Omuzları Çökerten Ne?
Umut bu kadar kolay ölen bir mahlûkmuş demek…
Oysa o zamanlar bedenimizde onlarca hayal kahramanı gezerdi. Her birinden alınmış güçle çıkardık pusulasız yollara. Kaybolmak mesleğimizdi, yitirmek başlangıcın kendisi…
Tedirginlik diye açıklanabilirdi kolayca, içinde bulunduğumuz durum. Hayattan alınamamış ve yüzlerce kez hak edilmiş, güzel günler, mutlu anlar seriliyken dizlerimin dibinde; seni düşledim.
Fotoğraflar acımasız yargıçlardır. Tanıklığın en manalısı, ifadenin en güçlüsüdür.
Seninle beraber aldığımız halının üstünde yayılmış fotoğraflara bakıp, kirpiklerimi ıslatan günleri anımsarken, olabildiğine bir özlemle donuklaşmış bakışlarımın bana yabancılaşmaya başladığını anladığımda, her şey için çok geçti.
Yirmi hatta otuz yıl öncesine ait karelere bakıyor olmak ürkütücüydü. İnanılır olmayan yaşlanmanın eşiğinde debelendiğimiz gerçeği miydi?
Yanaklar, göbeklerimiz aldığı kilolardan biçim değiştirmişti. Ya bakışlarımız?
İçimizi deforme eden, yaşanmışlıkların eğdiği büktüğü özümüzü tanınmaz hale getiren neydi?
Tuhaf bize daha yakındı, modernden.
Paylaşmak erdem, hoşgörü istemdi.
Kavgalarımız da olmuştur elbette, nefret biriktirmeden edilmiş, hırçın ama şiddetsiz tartışmalardan imbikle arınan cümlelere, çok kafa yormuşluğumuz da.
Boynuna sarılası ideallerimizin şekillendirdiği genç irisi sevdamız, yarına tutsak yaşam artıklarıyla beslenmeye karar vermeden önce; biz daha ümitliydik sanki.
Aynı şeyleri özleyip, aynı şeyleri seven bizler; çılgın namzedi hikâye kahramanlarından dinlediği öğütlerle serpilmemişiz gibiyiz artık.
Yan yana dizili şamdanlar gibi, aydınlattığımız kadar gerçeğiz.
Sınırsızlığa, ırksızlığa kaldırılmış boğma rakı kadehleri yara bere içinde, evin ücra köşelerinde beklemedeler. Sen ey sabır taşı, dayan bir yüzyıl daha, eskitme ümitlerimizi…
Nisan ortası 2011
Nadir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.