- 826 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Havada çağla Kokusu var
Çağla mevsimi gelmişti. Pencereleri tutan ince beyaz perdeler güneşin ışığına ve ısısına karşı duramıyordu artık.
Gözünü açtığında terlemiş olduğunu fark etti. Yastığını, yatağını daha fazla tere bulaştırmamak için çıktı yataktan.
Son cemrenin düşüp, yerin göğün çiçeğe boyandığı, ağaçların tomurcuklandığı ve işte güneşin böyle perdeleri aşıp odaları ısıttığı bu mevsimin adı onun için çağla mevsimiydi. Badem ağaçlarının çiçeklendiği, salkım, salkım bademlerin tomurcuklandığı bahçelerde geçmişti çocukluğu.
Şimdi adeta güneşle birlikte, çağlaların kokusu da dolmuştu odasına. Son birkaç yıldır yaşadığı tüm zorluklar onu hayattan koparıp almıştı adeta. İçine kapanık, kimseyle konuşmayan, telefonundaki yüzlerce tanıdığı, bildiği, arkadaşı ve dostlarının tümünün telefon numaralarını silip atmıştı. Sadece kendisinden ayrı yaşayan çocuklarının ve bir de onun hep yanında olan bir iki sırdaşının dışında kimseden ne konuşanı vardı ne de arayanı.
Bütün bunlara karşın, içeriye dolan güneş ışığı ve düşüncelerinde duyumsadığı çağla kokusu, yüzüne bir tebessümü oturttu. Perdeleri yana sıyırıp kafasını dışarı uzattı. Derin bir nefes doldurdu ciğerlerine. Yüzünü karşı tepelerdeki ağaçlara çevirip:
Bahar,
Salma üzerime çiçeklerini
Aklımı başımdan alma
Yapma bunu bana bahar
Üstüme gelme böyle! Dedi.
Aklına önemli bir şey takılmış gibi, düşündü. Aceleyle duşa girip tıraşını oldu. Elbiselerini giyip kahvaltısını da dışarıda yapmak üzere çıktı.
Sabahın ilk saatleriydi. Eminönü iskelesinden vapura bindi. Kadıköy’e gitmek istiyordu. Dalgınlıkla Bir durak öncesindeki gişelerden Üsküdar vapuruna bindiğini fark etti. Gülümsedi bu durumuna. Olsun, dedi içinden. Baharın, bahar kokusunun, bahar havasının tadını çıkarmak istiyordu.
Güneş, yüzüne, saçlarına dokunsun diye, vapurun kıç tarafındaki açıklığa gitti. Denizin tuzlu sularına belenmiş demirlere dayanıp pervanelerin oluşturduğu köpüklü sulara baktı. Şairin sözünü ettiği, denizlerin afacan çocukları martılar vapuru takip ediyor, arada denize dalıp çıkıyorlardı.
Oysa vapura binmeden önce bu yaramaz çocuklara atılmak üzere bolca simit almak istemişti. Dalgınlıktan unutmuştu. İçeriye girdi. Çay ocağının bulunduğu yere gitti. Üç tane simit alıp yeniden vapurun kıç tarafına gitti. Bu güzel bahar gününde sıyrılıp tüm karanlıklarından İstanbul’un, boğazın aydınlığını yaşamak istiyordu. Bu yaşamın vazgeçilmezi de martılara simit sunmaktı. Denizin iyotlu kokusunu ciğerlerine doldururken, köpüklü dalgalardan sıçrayan damlalar yüzüne değiyordu. Elindeki simitleri küçük parçalara bölüp kendilerini takip eden martılara atarken ve o martılar atılan simit parçasıyla buluşunca yüreği bir bayram yerine dönüyordu.
Kitap okumayı düşlemişti ama martıları görünce unutmuştu kitabı, gazeteyi. Elindeki simitleri tüketince, oradaki nemli bankın üzerine oturup yüzünü güneşe çevirdi ve gözlerini kapattı. Şimdi kulaklarında şehrin gürültüsünden uzak, sadece martı ve dalga sesleri vardı. Her şeyi, tüm olumsuzlukları unutup, o anın büyülü güzelliğini hissetmek istiyordu.
İki genç sevgili de gelip demirlere yaslanarak dalgaları izlemeye koyuldu.
-Ya aşkım biz yanlış yere mi gidiyoruz? Diye sordu genç kız.
-Nasıl yanlış yere? Ne demek o? Dedi delikanlı.
-Baksana nerdeyse Kabataş iskelesine yanaşacak vapur.
-Sana öyle geliyor. Birazdan değişecek yönü.
-İyi de, neden direk bir yol izlemiyor ki, sarhoş mudur nedir bizim kaptan?
-Bir tanem, onlar hangi rotadan gideceklerini bilir. Ya deniz trafiği yoğundur, ya da boğazdaki akıntının durumuna göre yol alırlar.
Adam genç aşıkların konuşmasının aynısını yıllar önce sevdiği kadınla kim bilir belki aynı vapurda yaptığını anımsadı. Hiç hoş değildi şimdi geçip giden şeyleri anımsamak. Ona acı verirdi sadece.
Uzaklaştı oradan. Sağ tarafa gölge olan yere gitti. Uzakta Sarayburnu, tepesinde Topkapı sarayı ve bütün ihtişamıyla Ayasofya duruyordu. Kızkulesi’nin çok yakınından geçiyorlardı şimdi.
Nereye baksa anı, nereye dönse yaşadıkları geliyordu gözünün önüne. Neyse ki çok geçmeden vapur iskeleye varmıştı.
Hiç acele etmeden en son inen oldu vapurdan. İskele çıkışında seyyar satıcılar sardı etrafını. Kimi mendil, kimi sakız, kimi içecek şeyler satmaya çalışıyordu. Yanlışlıkla da olsa buraya gelmişken Üsküdar’ın eski mahallelerinin içlerine girip gezmek istedi. Vazgeçti anında. Yürüyerek Kadıköy’e gitmeye karar verdi. Rahatsız etmeyen, terletmeyen, onu yormayacak olan bir hava vardı. Keyfince, ağır adımlarla, önüne çıkan vitrinlere, binalara, daha önce gördüğü ama dikkat etmediği her şeye ilgiyle bakarak yürüdü. Harem’e vardığında yorulduğunu hissetti ama bundan sonrasını da minibüs ya da otobüsle gitmek istemedi. Gülhane’den sonra Haydarpaşa garına giden tren yolunun üzerindeki köprü geçidin üzerine geldiğinde az bir yolunun kaldığını düşünerek biraz sonra kahvaltı niyetine yiyeceği balık ekmek ziyafetini düşünerek mutlu oldu. Kadıköy iskelesine vardığında kıyıdaki restoranlardan birine girmeden önce kapıdakilerden birine bira olup olmadığını sordu. Yokmuş. Başka bir yere gitti. Bira içeceği bu yerde balık ekmek yemesinin yakışı kalmayacağını düşündü ve tabakta bir levrek ısmarladı.
Bir bira daha içtikten sonra, fazla kalmadan kalkıp Yürümeye başladı. Ama her zamanki gibi, önüne çıkan kitapçı onu gezmekten de alıkoydu. Saatlerce kitaplara baktı, ilgisini çeken birkaç kitabı satın alıp dışarı çıktığında, güneş batıya doğru yönelmişti çoktan.
Yeniden iskeleye gitti. Eminönü vapuru yolcularını çağırıyordu. Yan tarafta dışarıda oturdu bu kez. Sağı solu insanlarla doldu. Eminönü’nde indiğinde hava hâlâ sıcak ve güzeldi. Otobüse binmek yerine yürüyerek evine gitmeye karar verdi. Gazete satan büfelerden birinden bu kez o güne kadar hiç okumadığı farklı gazeteler almaya karar verdi. Merak ediyordu. Neler vardı bu gazetelerde.
Unkapanı köprüsünü geçip Haliç’in kıyısından yürüyüş yolları olan yeşil alanlardan yürüyerek Fener’e doğru gitti. Her ağacın altı, her bank eğlenen, dinlenen, güneşlenen insanlarla doluydu. Cıvıl cıvıl çocuk sesleri vardı etrafta.
Denizin hemen kıyısında boş bir bank bulup oturdu. Az bir yolu kalmıştı. Ama güneşin tadını çıkarmak, deniz kokusunu solumak için oturup dinlenmek istedi. Kitap dolu poşeti ve üzerindeki ceketini çıkarıp bankın bir köşesine koydu. Merak edip aldığı farklı gazetelerden birini okumak için eline aldı. Diğer gazetelerle aynı fiyatla aldığı bu gazete oldukça kalındı. İç içe geçmiş bir sürü ekleri vardı. Çocuklar için verilmiş olabileceğini düşündüğü poşet içinde renkli resimleri olan gazetenin yarı büyüklüğünde bir de karton vardı. Bankın diğer köşesine bıraktı. Gazeteyi okumaya başladı.
Bebek arabasıyla çocuğunu gezdiren bir anne, yanındaki diğer dört beş yaşında olan kız çocuğuyla birlikte yürüyordu. Tam adamın önünden geçerlerken, kız çocuğu bankın üzerinde duran kartonu annesine göstererek, bağırmaya ve annesinin elinden tutup banka doğru çekmeye başladı.
-Anne, bak, kaio pazılı! Bak anne kaio.
Annesi kızına çıkıştı.
-Kızım bırak. Amcanın o. Bizim değil.
Adam kartonu alıp, küçük kıza uzattı.
-Zaten işime yaramaz hanfendi, dedi. Atacaktım bunu. Hem ne olduğunu da bilmem. Gazete vermiş. Lütfen bırakın kızınıza hediye edeyim bunu.
Annesi izin verince kız sevinerek alıp göğsüne bastırdı, resimli kartonu.
Annesi:
-Çağla, kızım, teşekkür et bakayım amcaya, dedi.
Küçük kız nazik bir şekilde, gülümseyerek teşekkür etti adama ve annesiyle yürüyüp uzaklaştı.
Adamın yüzünde bir tebessüm, donup kaldı adeta.
Çağlaydı kızın adı.
Batmak üzere olan güneşe dönüp, yeniden:
Bahar,
Salma üzerime çiçeklerini
Aklımı başımdan alma
Yapma bunu bana bahar
Üstüme gelme böyle! Dedi.
Yürüyerek evine gitti. Bir daha kapatmamak üzere bütün perdelerini sonuna kadar açtı. Çağla mevsimiydi artık…
YORUMLAR
Nice güzellikleri farkedemeden ..
Renklere dokunamadan...
Sevgileri hissedemeden...
Yaşıyoruz boylu boyunca...
Yaşıyoruz öylesine...
Bir bak havanın rengine..
Çek içine denizin nefesini...
Balıkların kıvrımlarında saklıdır denizin kokusu..
Bir kulak ver dalgaların sesine...
Bak Çağlaların yumuk gözleri kamaşarak...
Güneşe selam veriyorlar her anı daha güzel yaşayarak...
Selam ve saygı ile ...
Hüseyin Akdemir
şiirsel bir yorumla katkıda bulunmuşsunuz.
Yüreğinize sağlık.
Çok teşekkürler
Saygı ve sevgiyle kalın...
USTA İŞİ BİR ANLATIM.
Bahar'ı anlatmamış, yaşayıp-yaşatmışsınız.
10 numara.
Selam ve sevgiler.
Hüseyin Akdemir
safalar getirdin sayfama. Yeniden karşılaşmak beni çok sevindirdi.
Teşekkürler.
Saygı ve sevgiyle kal...
Bahar doğduğum ayı bana armağan eden yeşil huzur...
Ama huzurun arasına giren ayrık otların düğününde kaldı s/aklım...
Çalışmanız çok değerliydi...
Kutladım efendim...
Hüseyin Akdemir
Saygılarım hep sizinle.
Teşekkürler.
Hüseyin Akdemir
Saygı ve sevgiyle kalın...
erik ve çağla dört gözle beklediğim, çiçeklerine düşkün biri olarak yazınırın adı sayfanıza ziyaret etmeme vesile oldu. sağolun.. çok güzel bir anı yazısını beğeni ile okudum...saygılarımla..
Hüseyin Akdemir
Beğeniniz için teşekkürler.
Saygı ve sevgiyle kalın.
Çok güzel...Bugün çok sevdim bu siteyi...Hep güzel şeyler güzel ve motive eden yazılar yazıldı.
Yazınız da hakeza öyle. İtina ile yazıldığı belli.
10 puan...
Saygılar.
Hüseyin Akdemir
Beğeniniz ve sayfama uğradığınız için çok teşekkür ediyorum.
Saygı ve sevgiyle kalın...
Baharın gelmesiyle, ağaçlar tomurcuklanır, kuşlar bir başka cıvıldar.
İnsanların içinde baharla birlikte yeni yeni umutlar filizlenir. Tıpkı toprağa ekilen çiçekler gibi.
O uzun kış gecelerinde aklımızı kemiren ufak sorunlar, güneşin kendini göstermesiyle yok olur.
ÇAĞLA KOKULU GÜNLER
girer devreye. Ve hayat bir başka güzel görünür gözümüze.
Kapattığımız bütün perdeleri açarız sonuna kadar. Güneşin içeriye girmesine izin veririz.
Ne güzel, kahramanımız çağla kokan bir gün de yaşama tekrar tutunmuş.
Kaleminize sağlık. Sevgi ve saygıyla
Sevgi Salman tarafından 3/31/2011 11:05:42 PM zamanında düzenlenmiştir.
Hüseyin Akdemir
Kapanan bütün perdelerin açılması dileği ile.
Güzel yorumunuz bana bunları yazdırdı Sevgi Hanım.
Tüm iyi dileklerim sizinle olsun.
Saygı ve sevgiyle kalın...