Öğretmen Hanım
Halsiz bir köy evi, iki göz oda , bir sofa, dört duvar kerpiç,sırtı kireç omuzları kamış.. Küçük odasında konuşması gibi yürümeyi henüz sökememiş, sürünmekten dizleri yara , kollarının yeni salya sümük, saçlarını aralayabilene aşkolsun, domates yanaklı bir kız çocuğu bacağının birinden belli yanlış yerlere gitmesin diye bağlanmış...Kapalı kapının alt köşesindeki ( belli ki önceden baktığı için kapatılmaya çalışılmış, fakat çocuk parmaklarıyla azıcık olsun aralamış ) yarı sökük lastiğin sızdırdığı ışık arlalığından, sofadaki kimsesiz dünyaya bakıyor.
Babası yeni ölmüş evin üstündeki hazin hüzün bulutları henüz dağılmış, anne belli ki toplayabildiği kadarıyla kırık, artık sahipsiz ve gerdiğinde altındakileri üşütebilecek kanatlarını toplamış dışarda çift çubuk, hayvan ne varsa bakmaya gitmiştir.Mevsim hangi mevsimdir belli bile değildir, annenin hiç umrundada değildir.Acı yeterince yüreğini ve ayaklarını yakıyordur zaten. Sadece yerde yeni erimiş kar havanın tekrar soğumasıyla don halindedir.Kerpiç damın kamışlı saçaklarından buz sarkıtları eğri büğrü yere bakıyor, sürüler halinde aç sığırcık sürüleri taze hayvan gübresine konuyor.
Başı üşümesin diye iki kez sarı yağlıkla sarılmış,sırtında hakiliği defalarca kirlenip yıkanmaktan saramış yüzü gözü düşkün bir kadın; elinde içi yeni doğmuş buzağılardan arta kalan ağız süt ile yarı beline kadar dolu bir bakır bakraç ile, soğuktan insanın eline yapışan kapının küflü kiltesini aralayarak , yarı loş yerde kıl çul serili sofaya arkası yırtık lastik ayakkabılarını çıkararak dermansızca girer.Sofanın sonundaki öne çıkıntılı kerpiçten örülmüş, yüzü gözü is ve yanıktan kapkara olmuş şömine bozmasında, harmandan arta kalan ekin sapıyla ateş tutuşturup aliminyum tavada ağız sütü , geride kalan dört öksüz yavrucağı düşünerek , bir dizi bükülmüş önde bir gözü küçük odanın kapısının köşesindeki delikte ağır ağır pişirmektedir.Pişen koyu , kirli sarı hafif yeşilimsi, yoğunluğundan kesilmiş süt üzerine yavan tadı azalsın diye şeker ekilerek , tek gözü sürekli kapının lastiği sökük aralığından bakmaktan yorgun kızcağızın en son ne yediği belli olmayan midesini ısıtacaktır....
.............................................................................
Öğretmen hanım, kendisi var olan fakat sıcaklığından eser olmayan batmakta olan güneş altında,evlerinin yarısı boşaltılmış boşaltılmayanlarda dökülmüş sıvalarından kerpiç yüzleri sırıtan evler arsında köpek sesleri eşliğinde , öğretmensizlikten kapıları köy çocuklarınca tarumar edilmiş, bahçesindeki ( çocukken arkadaşlarıyla köşe kapmaca oynadığı erkeklerinse top oynarken kale olarak kullandığı) nazlı kavakların kesilmiş olduğunu şaşı gözleriyle süzerek okula girdi..Masalar ve sıralar bakımsızlıktan üst üste yığılmış, sandalyelerin kimisinin bacağı kırık, kimisinin muşamba yüzleri yırtılmış öylece duruyordu.Hıçkırıp yutkunmak istemediği, hıçkırsa sanki bütün kişiliğini yitireceği acı bir düğüm göğüs kafesinin midesine bakan çatalına bağdaş kurdu. Yepyeni bir öğretmen değilmişte , çok yorgun bir acılar atlasıymış gibi, yapayalnız yalpalayan yalnızlığını yüzü sökük tozlu bir sandalyenin üzerine bırakıverdi.
Ne kadar süre geçti tam belli değil ama , güneş henüz kendini yitirmiş kızıllığı ufukta mevcut , birden kapının kapandığı halde yamukluğundan bıraktığı aralıktan bir çocuğun zeytin karası gözlerini gördü. İrkildi.Yerinden kalktı.Tam kapıya doğru yönelecekti ki kapı aralandı. Başı soğuk üşütmesin diye kaşç defa sarılı tam belli değil , altında kalın pazen basmadan yapılmış şalvarıyla bir kadın, şalvarının kenarında asılan tek gözü kısık utangaç kız çocuğuna ’dur yavrum’ diyerek elinde üzerinde dumanlar tüten melamin tabakla içeri daldı.
---Öğretmen gızım hoşgeldin , sen Rukiye’nin gızıymışsın, ağız sütü eskiden çok severdin; hemencecik şurada ye de bizim eve gidelim müsaitsen diye geldim .
Öğretmen hanım ne kadar ne düşündü belli değil yanaklarına şaşı gözlerinden süzülen yaşla hafifçe gülümsedi, kız çocuğunun başına ellerini titreyerek götürdü ’tamam teyze ’ dedi