- 1883 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İki Kişilik Bir Oyundur Sevda
Hiç bitmeyecek bir şiirin sözleri yazılırdı sana,
Bobinler sana döner, senin için katlanırdı gazeteler
Seni sevmelerin alacakaranlık kuşakları açılırdı
Yorgun kelimeler bu şehrin üzerine düşünce…
Simsiyah bir gece akıyordu gözlerimin önünden. Bütün kalabalıkları geride bırakmış, kavgadan, ihanetten uzak kalışımın şerefine kadeh kaldırıyordum. Geleceğimi duvarlara çiziyor, melankolik sevdalarıma içli bakışlar atıyordum. Kendimle uzlaştığım, kendimi dinlediğim gecelerden biriydi bu ve ben yıldızlara seni anlatıyordum.
Ellerimi yüzüme kapadığımda sevecen bir bakışla yanıma sokulurdun oysa. Darmadağın olurdu hayalin güvercin bakışlarınla. Bir şiir olurdum yüreğinde pişerek, bir anıt olurdun gözlerini gözlerime dikerek. Kan revan içerisinde seni düşünür, yalnız senin olduğun gecelere dolanırdım bir gök kuşağı gibi.
Yürekteki rotayı kaybettiğin anlarda son bir sözün, belki de isyanını algılardım ağlayışlarından. Sığındığın geceler aynalara dargındı ve konuşmayı beceremezdi. Oysa film başlamıştır ve bu oyun oynanacaktır. Bir vahşi menekşe kokusunca eser zaman, rüzgarca. Sen kaçarken bana ulaşır kokun, ulaşır bu kırılgan sevdalar şairine.
Kalbinin dalları aynalara tutununca gülüşlerin tırmanırdı karlı dağlarımı. Ben seni düşünürken denizlerim taşar, atardım en tiz çığlıkları. Güzelliğinin üzüm bağları soluklanır mahzenimde ve basardım en korkusuz naraları. Hiç bitmeyecek bir şiirin, hiç bitirilemeyecek sevmelerin yansımaları düşerdi ak kağıtlara. Bobinler senin için döner, senin için katlanırdı gazeteler. Seni sevmelerin alacakaranlık kuşakları açılırdı, gün bu şehrin üzerine düşünce.
Kar kalkmayan dağlarının zirvelerinde bir başına üşürsün oysa. Bir masal perisi düşlerim bakışlarının ütopyası gönlümü bulunca. Ben ki; nice seçeneksizliklerin içimde dama oynadığı mevsimlerden kopup seni buldum. Bu kentin sokaklarında bir sana yürüdüm, bir seni soludum. Yüreğime doladığın düğümlerle dolaştım, kimi de rengarenk bir ışık demeti oldum. Bazen ulaşılmaz bir serap oldun, bazen de yanı başımda dururken seni içtim yudum yudum.
Bütün sancılarımın alaca karanlık labirentlerinde sesin seni yaşamalara çağırıyordu beni. Beni sevme olasılığını bile düşünmeden koşulmamıştım atımı uzak ülkelerine. Bildiğim tek doğru sen, inandığım tek gerçektin. Öyle güçlü oluyordum anlayacağın sevgi sözlerini duyduğumda. Muhteşem bir şölendi sesinin tınısında dans etmek. Umudum kendini tazeliyor, sevgiyi anlatmak ve o sevginin koluna girmek farklı kılıyordu beni.
İmkansızı hapsedip binlerce kilitle, darmadağın kelimeler tuzağına yürüyordum belki de. Üzerimde taşıdığım kimlik çiçeklerle bezeliydi. Seni sevmelerin sıfır noktalarından en uç iklimlere yürürken yüreğimdeki ışık yetiyordu bana. Her gün seni yeniden keşfedip, sevginin kırılma noktalarından ustaca atlıyordum. Ben konuşurken sen susuyor, sen konuşunca da kendime susma hakkı veriyordum. Saatler hızla kovalıyordu bizi.
Bilinmezliğin ışığı çok uzaklardaydı ve biz birbirimizi aramaktan bıkmamıştık.
Pencereden gözlerini bembeyaz karlara dikiyordun soğuk kış günlerinde. Sırtını bir alev yalıyor, titrek ellerin ellerimi okşamak istiyordu belki de. Oysa mükemmel sevgilerde bile bir şeyler eksik oluyordu. Arayışlarla geçen ömrümüzün dengesiz törpülerinde tutunduğumuz tek şey yalnızlıktı. Yaşam kimi zaman bir hüzün şöleni, keşke’ler ise asla doldurulamayacak sayfalardı. Sesinin Ummanları suskunluğumun dayanma gücünü zorladığı anlarda, her defasında umudun resmini yapmam da bundandı.
Yine de yaşamdan beklediğimiz tadımlık kavuşmalardı her seferinde. Buncadır yanlış denklemlerden doğrular ararken, yaşadığımız düş kırıklıkları beynimizdeki hayaller gerçeğe yakın durmuştur. Sevgiyi aradığımız saatlerde karanlığı delik deşik etmelerimiz, her gün yeniden hazırlandığımız bir oyunun rol kesmeleridir. Sevgideki aykırılıklar ritimsiz bir müziğin güftesi olur bazen de. Kuşaktan kuşağa anlatılan bir hikayenin gecelere yansıyan gülümsemelerinde iki kişilik bir oyundur sevda. Hüznün tortularıdır geride kalan. Karşı koyamadığımız bir karabasan, belki de hiçbir zaman çözemeyeceğimiz büyüsüyle hala tanımlanamayan ‘SUSKUN BİR İLAHİDİR AŞK’..
Selahattin Yetgin