Gül /2 -Öğretmen kızıydık ama
açigma-kün
Tarih:18 Aralık 2008 Perşembe 18:34:35
RE:
Selam en selame
88 Kırşehir doğumluyum. Babam öğretmen, annem ev hanımı, görücü usulü ile evlenmişler. Babamın annesi, babası köyde oturuyor. Onun bunun yardımlarıyla camide, türbede yatarak okumuşlar. Babam imam hatip’i bitirip, imam olmuş. Evlendikten sonra da üniversite okuyup, sınıf öğretmenliğine geçmiş. Hayatım boyunca, babamın nasıl öğretmen olduğuna şaşırdım zaten.
İlk senelerde durum neydi bilemeyeceğim. Benim hafızam çok iyi değil. İlkokulu hatırlıyorum net olarak, en uzak. Babam askerliğini yapmış, gelmişti. Kendi köyüne tayin istemişti. 1 den 5 e kadar olan sınıflar birleşik olarak tek dershanede eğitim görüyorduk. Birleştirilmiş sınıf diyorlardı sanırım. 6, 7, 8 dekiler taşımalı sistemle 15 km uzağa gidiyordu. 1 den 5 e kadar babam okuttu bizi, tek öğretmen oydu.
Teneffüslerde ne kızlarla oynayabilirdik, ne oğlanlarla. Oğlanlarla zaten oynanmazdı köy yerinde. 2. sınıfta bile. Kızlarla da oğlanlar bakar da babam bir şey der, diye oynayamazdık. Hem annem sık sık eve çağırırdı teneffüslerde. Çocuklara bakılacak, suya gidilecek, yerler silinecek. Onun da altından kalkamayacağı kadar çok işi vardı. İnek, dana, bağ, bahçe işleri başımızdan aşkındı. Biliyor musunuz en küçük kardeşim bana anne dedi, dillenince. Annemi gördüğü mü vardı. Hiç birimiz doğru dürüst göremezdik. Özellikle benden bir yaş küçük kız kardeşim ve ben, daha kötü şartlar altında büyüdük.
Evde kavga dövüş hiç eksik olmazdı. Babaannem yüzünden. Annem 4 kız doğurmuştu. Oğlu yoktu. Annem onun laflarına dayanamaz, ya da babam anneme soğuk davranır, sıklıkla kavga çıkardı. Sonunda bir de oğlan kardeşim oldu. Beni annesi zanneden oydu. Çok dövdü babam, annemi. Banyoya sokup, kemerle dövdüğünü unutamam, hiç. Annem de beni çok döverdi. Kesinlikle babamdan dayak yemedik ama onunla da hiç konuşamazdık. Dövmedi belki ama ağır konuşurdu, aşağılardı. Kalemimiz bitse, annem söylerdi babama; çocuklara kalem al, diye. Öyle susturulmuş, öyle korkutulmuştuk. Anne baba yanında da, akrabalar yanında da, arkadaşlar yanında da eziktik.
Öğretmen kızıydık ama onun bunun eskisini giyerdik. Bayramda bile yeni kıyafet alınmazdı, bize. Paramız olmadığı için değil ama. Babam tazı alır, tüfek alır, fişek alır ava giderdi. Demek ki vardı, parası. O paralarla ev aldı zaten, sonradan. Ama üç beş milyonu ayıramaz mıydı bize. Akraba kızlarının, arkadaşlarımızın yanında, bir de bu yüzden ezilirdik. Pısırıktık, daha beter olduk. Utangaçlığımızı kitapların arkasına sakladık. Millet gülüp oynarken bayramlarda, biz elimize bir kitap alıp, içimize kapanırdık. Derslerimizin hep iyi olması bu yüzdendi. Edebiyatımızın akranlarımıza göre kuvvetli olması ise gerçek hayatımızın iğrençliğinden.
İlkokul yıllarında ‘’yılan hikâyesi’’, ‘’kobra takibi’’, ‘’küçük ibo’’ revaçtaydı. Yaşıtlarımız akşam onları izler, sabah sohbetini yaparlardı. O sohbetlere bile katılamazdık biz. Yasaktı, bizim tv izlememiz. Akşama kadar suya git, ahıra git, kümese git, kaçan hindileri bul, güneşin alnında bahçeyi sula… Saatlerce, 4 çocuğa bak ve karşılığında tv izleyeme. Babam annem yatınca, gizlice açardık bazen. Gelip kızar, kapatırdı, babam. Bir gün hıçkıra hıçkıra ağlamıştık, kardeşimle. Kapatması geç olduğu için de değil. En geç, saat sekizde yatardık, zaten. İşte bunlar itti bizi kitapların ve hayallerin dünyasına.
Ben kendi tercihimle lisede kapandım. Ablalar sayesinde. Kardeşim açık. 150 mg antidepresan kullanıyor. Liseden beri sigara içiyor ve babamdan nefret ediyor. O da İstanbul da okuyor. O biraz daha duygusal. Haliyle daha çok etkilendi.
Evde kitaplık vardı. Babam üniversite mezunuydu. Annemden gelen kitaplar da vardı. Ne zaman boş kalsak kitap okurduk. Ama boyumuzdan büyük kitaplar. ‘’Bostan’’ benim kitabımdı, ‘’gülistan’’ Rabia’nin. ‘’Cumhuriyet devri Türk şiir antolojisi’’ benimdi, öteki antoloji Rabia’nın. Hadis kitapları, peygamber hayatları, dini hikayeler, edebi romanlar neler neler.. Şu an Konya’da ‘’Türkçe öğretmenliği bölümü’’ son sınıftayım. Sınıf arkadaşlarımın adını bile duymadığı kitapları, ben ilkokulda okumuştum.
Çok okumak da yazmayı gerektirir. Bahçe sularken suyun karığın sonuna varmasını, sulanmasını beklerken hikâyeler yazardım. Kimse okumasın diye yırttım, sonraları. Ortaokul ve lisede de, ara ara yazdım. Üniversite yıllarında bir tutku başladı bende. Yazar olma tutkusu. Ben yazar olmak istiyorum. Nette falan yazı yazdım. Babam okumuş, bağırıp çağırıp sildirdi, yazılarımı. Normal deneme yazıyordum. Bu yazılardaki açıklığın noktası bile yoktu, o yazılarda. Yaşama sevinci üzerine, insanlar üzerine şeyler. Ondan habersiz, yine bir blog açtım. Onu da son sevgilim, kocam sildirdi. Erkekler yorum yapınca kıskanıyormuş. Bırak yazar olmamı, çalışmaya karşıydı zaten. Bunu da kocamdan habersiz açmıştım. Ayrılınca haberi oldu. Anlatmaya çalıştığım şey, ben cidden yazar olmak istiyorum.
Uzaklarda, bir yerlerde boynu bükük bir kız çocuğu var. Benim çocukluğum. Ancak yazar olursam, bunları anlatırsam, başkalarına yol gösterirsem gülecek onun yüzü.
Ne dersiniz. Becerebilir miyim?
Selam Gül,
Sana Gül diye seslenmek istiyorum. Öyle geldi içimden. Gülesin istedim, bundan böyle. Yazdığın kısa hikâyenin yazarı, çok üzgün, kırgın. Ne kendisiyle ne de çevresiyle barışık değil. Üstelik aşağılık duygusu içinde,kaderinden hiç memnun değil.Köy kökenli olduğundan utanıyor.Kendisini doğuran annesinden,büyütüp okutan babasından,neredeyse nefret ediyor.
Hayatta elde ettiklerinin hiç farkında olmadan,elde edemediklerinin derdinde.Bunu kendisine sağlamayanlardan öç alıyor.Baba otoritesinden nefret ediyor,ama kurtulur kurtulmaz da belki de babanın en çok korumaya çalıştığı,zinaya koşmuş.En kutsalına sıradan insanları dokundurmuş.Beğenmemiş veya kendisini beğendiremediğini zannedip bir başkasına koşmuş..Birine daha,birine daha…Zaten bu kafayla yüzüne gitse,duramaz yüz bire gider.
Allah’ın hakkını korumayan, atasına isyanla kalmayıp, üstüne üstlük kin güden, kendisinden nefret eden, aşağılık duygusu içinde, kendinden üstün gördüğü herkesi kıskanan, hasta ruhlu birinin mutlu olması zaten imkânsız bir şey.
Kendisini mutlu hissetmeyen birisi, erkeğini mutlu edemeyeceğinden, daha evlenmeden boşanması mukadder biri olur.
Bu çağda kim mutsuz biriyle uzun uzun yaşamaya dayanabilir ki.
Başkaldırmaya alışmış, birçok erkek yüzü görmüş bir kadını, içinde bulunduğu hastalıklarıyla bir erkek mutlu edip elinde tutamaz.
Biliyor musun; ben de bir köy çocuğu, köy öğretmeni, yedi çocuk babası, yok yoksulluk içinde yaşamış, ev bark sahibi olmuş, her çocuğuna çevre şartlarını yaşatmak uğruna kendini paralamış bir garip ihtiyarım şimdi.
Çocuklarımın geleceği uğruna dünyayı kendime zindan ettim. Ömrümün yarısında yemeğimi oturarak yemedim. Aynı anda dört iş yaptığım oldu. Üç çocuğum üniversite bitirdi. Üçü biz okumayacağız diye tutturdu. İlkokulda dört yıl okutan öğretmenleri, güya sosyal demokrattı. Ben yirmi üç yaşımda, bir Allah dostuna yolum düştüğü için dinle, tasavvufla tanışmıştım. Çok zikir yapar senenin iki yüz gününü oruçlu geçirirdim.
Ama ben de sosyal demokrattım. Arasıra dinden bahsediyorum diye bana kinlenen öğretmen arkadaşım, iki oğlumu, tam dört sene boyunca kesintisiz günlük olarak dövmüş.
Her seferinde;
—şimdi siz gider babanıza söyler, bizim arkadaşlığımıza da zarar verirsiniz. Komşuluğumuzu da mahvedersiniz, demiş. Çocuklar, korkmuşlar bana hiç bahsetmemişler. Sonunda dördüncü senenin sonuna doğru, oğullarımın bir sınıf arkadaşı, başka bir öğretmenin oğlu, bana durumu anlattı.
—Neden çocuklarınızın bu kadar haksız dayak yemesine razı oluyorsunuz, öğretmenim. Makbule öğretmenden niçin bu kadar korkuyorsunuz, dedi.
Durumu öğrenir öğrenmez çocukların sınıfını değiştirdim ama okuldan da öğretmenden de, okumaktan da nefret etmiş olan ilk iki çocuğuma liseyi zar zor okuttum. Sonra başıma bin bir bela açan bu oğullarımın hesabını ahirete havale ettim. Diğerlerini okutabildim, halen okuyanları da var. Şimdi söyle bana hayatın neresini tam kontrol edebiliyoruz. İnsan bir yerlerle meşgulken öteleri çevre şartlarıyla gelişiyor da bazen, bütün emeklerimizi boşa götürebiliyor.
Sen hayatının ne kadarını denetiminde tutarak yaşadın da Anne babanı, şunu yapmadılar, bunu vermediler, böyleydiler, şöyleydiler. Suçlama üstüne suçlama. O yok yoksul köyden çıkmış, türbelerde yatıp okumuş, öğretmen olmuş; benim çektiklerimi çocuklarım çekmesin diye çırpınmış, ek işlerle para kazanmaya çalışıp, kınadığın şekilde tasarruflarla sizi büyütmüş… Kız çocuğudur, ne hali varsa görsün dememiş. İkinizi birden üniversitede okutuyor.
Ya sen…
Sen namusuna bile sahip çıkamamış, kalkmış nelerden şikâyet ediyorsun. Yalnız sen değil tabii… Şimdi, akranlarının neredeyse yarısı senin gibi hayata karşı nankör davranıyorlar.
Hem yaratana, hem canı pahasına doğuran anneye, hem emeğiyle büyüdüğü babaya, hem kendine nankörsünüz. Aklı fikri boğazında, giyiminde, eteğinde, ver ver doymaz.
İki hindi toplamış, bahçe sulamış, tv seyredememişte, babasına düşman olmuş. Hem hafızam zayıf diyor ham kinlerinin sıkı sıkı sahibi. Affetmiyor, edemiyor.
Aman ya rabbi!. Bunlara mı bu ülkeyi teslim edeceğiz. Kendilerine bile hayırı olmayanlara mı?
Senin gibi bir düşman oğlum vardı. Daha doğrusu var. Aslında hepsi düşmandır ya bu açıkça söyleyeni. İki numara. Doğduğunda en güzel saatte ana rahmine kalmış, en güzel zaman diliminde doğmuş diye aşırı umut beslediğim, belki de severken hak geçirdiğim, gelecekte başaramadıklarımı başarmasını umduğum oğlum. Makbule öğretmenin harcadıklarından biridir. Liseyi zor bitirdi. Hatta şu anda bitirip bitirmediğinden bile emin değilim. Diplomasını hiç göstermedi. Ben de öfkemden gidip araştırmadım. Bir faydası yoktu.
Önüne tam dokuz kere dükkân açtım. Hepsini de batırdı.
Hovardalık, bira ve avcılıkla kendini, eşini ve beni el içine çıkamayacak hale getirdi. Yapma oğlum senin için üzülüyorum dediğimde,
-Sen üzülsün diye yapıyorum bunları, dedi.Senin üzülmenden haz alıyorum..
İyi ki o gün sırını açığa vurdu..
O günden sonra ona yeni dükkan açmadım.Emekli maaşıyla bir de onun çocuklarına ve eşine bakıyorum..O da sürünüyor.
Bir zaman menzile gitti. Arkadaşları içkiyi bırakmıştı. Bizimki günlük ondan aşağı olmamak kaydıyla bira, şarap karışımı içiyordu. Acınacak haldeydi. Hastalanmıştı. Öleceğini anlayınca menzile razı oldu. Güya tövbe etti. Eşi kendisinden iki çocuğu ile birlikte ayrıydı. Evinin eşyalarını üç kuruşa satmıştı. Evimin bodrumu onun yıkımlarıyla doluydu. Her batırdığı dükkân bugünkü para ile en az elli binlikti. Onların döküntülerini satıp satıp yiyor, bir süre sonra aracılarla bana, onu başaramadım ya şunu yaparım deyip yenisini açtırıyordu.
Merhamet duygularımı ve utancımı hep kötüye kullandı. Çevremde de akıllı kimse yoktu ki bana akıl versin. Ben de olmadığını anlamışsındır diye kendi akılsızlığımı anlatmam gerekmiyor, sanırım. Sonunda menzildeki şeyhe yalvarmış,
—babam bana artık kendi isteğimle yardım etmez, siz yardımcınız Fikret beyi babama arcı gönderin, bana eşimi ve çocuklarımı getiriversin. Hanımına da şunu şunu iste diye tembih etse gerek, yeni gelin alır gibi, altınıyla beyaz eşyasıyla bir kere daha ev düzdürdü bana. Dokuzuncu dükkânı açtırdı.
O zaman beni bir kere daha ikna eden Fikret hoca elli yaşından sonra bana öyle bir ders verdi ki uzun uzun anlattığım bu mesele o dersi sana anlatabilmek içindir.
Dedi ki;
—hocam bazı insanlardan uzak durmayı bilmezsen başın beladan kurtulamaz. Bunlar kim biliyor musun?
—Kim?
—Allah’a inanmayan, annesine babasına dargın olanlarla, kocasına düşman olan kadınlar.
—hikmeti nedir pekiyi hocam.
—İnsanın üstünde en fazla hak sahibi, Allah tır değil mi?
—Evet.
-Eee sonra Anne ve baba değil mi? Ve ekmeğini yediği koca.
—Evet.
-Eee sayın hocam, bunların hakkını vermeyen senin hakkını verir mi? Bunlardan dost olur mu? Bunlara acınır mı? Allahın gazabına uğramışlara sen nasıl yardım edebilir yola getirebilirsin ki. Bu tip insanlar tövbe edip Allah’ın rahmetine dahil olmadan sen, ben,bir başkası asla yardımımızla bir yerlere getiremeyiz.Bunları bırakacaksın yıkıldığı yere kadar gidecek.Ya Allah’a yönelecekler ya da cehennemlerini boylayacaklar.Su testisi su yolunda kırılıp gidecek,dedi. Daha neler neler dedi.
Hayatımın öğüdüdür. Binlerce cilt kitap okudum, böylesini elli yaşımdan sonra öğrendim. Sonradan anladım ki ben de cezalılardandım, o güne kadar bu kolay mantığı yakalamama Allah izin vermemiş. Çocuklarım diye, dünya peşinde koşarken Mevla mı ihmal etmişim.
Birgün, en içten yakarışla bu başıma gelenlerin hikmetini bildir ya Rabb diye inlediğimde, sağ kulağıma atıftan bir ses;
—Sen beni terk ettin, ben seni hiç terk etmediğim halde sen beni terk ettin, kulum dedi. Başka yollarla akıllanmadığımı gören Mevla kulağıma seslenerek beni uyandırdı.
Çok uzun oldu. Seninle daha konuşmalıyız, Gül kızım… Senin derdin de ne oluyormuş. Gel de dertli gör.
Hadi, yeniden görüşmek üzere, iyi geceler.
Dost acı söyler sözü de nerden aklıma geldi şimdi. Tamam. Yazdım işte.