- 920 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İTALYAN USULÜ
Öğle vakti Nedime Teyze, ev işlerini bitirmiş kahvesini yudumluyordu. Antalya’ya geleli iki seneyi geçmişti, ama sen gel ona sor. Oğlunun işleri yüzünden Anadolu nun bir köyünden kalkıp gelmişlerdi, ürkerek kimse bilip duymadan... Koca şehir kimbilir neler görmüş neleri sineye çekmişti. Karı koca bir oğul onları da kabul etti Antalya. Şehrin arka sokaklarında müstakil bir ev tuttular. Bir iki meyve ağaçlı bahçesiyle, huzurlu ve sessizce.
Bugünde Nedime Teyze için, her gün gibi sırada bir gündü işte.. Canı sıkılıyordu. Köylerinde olsa yapacak iş mi yok? Sabah kalkarlar, inekler sağılır, ardından kuzine başında sade yağa yumurta, sıcak çaylar içilir, peynirler kaymaklar... Mis gibi kokuları havaya karışarak, koklamak yeterdi. İnsan doyar gibi olurdu. Akşam olduğunu anlayamazlardı bile işle güçle.. İşleyen demir ışıldar misali, yediklerini de çalışarak zaten yakarlardı. Kırmızı elma ağaçlarının altında fıkaralar anlatılır, konu komşu, çoluk çocuk etle tırnak gibiydiler. Canım Tokat’ın Niksar’ının bir köyünde... ama burada öylemi ya, kim ne tanır ne bilir? Antalya’ya geleli beri, herşeyi hazır alır olmuşlardı. Nedime teyze yediklerinden de bir tat almıyordu ki acıksın... Oğlu bir kaç kere ’ Yaşamak için yemeli, sen yaşlısın altmışından sonra senin nene kaymak tereyağı? ’ dedi. Ama Nedime Teyze bunu kendine hakaret sayıp uzun süre oğluyla küs durdu. Yemeden içmeden de vazgeçti..
Kimsesizlik, büyük şehirlerin çılgın donuk banane ciliği, kim kime dumduma cılığı yaralıyordu işte onu. Bazen soluk baş örtüsünü alıyor kapıya çıkıyor, uzun bol eteğiyle eşikte edeplice oturuyor, gözlüklü tombul yüzüyle gelene geçene gülücük dağıtıyordu ya ne bir selam veren, ne de yaklaşan olurdu. Koca şehirde onca kalabalık, birbirlerine başka kıtalarda yaşayan insanlar kadar uzaklaşmışlardı. Herkes tanıdığına gidiyor, dışarıdan geleni kim arar sorar? Bu Antalya için değil, bütün büyük şehirler için böyleydi, yoksa Antalya’nın suçu ne? Torosların sıcak insanları, elbette iyisi de vardı kötüsüde...
Nedime Teyze o gün, yine her zamanki gibi kahvesini içti, namazını kıldı. Allah’ına yalvardı. İkindi vakti kapıya çıktı. Sağa sola biraz bakındı. Gözlerindeki bozukluk, epey ilerlediği için, doktor son gözlüğünü değiştirmeye gittiğinde bir daha el işi yapmamasını önermişti. Tekrar can sıkıntısıyla içeri girdi. Kıyıda eski bir antika dolabın üzerinde duran televizyonu açıp karşısına oturdu. Sonbahar mevsiminde, yaz günü gibi giyinmiş iki kadın televizyonda tartışıyorlardı. Kibar kibar konuşan bir adam da, ’ Oh yiyin birbirinizi.. ’ diyordu.. Gözlüğünü düzelterek alt yazıları okudu. Yemekle ilgili bir programdı. Baktı meraklandı, meraklandıkça daha çok baktı. Uyuşturulmuş gibi birşey zannederek. Bayanlardan biri, yemeklere devamlı kusur buluyordu. Oturduğu divanda çekinerek ayaklarını topladı. ’ Neuzü billah ’ dedi. Ekmeğe aşa kusur bulmak... ’ Vah anam vah ’ diye inledi. Ayakta ekmek yeseler, babaları hemen kızar ’ Küfranı nimet yapmayın, Allah muhtaç eder ’ derdi. Bu yüzden kardeşleriyle birlikte dökülen ekmek kırıntılarını saygıyla toplar, yerlerdi. Hem ninesi anlatmamışmıydı, seferberlik zamanında insanların aç kalıp at dışkısının içinden ayıklayıp arpa yediklerini? O mübarek ekmeğin çokları için hayal olduğu savaş yıllarında, yol kenarında açlıktan ağzını açıp açıp kapatan, can çekişen askere, su ekmek getirip ayağa kadırdığını ağlayarak kaç kere anlatmıştı sevgili ninesi? Başını kaldırıp tekrar televizyona baktı. Özenle hazırlanmış bir masa göz alıcı tabaklar kadehler...
Nedime nine köydeyken televizyonu açıp pek bakmazdı. Burada can sıkıntısından bakıyordu ya, daha çok hasta olmuştu. ’Hay ellerim kırılsaydı da şu televizyonu açmaz olsaydım ’ dedi. Masadaki yaşlı adamlardan biri küsüyor darılıyor, ’ Ben kepek ekmeği yemem ’ diye sitem ediyordu. Pek güzel giyimli ev sahibi kadın da yaptığı yemeğin İtalyan usülü olduğunu söylüyor, diğerleri ’ Hayır ’ diye tepiniyordu. Kıskançlıklar nispetler... Sofradakilerin tekini dahi bulamayan binlerce vatan evladı varken yemekleri ekrana doğru yaklaştırıp uzaklaştırmalar...
Nedime Teyze iyice alıklaştı. Oniki ayda iki yüz elli gram eti bir kaç kez yiyebilenler, ya kasap kelimesinin ne olduğunu unutanlar? Zavallı kadıncağız bunları düşünerek epey hasta oldu. Eli ayağı soğudu. Hele o İtalyan usülü yemek, içine pek dokunmuştu. Karnıyarıklar, kebaplar hünkar beğendiler, Osmanlı usülü yemekler varken, dahası İtalyanların şunların bunların Türkiye’ye gelip yemeklerimize on parmak dalarlarken, onların saçma sapan yemeklerinin tartışılıp durulması ... İşte bunu hazmedemedi.
Akşam olmuş Nedime Teyzede yemek yapacak hal kalmadığı gibi, sıkıntıdan başını kaldıracak dermanıda yoktu artık.. Bir zaman ne yemek yapmak, ne de yemek istiyordu. Kanepeye bitkin, yorgun boylu boyunca uzandı. Gözünün önünde çorbadan bir kaşık alıp ’ Ayol içim bulandı ’ diyen delikanlının garip yüz ifadesi... Kafası tülbentli, gözleri şiş öylece yattı kaldı. Akşam üzeri eve gelen eşi Halis Amca, buzdolabında kahvaltılıklardan sonra yenecek sadece bir kase yoğurt buldu. Zar zor uyandırdığı Nedime Teyze ise yoğurda ekmek banan kocasına şaşkın meyyus bakıyordu...
RabiaBelgin
Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcisine aittir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.