Ey sevgili bu da geçer!
Ey sevgili bu da geçer!
“Bu da geçer ya hu…” diye bir hikâye okudum geçenlerde. "İyi günde ve kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırana dek..." şeklinde yaşadığımız her şeyin ardından sarf edilen bir ibare… Gördüğüm her şeyde okuduğum her yazıda dinlediğim her şarkıda ve karşılaştığım her insanda mutlaka bir senlik ararım. İşte tam benlik bir vaziyet.
Beni tanımak istiyorsam yazılarımda iz süreceksin. Ürkek bir serçe bazen, yırtıcı bir aslan bazen, şaşkın bir ceylan bazen…
Her gözyaşımda “Bu da geçer” deyişin bir ok gibi kalbimdedir. Her kahrımda “Bu da geçer” ifaden bir kıymık gibi beynimdedir. Aşkımıza ne kadar da uygundu bu ifade… “Bu da geçer ya hu” diye… Hüzne gark olduğum anlar aklıma geldi. Sana, can suyuma, bir somun ekmek gibi bandığım saatler aklıma geldi. Sen geldin aklıma, baştan ayağa sen… “Bu da geçer” de o zaman. İstediğin kadar de, milyon kere, milyar kere de… Sen geçmezsin bilirim.
İlk ne zaman söyledin hatırlıyor musun? Parmağına bir diken batmıştı irice, kanamıştı ve ben ağlamıştım senin yerine. “Üzülme, bu da geçer” demiştin saçlarımı okşayarak. Ne manaya isabet ettiğini anlayamamıştım. Oysa yanımdaydın ve bunun farkında değildim. Kanama durdu, sen yok oldun ve ben ağlamadım bir daha… Söz üzerine düşeni yapmıştı. “Aşkım” demiştim bir defasında hani, daha sözümü bitirmeden “bu da geçer” demiştin. Mutlusun şimdi!
Ey sevgili bu da geçer
“Bu da geçer ya hu…” diye bir ibare gelip oturdu dilime… Sen geldin aklıma… Daha demin yine sendin zihnimi meşgul eden. Her şey akıyor inan. Su gibi hem de… Zaman, insan, eşya, vesaire… İnanmazsan aynaya bak. Dünkü sen misin bakan? Dün mutluyduk hani, bugüne nasılız diye dön bir bak! Evet, her şey akıyor ağan bir yıldız gibi hem… Aşklar, sevdalar, gönüller… Ben sana akmıştım hep, meylim sanaydı, istikametim, kıblem… Ne haldeyim, viraneyim, harabeyim şimdi. Bu da geçti sahiden. Mutlu olduğum kareler sadece anılarda kaldı. Bir soluk resimdir mazi masamda… Bakıp bakıp ağlarım.
Gülüyordum, uçurttuğun güvercinlere bakarken. Gözlerimde bütün çocukların gülüşü saklıydı. Sonra durdun bir an ve dönüp bana şunu söyledin mutluluğun tam ortasındayken: “Bu da geçer ya hu” diye… Anlayamamıştım ömrümü kemiren yokluğunu… Sen ne de bilmiştin öyle, ne de sufi takılıyordun öyle... Hani yakışmıyor da değildi sana… Gülüyorum o an ki halime… Sahiden bu da geçti… Âşıktım sana, farkındaydın bunun. Önemsemiyordun ya da bana öyle geliyordu. Ve her sana açıldığımda bir yelkenli gibi, “Bu da geçer” diyordun. Oysa AŞK geçip gitmek bilmiyordu bir türlü… Acısı diğer acılara benzemiyordu. Karanlığı diğer karanlıkların üstünde bir karanlıktı. Ve kanaması içten içeydi. Ve ben karanlık gibi acı acı kanıyordum yokluğunda…
Ey sevgili bu da geçer
Ağladığımda ve güldüğümde, yalnızlığımda ve kalabalığımda, senliliğimde ve sensizliğimde hep söylediğin hiç eksik etmediğin ibareydi: “Bu da geçer yahu…” İşte sevgili eserin ortada... Bir yıkık adam, hali duman… Bir viran yürek, köhnemiş bir eşya, pörsümüş bir beyin ve artık bir aşk kalıntısı… Dudaklarım acıyı içmekte, gözlerim karayı seçmekte, beynim hüzünle beslenmekte, kalbim sensizliğe çarpmakta… İşte anatomim, bir yalnızın anatomisi…
“Bu da geçer” diyordun ya, delip de geçiyor sahiden yıkıp ta geçiyor. Esip de geçiyor, talan edip de geçiyor.
“Bu da geçer” diyordun 24 saat. Saatler uzardı sensizliğinde… Yıla tekabül ederdi.
Ben “Aşk” diyordum sen “Bu da geçer” diyordun. Aşkım boynuma takılan bir künye oldu ahir zamana değin. Mecnun’un mahalle arkadaşı oldu adım. Namım aldı başını gitti hikâyeler diyarına…
Ben “Sevda” diyordum sen “Bu da geçer” diyordun. İlk kara sevdaya tutulan ben oldum yine. Sen uğruna yandım ve kül olup bittim.
Ben “Gözyaşı” diyordum sen “Bu da geçer” diyordun. Oysa gözyaşlarımda ne fırtınalar ne dalgalar ortaya çıkardı, yüreğim talan olurdu.
Ve ben “Ömrüm” diyordum sen “Bu da geçer” diyordun. Ve sana inat ömrümü ömründe yok ediyordum. Ağır ağır sende ölüyordum…
Etim kemiğim “bu da geçer” oldu.
Ruhum sana inkılâp ededurdu.
Ruhum sende durdu.