- 1206 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Yanıtını Bulamayan Sorulardan Çıktık Yola,Sorusunu Arayan Yanıtlarda Verdik Mola
Yanıtını Bulamayan Sorulardan Çıktık Yola,Sorusunu Arayan Yanıtlarda Verdik Mola
% 70’inin örtündüğü bir ülkede anlam bakımından içi boşalmış dindar bir zihniyet in hüküm sürmesi,çıtasını yükseltmesi size de tuhaf gelmiyor mu?
İşaret ettiğimiz insanların örtünmesi ya da inançları değil muhakkak. Elbette ki bunun özel tercihlere ve hak özgürlüğüne dahil olduğunu ve buna müdahalenin de tezat oluşturduğunu biliyor ve savunmuyoruz.
Bizim derdimiz yüklendiği misyondan bu denli uzaklaşan, içi boş bir dindarlık anlayışı nasıl olur da bu kadar doldurur hayatın alanlarını. Muhakkak ki bu değişim sürecinde din olgusundan etkileşim de erozyona uğrayacak, çeşitli mutasyonlardan geçerek yaşanacaktır. Fakat şekilciliğin ön plana çıktığı dindarlık anlayışında mana hızla tükenmektedir.
Örneğin evlilik yaşının büyüdüğü, boşanmaların arttığı, kadın-erkek demeden ekonomik özgürlüklerin yaşandığı, evlenmeden de çocuk edinilebilirlik sürecinin daha rahat aşıldığı, şartların getirisi olarak ebeveynlerden bağımsız hayatların yaşam tercihlerimize girdiği günümüzde “bekârlığın günah olduğu”na işaret etmek, içinde bulunduğumuz değişim sürecinde gerçekten boş bir hamle gibi durmuyor mu?
Burada bekârlığın günah kavramıyla bütünleştirilmesinin elbette ki “zina” kavramıyla ilintilendirerek bireyi bu eylemden uzak tutmayı hedeflediğinin bilincindeyiz. Fakat aile içi cinsel şiddetin de giderek çıtasını yükselttiği bir gerçektir. Hangi kadın böyle bir gerçeğin içinde olmak ister ki? Bu ihtimalin varlığı bile bireyi (kadın öncelikte) evlilik kurumundan uzak tutmaz mı?
Peki, sizce bu boş hamlenin içini dinsel doneler mi yoksa iktidar adı altında siyaset yapan azınlığın talepleri mi doldurmalı? “en az 3 çocuk” talepleriyle cihat çağrısı mıdır bunlar?
Giyim kuşamdan ibaret olmadığını bildiğimiz İslamiyet, kendini bu inancın çığırtkanlığına adayanlar tarafından içi dolu bir şekilde yaşanıyor mu? Yoksa bize bu inançtan kullanıma kapalı alanlar mı satmaktalar?
Üzerine tayyörü, başına türbanı takan, kentin en işlek caddesinde yer alan son derece şık döşenmiş işyerine son model arabasıyla gidenlerin, asgari ücretle açlık sınırında 3 çocukla 2 göz odada yaşamaya çalışanlara “çoğalın” mesajı vermesi ne kadar adildir?
Bir taraftan aile planlaması yıllardır önemli bir sorun halini almışken bu talepleri haklı kılan gerekçeler nedir?
“komşusu açken tok yatan bizden değildir” mesajı bütün inananlara bırakılmışken, sınırsız bir servetin sahibi olan müslümanların, çaresiz bir yoksulluğu yaşayanlar karşısında böyle lüks içinde yaşamaları, şuursuzca harcamaları müslümanlığın hangi hanesine “artı” olarak kaydedilir?
Ya da inandıkları değerlerin önderliğinde yaşama haklarının olduğunu savunurken ve gerek toplumdan, gerekse anayasadan bu hakka saygı isterken, kendi değerlerine göre yaşayan ötekileri dinsizlikle suçlayıp, tahrik etmek suça meyletmek değil midir? Bu tür tahrikler dinde suçu teşkil etmez mi? Yerlerini yine kendi görsel tercihlerini kullanarak belirleyip kendilerini yine kendi söylemleriyle sözüm ona müslümanlıkla ödüllendirirken, onlar gibi şekillenmeyenleri müslümanlıktan men etmek gibi bir cesareti nasıl hak kazanmışlardır?
Mesela; kendini Müslüman olarak tanımlayan bir erkeği,
“örtünmeyen kadın perdesiz eve benzer.Ya satılıktır ya da kiralık”
diyecek kadar cesaretli kılan öğretiler nelerdir? Kadın üzerinden yapılan dini pazarlık neden örtünmeden geçer? Örtünmenin ölçüsü insan etini ve saçını kapatmaktan geçiyorsa, ruh öznesinin çıplaklığını örtmenin kriterleri nelerdir? Eşine “örtün” komutu veren bir erkeğin illegal tercihini neden özellikle açık olarak adlandırdıkları kadınlar oluşturur? Dinsel öğretiler “sizden olanları yasalınızda barındırın, sizden olmayanlar müsaittirler, yanaşabilirsiniz” mi der?
Bu sonuca nasıl mı geldim? Her akşam istisnasız bir şekilde birçok televizyon kanalında tartışma ve yorum programları yer almakta ve bu programlara da genellikle her görüşten aydınlar katılmakta. Görüşünü İslami zihniyet üzerine kuran bayan aydınların kendilerinden bahsederken “biz Müslüman kadınlar” tanımlamasını, bu görüşü benimsemeyenler içinse “demokrat, muhalif kadınlar” tanımlamasını kullanmaları, İslami profesörlüğe soyunmuş bir kişinin dekolteyi “illegal kullanıma davetiye” ile örtüştürmesi ya da yine kitaplarını okuduğumuz aydın bir kişinin “bekârlığın günah olduğu”na işaret etmesi sanırım yeterli gelecektir. Çünkü görüş alanları dar insanlardan bahsetmiyoruz, neye inanırlarsa inansınlar, hangi görüşü benimsemiş olurlarsa olsunlar temsil ettikleri kitlelerin aydın kişilerinden dem vuruyoruz.
Kemalist ya da sosyalist görüşü benimseyenlerin ellerinden din seçimini almak gibi hakkı onlara kim vermiştir?
Din olgusunu siyasete sokarak insan inançlarının istismarına gitmek isabetli bir hamle midir?
Oysa din,kendi toplum çerçevesini çizen fakat bireysel yaşanan bir özgürlük alanı değil midir?
Kimse toplum adına namaz kılmaz ya da oruç tutmaz. Bırakın büyük insan örgütlenmelerini, içinde yaşadığı aile fertleri için bile hacca giden bir müslüman var mıdır? Bunlar kişisel keyfiyetler içinde gerçekleşen inançlara dayalı eylemler değil midir?
“gözünün gördüğünü dilin söylemeyecek”
Dedikodu kazanına döndü her yer. Siyaset bile artık bu kazandan nemalanmıyor mu? Magazinsel ve mizahi yanı ağır basan turlara dönmedi mi siyaset?
“ bir elin verdiğini öteki elin bilmeyecek”
Edilen yardımlar utanmasak reklâm panolarında yer alacak. İnsanların acizlikleri gözlerine sokula sokula yardımlar gerçekleşmekte ve bu eylemler de bir rant uğruna gerçekleşmiyor mu? Başkalarının acizliği üzerinden nemalanmak ne zamandan beri müslümanlıkla anılır oldu?
“ gönül gözün daima açık olacak”
Şiddet,taciz,tecavüz,hırsızlık,cinayet,organ ticareti,çocuk pornosu,v.s, v.s….sürekli artış gösterirken hangi gönlün gözüdür bu müslümanlığa sığdırılan?
“karşıma her şeyle gelebilirsin ama kul hakkı ile gelme”
Derken ne demek istenmiş olabilir? 30 yıl çalışıp didinen birinin sahip olamadığı edinimlere çok kısa süreçlerde sahip olanların kul hakkına sahip çıkmaları ne kadar hakkaniyete dayanır? Bir taraftan yatlar, katlar, helikopterler, uçaklar hizmet ederken özel hayatlara, diğer tarafta ilaç alamayan insanların varlığı kul hakkına girmez mi? İlaç alamayan çatır çatır vergisini ödemeye zorlanırken, diğerinin her türlü vergi indirimi ve ya affına sahip kılınması neyle ölçülür? Torbadan çıkan aflar bizim sokaktaki Rüstem dayı’nın bakkalını mı hedeflemiştir, yoksa trilyonlarla ölçülemeyen vergi borçlarını mı hedeflemiştir? Hatta ve hatta bundan da nemalanmak ve gerçek hak sahibi ufak esnafmış gibi, emekçiymiş gibi yola çıkmak hangi hakların gaspına işaret eder?
Bunları artırmak,hatta sayfalar dolusu yazmak mümkün. Bu tırnak içi işaret edilenlerin dayanağı ancak ve ancak insan olabilir. Bütün dinler, bütün sosyal akımlar insan refahını hedefleyen buna benzer dayanaklardan yola çıkar. Ama bu söylemlerden biri vardır ki, içi boşaltılmış dindar zihniyetin önünde koca bir kapı gibi durur.
“yaratılanı sev, yaratandan ötürü”
Siz hala o kapının arkasında ne arıyorsunuz? Anahtar bu değil mi?
Sevgi kavramı içinde kötülüğe dair hiçbir şey barındırmaz. Hiçbir dayatma barındırmaz. Sevmek zorlama içermeyen bir eylemdir ve İslam dini her şeyden önce sevmeyi emreder.
Eğitim camialarında yapılan özel kampanyalar, yasal hale getirilen dayatmalar, istismar edilen yasal haklar nüfus cüzdanındaki din hanesinde İslam yazanları İslamiyet’e bağlamak için midir?
Bütün İslam âlimleri bile dinde zorlama olmadığını savunurken, evlerinde anaları, babaları, eşleri tarafından 5 vakit namaz kılınan bireyleri sizler nereye bağlamaya çalışıyorsunuz? Dindeki yasaklamaların bireyin tekelinde olduğunu kimse söylemedi mi size? Başı açık bir bayanın oruç tutması size neden bu kadar tuhaf gelir, makyaj yapan bir hatun kişi bulunduğu ortamdan sıyrılıp abdest almaya kalktığında neden şaşırırsınız bu kadar ya da sizin camilere veya kuran kurslarına verdiğiniz destekler zekâttan sayılır da onların sığınma evlerine, Kızılay’a, çocuk yetiştirme yurtlarına verdiği destekler sayılmaz? Yardımların nereye yapılacağı konusunda ki kıstasları kim belirliyor?
İmkânı doğrultusunda hacca gidenin bu girişimi tarafınızdan alkışlanıyor da, bu talepten vazgeçerek aynı maddi destekle yoksul yardımı neden eşdeğer alkışı alamıyor? Bu çok daha büyük bir özveri ile alınmış, temelinde kendi hakkından vazgeçilmiş bir karar değil midir? Dindar olmanın ölçüsü görsel şovdan mı geçmekte?
Yapılan ibadetin,” eğer ramazan ayı dışında oruçluysanız ve gittiğiniz yerde ikram varsa ve siz buna mazeret bulamadıysanız ikramı kabul ediniz” diyecek kadar gizli olmasını öngören bir din anlayışında kimin, inançlarını nasıl yaşadığı hakkında sorgulamalar yapmak doğru sonuca götürür mü? Yaptığınız da ne kadar gerçeklik payı vardır, hiç düşündünüz mü? İbadetin temelinde reklâm anlayışı mı vardır?
Mesele Cuma namazlarında ön saflarda yer almak değil, sabah namazlarında caminin yolunu tutmaktan geçer, klimalı camiyi tercih etmekten değil, terkedilmişi aramaktan geçer, camiye halı bağışlamaktan değil, camiden halı çalmamaktan geçer, camiye gidecekleri doğurmaktan değil, avlusuna bırakılanları önlemekten geçer.
Mesele şadırvanda abdest alma meselesi değil, sürekli abdestli gezme meselesidir.
Son damlanın dona düşmesiyle abdestin bozulması değildir mesele. Mesele camii duvarına işememektir.
Son olarak diyebilirim ki abdestsiz namaz kılmak, inançsız abdest almaktan iyidir.
Yanıtını bulamayan sorulardan çıktık yola, sorusunu arayan yanıtlarda verdik mola…
İnancınız güçlü, hayrınız bol, saygınız sonsuz olsun. Çünkü sevmek zorunlu bir eylem değildir. Zorunlu olan saygıdır.
Sevgi Dündar/ 2011
YORUMLAR
Gerçek başkaldırı budur işte. Anarşizm budur. İktidarı ve siyaseti sorgulama düzeni sorgulama böyle olmalı. Ezber bozmalı insan.
Bu demek değildir ki katılıyorum yazarın her düşüncesine. Sonuna kadar haklı olduğu bir genellemeye gidebilirim. TEK FARKLA; Bahse konu edilen iktidarın karşısındakilerin çok değil bundan bir kaç yıl önceki tavırları da muhakkak aynı derecede sorguya çekilmeli. İkna odaları beni bile hala ikna edemedi.
Nalına mıhına vurmak tabir ederdi rahmetli peder. Biraz öyle olmak gerek. Biraz aklı selim.
Sevgi Dündar
Elbette ki tek taraflı açılan pencereden bakmak ciddi sakıncalar doğurur. Amacım sadece Din üzerinden yapılan gerek toplumsal, gerek siyasi; her türlü pazarlamaya göndermede bulunmaktı. "iktidar" derken sıkıntımız iktidarda değil iktidarın düştüğü din tacirliği eylemi.
Her dönem dinsel sorunlar yaşamıştır bu ülke yönetim konusunda ama kendini hiç bu kadar yoğu hissettiren bir döneme de tanıklık etmemiştir. Özellikle içi boşalmış bir müslümanlıkla buna ön ayak olmaya kalkmak aslında bu zihniyetin karşısında duranların değil, bizzat zihniyetin içinde gerçek manasıyla yer alanların sorunu olmalıdır...
Karşılaştırmalı bir çalışma değil elbet ama bu demek değildir ki , bundan öncekiler sütten çıkmış ak kaşık.. Eğer ciddi anlamda sağlam bir emanet bırakılmış olsaydı, bunu bu hale getirmeye de güç yetmezdi diye düşünüyorum..Hali hazırda açık olan deliklerden, gözle görülür yırtıklardan içeriye sızmak ve onları büyütmek gibi bir icraat bu. Hali hazırda birşeyler inanmaya ihtiyacı olan, kendi boşluğu kendi içinde yaratılmış ciddi bir potansiyel ile işe başlamadı mı bu iktidar da..içi bu kadar boş olmasaydı kendi getirdikleriyle böylesi doldurma şansı olurmuydu?
:) Elbette ki bunlarıon da sorguluyoruz ve sorgulamalıyız. Tohumların rastgele atıldığı bir toprakta kendişne göre ayrık otu tespiti ve istediğini o topraklarda büyütme yetisini kullanmadır bu. Nadasa bırakılmış bir toprak üzerinde çalışmamıştır ki iktidar...
Burada olduğunuz için tekrar teşekkürederim...Rastgele..
Sevgi Dündar
evet..din en çok da vicdanla örtüşen bir olgu bana göre de...
teşekkürlerimle..sevgiler..:)