- 808 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
UMUTSUZLUĞUN ÖYKÜSÜ (6)
Yıllar su gibi akıp geçiyordu.Altın’la Derman ilçelerinde lise olmadığı için şehirde liseye başlayacaklardı.Zehra ilkmektebi bitirmiş fakat evin tek kız çocuğu olduğu için ortaokula bile gönderlmemişti.Hem okuyupta ne yapacaktı.Ev işlerinde annesine yardım eder,diğer küçük kardeşlerine gözkulak olurdu.Kız çocuğu okuyupta ne yapacaktı.Hepsini okutmak o kadar kolay değildi ki.Zaten kıtkanaat geçinip gidiyorlardı.En büyük oğulları Adnan okumak istediği halde baba, onuda okutmamıştı.Kısa yoldan meslek sahibi olsun diye şehirde bir esnaf yanına çırak olarak vermişti.Ana ile babası arasında bu yüzden kavgalar bile olmuştu.Elin gurbetinde bu sabi çocuk ne yapacaktı.İlçeleri çok yakındı.Herkesin çocuğu ilçedeki okula gidiyordu.Onlarla birlikte gider okurdu.Şehir çok uzak olduğu için çocuğun yanına gidip,onu koruyup kollamak zor olurdu. Bu babası denilen adamın yüzünden kendisi çok çekmişti,çocuklarınada çektirecekti.Ana sözünü bir türlü geçremiyordu kocasına.
Ama şu bir gerçek ki ; Aydınlar Köyü komşu köylere göre çocukları hep okusun isterlerdi.Köylülerin arazileri çok küçüktü.Araziler babadan oğula geçe geçe küçülmüş,en çok arazisi olanın bile otuz,kırk dönümü geçmezdi.Bunların hepsi verimili araziler değildi.Verimli olmadığı gibi yarısı bir sene ekilir diğer yarısıda nadasa bırakılırdı.Besleyip yetiştirdikleri hayvanlarıda öyle çok yoktu.Ama komşu köyler öyle değild.Aydınlar köyünün üç,dört katı arazileri,üç,dört katıda inek ve koyunları vardı.
Aydınlar Köyünün arazilerinin kıt olması sulak ve verimli toprakların kıraç ve verimsiz topraklardan az olması,başka gelir kaynaklarının olmaması nedeniyle çocuklarının okumalarını;öğretmen,memur ve polis olmalarını çok istiyorlardı.Kendileri zaten yoksulluktan,aşsızlıktan,çalışmaktan çok çekmişlerdi.Çocuklarınında kendileri gibi olmalarını istemiyorlardı.Bu köyde zaten altmışına varan pek yoktu.Altmışında olan sekseninde gibi gösteriyordu.Kadınlar sık doğum yaptıklarından otuzundan sonra yüzleri kırış kırış olur,göğüsleri sarkar,sanki otuzunda ellili yaşlarını yaşarlardı.Tarlalarda buğday,arpa yığınları yapmaktan;arpa,yulaf,mercimek ve nohut yolmaktan,sıcağın altında yüzleri kırış kırış olur;elleri ayakları nasır tutar;kadınmı yoksa erkekmi olduğu belli olmazdı.Üzerlerindeki nazilliden dikilmiş entarileri olmasa ...Ya köyün çocukları;çamurdan yaptıkları koyun,kuzu ve köpekten başka oyuncak yüzü görmeden çocukluklarını yaşayamayan çocuklar...Kızamıktan,tifodan,veremden,koleradan ölüpte analarının,babalarının yüreklerini dağlayan çocuklar...Bulgur pilavı ile patetesli düğürcük çorbasından başka yemek bilmeyen cılız ve bakımsız çocuklar...Bir tavuk yumurtasını dörde bölüp,analarının kardeşlerine paylaştırdığı çocuklar...Soğuk kış günlerinde sobasız damlarda soğuktan zatürriyeden ölen çocuklar...
Erkekler mi?Gençliklerini yaşamadan omuzlarına binen yükün ağırlığı onları genç yaşlarında ihtiyarlatır;soluk soluk benizleriyle ,besinsizlikten halsiz düşmüş bedenleriyle ,kışın damlarının üzerine yağan karları temizlemekten,yaz aylarında tarlalarda ekin biçmekten yaşlanıp giderlerdi...Bu anadolu insanının kaderiydi.Kaderlerine boyun eğmekti...Çoğu görmeden azla yetinmeleriydi...Bu kısır döngüyü bir türlü kıramamışlar ve kıramayacaklardı...Devam edecek...
Derdem Erdem.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.