- 829 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Sabah
Bir seferinde Prag İmparatorluk Konservatuarı odacısının koridorda donakaldığına tanık oldum. Kolunun altındaki evrakları idareye götürmesi gerektiğini unutmuş, açık kapıdan sınıfı seyrediyordu. Aklının başında olmadığını düşündürten bir hayranlık ifadesi yerleşmişti yüzüne. Yanına gitmedim. Neye baktığını biliyordum. Bütün koridor biliyordu: Grete yine keman alıştırması yapıyordu. Gerisin geriye dönüp, sınıfa bakmadan binanın diğer kanadına yürüdüm. O gün Grete’i düşünmemem, kendimi işlerime vermem gerekiyordu. Her zamanki gibi, yine yapamadım.
Grete konservatuara girdiğinden beri hayatım kontrolümden çıkmıştı. Ortalıklarda uyurgezer gibi dolaşan bir tek ben de değildim. Hepimiz rüyada yaşıyor gibiydik. Fazla uyuyamadığımız gecelerin sabahında erkenden konservatuara koşuyorduk. Arada kemanını unutanlar oluyor, daha kötüsü bunu umursamıyorlardı. Dersler Grete’le aynı havayı soluma imkanı sağlayan ortamlara dönüşmüşlerdi. Söylentilere göre kızların arasından bile ondan hoşlananlar vardı. Grete’in yüzüne görmüş biri olarak bu bana garip gelmiyordu. Ona kapılmamak Tanrı’ya saygısızlık olurdu.
Kemanını eline aldığında ise zaman duruyordu. Son derece temiz bir çalışı vardı. Notalar onun kemanında başka bir kılığa bürünüyor, çaldığı eserleri tanıyamıyorduk. Harold onun Paganini’yi bile ehlileştirdiğini söylüyordu. O gün koridorda odacıyı durduran da Grete’in çalışıydı. Günlük hayatınıza geri dönebilmek için Grete’i görmemek yetmiyor, duymamak da gerekiyordu.
Gözlerimi kör edebilirdim, kulak zarlarımı da delebilirdim ama Grete’i aklımdan çıkarmanın bir yolunu bulamıyordum. Kompozisyon dersinden sıfır çekmiştim. En iddialı olduğum dalda aldığım bu hezimet beni bir kaç saniye düşündürmüştü. Sonra gözümün önüne Grete’in kemana uzanışı gelmişti ve her şey İskender’in Hindistan seferi kadar geçmişte kalmıştı. Grete her derdin ilacıydı.
…
“Kitaplarını unuttun.”
Arkasındaki sandalyeye baktı, sonra omuz silkip:
“Ancak bu kadarını taşıyabiliyorum. Herhalde yarına kadar kimse onları almaz.” dedi.
“Olur mu öyle şey! Öğrencinin biri ya da odacı alır, sonra da Aziz Sebastian meydanındaki pazarda ucuza okutur.”
Koşup bıraktığı kitapları aldım.
“İzin verirsen, senin için onları taşırım.”
“İşin yok mu senin?”
“Yok. Saat yediye kadar yok. Sonra Bay Alttemeir’ın ofisinde defterleri temize çekeceğim. Biraz cep harçlığının zararı olmuyor.”
Dudak büktü. Arkasını dönerken
“Gel öyleyse.” dedi.
Beraber konservatuardan çıktık. İnsanların bakışlarını üzerimde hissediyordum. Mutluydum. Sanki havada yürüyordum. Grete’in kitapları ise beni yere döndürecek kadar ağır değildiler. Kendiminkileri okulda unuttuğumu ise ancak ertesi sabah farkedecektim.
“Nerede oturuyorsun?”
“Masna sokağında. Eski şehir meydanın az ilerisinde.”
Evi yakındaydı. Beraber yürüyüşümüz o kadar da uzun olmayacaktı. Kısa olsundu, daha o güne kadar gözgöze gelmiş değilken Grete’i sokağına götürüyordum. Daha ne isteyebilirdim?
‘Pek kimseyle arkadaşlık etmiyorsun’ dedim.
‘Okulda fazla kalmıyorum. Dersler biter bitmez eve gidiyorum. Alıştırmaların çoğunu da orada yapıyorum.’
Genelde alıştırmaları konservatuarın özel odalarında yapardık. Birçoğumuzun yaşadığı yerler düzenli çalışmaya elverişli değildi. Duvarlar inceydi, evler kalabalıktı. Sizin notalarınıza komşunun kavga sesleriyle, annenizin pişirdiği lahana kokuları karışırdı. Bu yüzden Grete’in okulda çalışmak gibi bir nimeti tepmesi bana garip gelmişti. Düşüncemi okumuş gibi:
“Herkesin kendine ait sebepleri var.”
“Öyle” diye yanıtladım. Utanmıştım.
“Bana eşlik ediyorsun, kitaplarımı taşıyorsun, sohbet ediyoruz ama senin adını bile bilmiyorum.” dedi.
“Franz, dedim, Franz Löwy”.
“Yahudisin. Bu güzel işte.”
Niye beğendiğini anlamamıştım ama bir şekilde takdir edilmiş olmak beni mutlu etmişti. O sevinçle Grete’i sokağına bırakmış, geceyarısı bekçiler kimliğimi sorana değin şehirde amaçsızca gezinmiştim.
...
Grete artık benimle konuşuyordu. Ders aralarında yanına gidiyor, ilkin dersten, sonra başka konulardan bahsediyorduk. Çevremizdekiler durumun farkındaydı. Harold bile ‘’Ben onun selamına bir haftalık ceza almaya razıyken, senin yanından ayrılmıyorsun. Şanslı mısın, lanetli misin, bilemiyorum.’’ diyordu. Harold’ın kıskançlığına gülüyordum. Sanki büyük orkestralardan birinci keman olma daveti almış kadar mutluydum.
Konservatuar çıkışlarında ona sokağına kadar eşlik ediyordum. Oraya vardığımızda kitaplarını benden alıyor, bir sonraki gün görüşme dileğiyle evine gidiyordu. Bir türlü onu bir kahveye davet etmeye cesaret edemiyordum. Geceleri odama dönünce teklif alıştırmaları yapıyor ama ertesi gün planımdan vazgeçiyordum.
Bir gün, ders çıkışı ona beraber yürümeyi teklif edecekken şaşırıp kahve içmeye çağırdım. Cevabı çok netti:
‘’Franz, biliyorsun o gibi yerler hanımefendilere göre değil.’’
Beni yine utandırmıştı. Kekeleyerek yanından ayrılmış, bir hafta boyunca ortalıklarda gözükmemiştim. Ara ara sözleri aklıma geliyor, geldikçe de daha çok acı çekiyordum. Neyse ki olay büyümedi, ilerleyen günlerde ona tekrar ev yolunda eşlik etmeye başladım. Sevinçten bağırmak istiyordum.
...
Bir süredir Grete’in keyfi kaçıktı. Önce üzerime alınmıştım. Grete’in beni terslemediğini, hatta eve gidiş yolunu uzattığını görünce sorunun başka yerde olduğunu anladım. Peki neydi Grete’i mutsuz eden? Kendinden bahsetmeyi sevmiyordu. Nasıl bir ailesi vardı, evde neler yapardı, daha önce arkadaşlık ettiği biri olmuş muydu, bilmiyordum. Kendisinden hiç bir şey öğrenemedim. Onu yakından tanıyan başka biri de yoktu. Grete’in tavırlarındaki değişikliği farkedenler gelip bana soruyorlardı. Bir cevap veremiyordum.
Sonra bir şey dikkatimi çekti: Grete farklı kokuyordu. Keskin değildi ama farkediliyordu. Ter ya da kızartma yağı kokusu gibi değildi. Çürümüş sebze ya da et olabilirdi ama onlarla da Grete’in arasında ne gibi bir bağ olacağı aklıma gelmiyordu.
Ekim ayı gelmişti. Havalar bozduğundan istesek de yolu fazla uzatamıyor, bir an önce Grete’in sokağına varmaya çalışıyorduk. Bir gün, tam ayrılacakken Grete ‘Bu sondu.’ dedi.
‘Ne demek istiyorsun? Nasıl bu son?’ diye sordum.
Kıpırdayamadığım için uzanıp kitaplarını elimden aldı.
‘Basbayağı son. Konservatuarı bırakıyorum. Ağabeyim gezgin satıcılığı bıraktığından beri geçinmekte güçlük çekiyoruz. Bir iş buldum, oraya başlayacağım.’
İnanamıyordum.
‘Yarın gelmiyor musun yani?’
‘Hayır.’
‘Peki, seni nasıl göreceğim?’
Bir süre düşündü.
‘Pazarları, eğer hava güzelse, Manes köprüsünün oradaki parkta gezinmeye gideriz. Belki orada karşılaşırız.’
‘Tamam!’ dedim heyecanla, ‘Parkta olacağım.’
Sözümü de tuttum. Her Pazar günü soluğu parkta aldım. Ama kış yaklaşıyor, havalar giderek soğuyordu. Grete ve ailesi parka gelmiyorlardı.Parka kimse gelmiyordu. Bütün banklar benimdi.
...
Onu ancak bir ay sonra görebildim. Beklenmedik bir kış güneşi herkesi sokaklara dökmüştü. Grete de kalabalığın içindeydi. Onu uzaktan gördüm. Yanında anne ve babası vardı. İşten ayrıldığı için Grete’i benden uzaklaştıran ağabeyi ortalıklarda gözükmüyordu. Ne yapıp edip kendimi Grete’i belli ettim. O da bir bahaneyle yanıma gelmeyi becerdi.
Yorgun gözüküyordu. Ayaküstü bahsettiğine göre işi uzun saatler çalışmasını gerektiyordu. Aldığı karşılık da fazla değildi. Dahası, önceden duyduğum kötü koku artmıştı. Sanki için için çürüyordu Grete. Beni gördüğüne sevinmişti ama mutlu değildi.
‘Zorlanıyorum, dedi. Sekreterlik kolay değil.’
‘Arada keman çalıyor musun?’ diye sordum. Çalmıyordu. İşten gelir gelmez ev işlerine soyunuyormuş. Artık evi çekip çeviren bir kadınları da yokmuş. Üstüne bir de ağabeyi... Ağabeyinin nesi olduğunu sordum, cevap vermedi. Sadece bir ara farkında olmadan mırıldandı: ‘Bitsin artık.’
Ne bitmeliydi? Grete intiharı mı düşünüyordu? İşinden mi ayrılacaktı? Ona bir şey soramadan ailesinin yanına koştu. Veda bile edemedim.
...
Kış boyunca her hafta parka gitmeye devam ettim. Grete gözükmedi. Geleceğinden umudumu kesmiştim. Gelmedi de. Ama haberi geldi.
Bir akşamüzeri odacılardan biri alıştırma odasına girip beni çağırdı, mektubum varmış. İdareye koşup zarfı aldım. Şehir içinden postalanmıştı. Zarftan oldukça kısa bir mesaj çıktı:
Bu haftasonu havanın soğuk olacağını söylüyorlar. Ama Max Brenner kahvesinin çikolataları soğuğa birebirmiş. Pazar günü, öğleden sonra iki uygun mu?
Grete
Ne demek uygun mu? Bu sefer kendimi tutamadım ve çığlığı bastım. Karşılığında aldığım bir haftalık fazladan alıştırma cezası bile keyfimi kaçırmadı. Pazarı nasıl ettiğimi bilemedim.
...
Pazar günü sonunda geldi. Öğle olduğunda kahvenin önündeydim. Buluşma vakti gelene değin içeri girmedim. Sokaklarda dolaşarak, vitrinlere, gelip geçene bakarak vakit öldürdüm. Saat ikiye çeyrek kala daha fazla dayanamayıp kahveye girdim. İçerisi kalabalık ve gürültülüydü. Yer bulmam vakit aldı. Ama Grete geldiğinde masamız hazırdı.
İçeri girdiğinde onu ilk gördüğüm günü hatırladım. Bu sefer daha mutluydum. Grete bir süre etrafına bakındıktan sonra beni farketti ve masaya gelip oturdu. Neşeli gözüküyordu. Yorgunluğu gitmişti. O daha ağzını açmadan başımıza bir garson dikildi. Gayet kendinden emin bir tavırla Grete siparişini verdi. Ben ise ‘Bana da aynısından’ diye kekelemekten öteye gidemedim.
‘Keyifli gözüküyorsun. Yoksa ağabeyin iş buldu, sen de konservartuara mı döneceksin?’
‘Yok, dedi. Hala çalışıyorum ama daha iyisi oldu. Sonunda bitti. Kendimi hafiflemiş hissediyorum.’
Bu bitenin ne olduğunu anlayamamıştım. Grete de söylemeye yanaşmıyordu ama bittiği için mutluydu. Keman çalamıyor olmasını bile umursamıyordu. Mutluluğu bana da bulaşmış, çakırkeyif olmuştum. Bir anda, nereden çıkıp geldiğini bilmediğim bir cesaretle uzanıp elini tuttum. Dahası sonrasında asla pişman olmayacağım sözleri söyledim:
‘Grete Samsa! Benimle evlenir misin?’
YORUMLAR
Grete Samsa yı gregor samsa olarak okudum :)), kafka bir yerlerden gülümsüyor olmalı size
sonra ne oldu peki evlendiler mi çocukları oldu mu mutlu oldular mı, olmadılar mı.. bu insanların adı neden yabancı, türkiyede keman çalınmıyor mu, kemandan mı vazgeçmek istemdiniz mekandan mı? isimlerden mi vazgeçmek istemediniz pragdan mı?
dostoyevski yi çok seviyorsunuz belli ki,
İlhan Kemal
1) Dünya edebiyatı bugünkünden daha farklı olurdu ('Niye'si başlıbaşına bir forum konusu)
2) Benim öyküm de size bu soruları sordurmayacak detaylar içerirdi.
Ama o sabah Gregor Samsa uyandığında Prag'daydı. Grete de öyle.
Sorularınız çok yerinde ama bu öykü doğası gereği eleştirdiğiniz özellikleri barındırmak zorunda. Saygılarımla.
onlyyou
benim merakım ilhan kemal uyandığında neredeydi, "ağustosta karlar yağar başıma" misali...
kolay gelsin efendim, saygılar bizden.
İlhan Kemal
İlhan Kemal uyandığında Kafka'nın yanıbaşındaydı, ya da tam tersi.
Söylentilere göre kızların arasından bile ondan hoşlananlar vardı. Grete’in yüzüne görmüş biri olarak bu bana garip gelmiyordu. Ona kapılmamak Tanrı’ya saygısızlık olurdu.
Kurduğunuz cümleler yazdığınız öyküler yolumu kapatıyor. Yalnız bir kişiyi okumak için üye olduğumu unutturuyor bu çalışmalarınız.
Çok açık, çok gizemli hiç bir alt yazıya ihtiyacı yok çalışmalarınızın. Lüzumsuzu temizlenmiş işte daha ne :) Fazla söz bile israftır.
İlhan Kemal
Bu öykü bir klasiğe dayanıyor. Kurgudaki bazı boşluklar herkesin bir bakışta tanıyabileceğini düşündüm o klasik öyküyle tamamlanıyor. Ama diğer öykünün varlığı farkedilmediği noktada benimkini okumaktan sıkılmıyorsanız 'Bir Sabah' kendi ayaklarının üzerinde duruyor demektir.
İlk paragraftaki yorumunuz ise yine yüzümü kızarttı. Söyleyecek söz bulamıyorum. Teşekkür ederim. Saygılarımla.
Kim demiş duygular hikayelerinizde görülmüyor diye.
İşte orada dağ gibi duruyorlar.Sadece kelimelerinizi iyi takip etmek gerekiyor.
Güzel bir 'Aşk' öyküsü.
' 'Her şey' İskender’in Hindistan seferi kadar geçmişte kalmıştı.' Bu da en beğendiğim cümle.
Ama o ' sonunda bitti ' yi ben de merak ettim, zaten meraklıyımdır:)
Tebrikler yazar.
İlhan Kemal
'Sonunda bitti': Bu cümleyle ya da hikayenin geneliyle ilgili sorularınız varsa onları doğrudan yanıtlamayacağım. Ama bir ipucu vereceğim: 'Grete Samsa'ya odaklanın. Kim olabilir? Benim yarattığım bir kahraman değil.
Övgü dolu yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Gizemli bir öykü, çok akıcı ve sürükleyici..nasıl çabuk ve hızla okudum bilmiyorum..
Artık böyle aşklar kalmadı, günümz aşkları gelip geçiçi.
Ve final çok güzel..Ama bazı sorular var..Açıklanmamış,
yorum sanırım okuyuculara kaldı..
Yazı yine mükemmel, tebrikler
Sevgilerimle..
İlhan Kemal
1) Böyle aşklar var mıydı ki? Yoksa bizim geçmişe, bir takım edebi eserlere dayanarak, yaptığımız yakıştırmalar mı?
2) Ben kalmamasından açıkça memnunum. Sevdiğim birine onu sevdiğimi söylemek, onunla bir kafeye gidebilmek ve hepsinden önemlisi ona dokunmak isterim. Öte yandan da tanımadığım birine (Eğer kimse Franz'ın Grete'i tanıdığını iddia etmeyecektir) evlenme teklif etmek istemem.
Bazı sorularınız vardı ama onları cevabını da artık bildiğinizi varsayıyorum.
'Günümüzün aşkları gelip geçici' yorumunuz için de bir şeyler söylemek isterdim ama galiba bu yorumu bir öykü konusu olarak elde tutmayı tercih edeceğim.
Teşekkür ederim. Sevgilerimle.
canandemirel
sevgiler..
İlhan Kemal
Yeni öykü bakalım ne zaman gelir, gelirse konar konmaz uçar bir aşk öyküsü mü olur, şimdiden söyleyemiyorum.
Sevgilerimle.
İlhan Kemal
Oldukca akıcı bir okadar heyecan verici aşk hikayesi, okurken her anı yaşar gibi oldum yüreğinize sağlık mükemmel ve hikâye'de açıklanmamış bir kaç soru var bunlarda merakımı uyandırdı acaba Grete'nin okulu bırakmasına sebeb olan neden neydi nerde çalışıyordu mutluluğuna sebeb olan biten şey neydi abisi ile mi ilgiliydi ve en önemlisi Grete evlilik teklifini kabul etti mi ? yazınızın devamı gelirse bu soruların yanıtını öğrenmeyi çok isterim yüreğinize sağlık mükemmeldi saygılarımla.
İlhan Kemal
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.