Biz Allah’ın rahmetinden tamamen uzaklaştırılmışız” diyecekler.
Onların yaptıkları bütün amellerine yöneldik ve onları dağılmış zerreciklere çevirdik.
O gün cennetliklerin kalacakları yer daha hayırlı, dinlenecekleri yer daha güzeldir.
O gün gök bulutlarla yarılıp parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir.
O gün gerçek hükümranlık Rahmân’ındır ve kâfirlere zorlu bir gün olacaktır.
O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: “Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım!”
“Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim!”
“Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.”
Peygamber, “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi” dedi.
FURKAN SURESİ 22-30. AYETLER
Yukarıdaki ayetlere dikkat edilirse, henüz meydana gelmemiş olayların anlatımı söz konusudur. Ama bizler daha vuku bulmamış bu olaylar hakkında bir bilgiye/birikime sahibiz. Allah gaybın yegane sahibi olmasına rağmen; O’nun gayb konusunda cimri olmadığını yine Kur’an’dan öğreniyoruz. Gaybını da elçiler vasıtasıyla insanlığa öğüt olsun diye bildirmekte/indirmektedir. Gayb, bilindiğinin aksine sadece gelecek olaylarla ilgili değildir. Bizim geçmişte, gelecekte bilmediğimiz/bilemeyeceğimiz; ancak üstün bir yaratıcının bildirmesiyle haberdar olacağımız olay/olgu ve durumlardır. Şimdi de geçmişte yaşanmış olup ama Allah bildirmeseydi bizim için gayb olmaktan çıkmış olay/olgu/durumlara bakalım. (Ayetleri uzun uzadıya buraya aktarmamın sebebi konunun iyi anlaşılması içindir.)
Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.
Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.
Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler
Allah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi.
Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.
Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.
(BAKARA 30-37)
Allah gayb konusunda cimri olsaydı (haşa) bu konularda bir bilgimiz mevcut olmazdı herhalde.Bu bilgiler direkt bizlere ulaştırılan bilgiler değildir. Peki biz bu bilgileri nereden almışız?
De ki: “Sizin uyarıldığınız şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi koyacaktır, bilemem. ”
O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez.
Ancak râzı olduğu elçiye gösterir. Çünkü O, elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler (koruyucular) koyar.
(CİN 25-27)
Biz kıyamet, ahiret, adalet terazilerin kurulmasını, cennet ve cehennem gibi konuları hep bu elçiler vasıtasıyla öğreniyoruz.bizler için gayb olan bu tür konular,Allah’ın sevdiği elçi/elçilerine vahyetmesiyle gayb olmaktan çıkıyor ve bilgimiz dahiline giriyor.
Allah, müminlerin gaybe inandıklarını söyleyerek neyi kastediyor olabilir, Bugünkü manada anladığımızı mı; yoksa bizim deneme yanılma yoluyla hiçbir zaman kesin olarak sonuçlarına ulaşamayacağımız, ancak Allah’a inanarak/güvenerek Kur’an’dan örendiğimiz gaybımı kastediyor. Önce Müminlerin gabya inandığını beyan eden ayetle başlayalım:
Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.(BAKARA-3)
Çünkü müminler; kıyamete, ahirette, Cennet ve Cehenneme inanır. Allah, "Onlar gaybe inanırlar" diyerek, müslümanların iman ettiklerini vurgulamak istiyor. Bugün hepimiz çevremizde müşahade etmekteyiz. İnsanların bazıları çıkıp çok rahat bir şekilde Cennet ve Cehennemin olmadığını söyleyebiliyor, inkar edebiliyor. Kuranda müşrikler, "bizler ölüp toprak olduktan sonra yeniden mi diriltileceğiz?" diyerek peygambere temelsiz bir eleştiride bulunduklarını görüyoruz. Çünkü onlar gaybe inanmazlar; biz müminler, görmediğimiz, yaşamadığımız halde Allah’ın kıyamet/dirilişle ilgili vaadinin hak olduğunu biliriz. İmanda inanma/emin olma vardır. “Mü’min” sözcüğü kök olarak emin/güvenilir olmaktan gelir, bizler Allah’a güveniriz ve O’na yaslanırız/sığınırız. Müminleri kafirlerden ayıran en önemli özellik, Allah’ın semavi kitaplarında bildirdiği haberlere olan kat’i inancımızdır.
Allah’ın bizim için "gayb olma" konusuna gelince,
O korunanlar ki, hiç görmeden Rablerinden (rabbehum bil-ğaybi) korkarlar. Kıyamet saatinden de ürperirler onlar.(ENBİYA-49)
Görmediği halde Rahman’dan (rahmane bil-ğaybi) ürperen ve Allah’a yönelik bir kalp getiren herkese (kAF-33)
Görmedikleri hâlde Rablerinden (rabbehum bil-ğaybi) korkanlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.(MÜLK-12)
Yukarıdaki ayetlerde açık şekilde Allah’ın, insanlar için "gayb" olduğu gerçeği dile getirilmektedir.Yaratılmışlar (insanlar, cinler) sınırlı/içkin varlıklardır; oysa Allah sınırsız/aşkın bir yaratıcıdır. Sınırlı/içkin olan herhangi bir yaratılmışın, sınırsız/aşkın olan bir yaratıcıyı 5 temel duyu organın herhangi biriyle ihata etmesi imkansızdır. Bizler ancak Allah’ın isim ve sıfatlarını biliriz. Yoksa Allah’ı şekilsel ve hacimsel bir kategoriye koyamayız. İnsanlar bütün eşyayı varlığı hep bir zaman ve mekan içinde tasavvur edebilir, oysa Allah zaman ve mekandan münezzehtir. Allah’a herhangi bir zaman ve mekan izafe edilemez. Bizler ancak Allah’ı bize bildirilen isim ve sıfatlarıyla bilebiliriz. Unutulmamalıdır ki, Allah’ın isim ve sıfatları onun zatının kendisi değildir.-Teşbihte hata olmasın!- Işık ve ısının Güneş’ten gelmesine rağmen Güneş’in kendisi olmaması gibidir.
Bugün Mehdi’nin gelişi, Deccal’in çıkışıyla ilgili ayrıntılarıyla anlatılan önemli(!) olayların, Kur’an’da geçmemesi bir tesadüf mü?
Allah, bildirmediği konulardan bizleri sorumlu tutmayacağını(MAİDE-101),“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.”(İSRA-36) bilgimiz olmayan konuların peşine düştüğümüz zaman kulaklarımızın, gözlerimizin, kalplerimizin sorumlu olacağını söylemişken, bu tür gaybi (!) konularda söz söylemenin gaybı taşlamaktan öteye bir şey ifade etmeyeceği kanısındayım.
Müslümanların, “Mehdi gelecek mi, gelmeyecek mi? Deccal çıkacak mı çıkmayacak mı?” gibi tamamen yorumlara dayalı konulardan daha önemli, öncelikli sorunları vardır. Bunlardan en önemlisi de İslamiyet’in planlı bir şekilde yavaş yavaş sosyal, siyasi, iktisadi ve hukuksal alandan çekilip camilere/kalplere hapsedilmesidir. İslam’ın bir ritüel dini, bir tapınak dini haline getirilmesidir. İslam’ın ruhu adeta bedeninden çekilmiştir. Bugün Müslümanların Kur’an’ı bilmemesi, okumaması anlamı üzerinde düşünmemesi, kendi yaşamlarını düzenlerken Kurani davranmaması bunun en önemli göstergesidir. Din adete eskilerin anlattığı tatlı bir masaldan ibaret kalmıştır.
Bu yazdıklarım benim Kur`an-ı Kerim`den anladıklarım, eger yanıldığım bir nokta veya eksik anlattığım bir yer varsa Rabb`ime sığınırım. Şüphesiz Rabb’im en iyi bilendir.
Bizleri yaratan Alemlerin Rabb`ine hamdolsun...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.