- 847 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SÖMÜRGE İSTASYONU !!!
Umut saçacak bir geleceğe!
Sömürge istasyonu, sömürülenleri taşıyan trenlerin konakladıkları yerlerdir. Sömürge istasyonunun düşüncesinin lokal seviyedeki kıvılcımlanış ve göverme yerleri, iki kişilik akitlerle oluşturulup, toplumların oluşmasını sağlayacak ailelerde ortaya çıkar. Sömürgeci zihniyetin istasyonlarına bir daha trenlerin uğramaması için, sömürülenlerin akıbetini hatırlatarak, akıllarını ipotek ettirmekten kurtardığımız zaman, bu sürecin çığırını başlatmış olacağız.
"Yüzleri ateşte çevrildiği gün, keşke Allah’a itaat etseydik, keşke peygambere itaat etseydik derler. Rabbimiz biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizleri yoldan saptırdılar. Rabbimiz onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lanete uğrat".(Ahzab:66-68)
Akıl ve beyinlerini korku çığlarına feda eden dimağlar(insanlar)ve iradelerini heva heves ve şehvetlerinin kurtarıcılığına terk etmiş zavallılar, sömürüldüklerini ancak hayatlarının sonuna kavuştuklarında anlayabilmekteler. Ama böyle bir anda kendilerine kurtuluş ümidi vaat etmeyen gerçekleri anlamalarının herhangi bir önemi yoktur. İşte biz, insanlar bu sona varmadan önce, onları iradenin ve hakikatin kuşatıcılığına açılan bir atmosferin içinde rollerini oynamaya davet ediyoruz. İnsanları davet ettiğimiz ekranların senaryolarını bizzat onların bilmesini, tanımasını ve sonra da iradeleriyle kararlarını verdikten sonra oyuncu olmalarını istediğimiz ekranlardır davet ettiğimiz ekranlar...
Sömürge istasyonunun pencerelerinin hangi yöne açıldığının fazlaca öneminin olmadığını belirterek, bombanın istasyonun tam ortasına konarak bu tür şekilsel yapıların yok edilmesi gerektiğine inanıyorum. Sevgilerin bile çoğunun dokusunda, sömürmek, faydalanmak anlayışlarının barındığı muhakkaktır. Sömürgeci bir sevginin, faydalanmanın ötesinde bir başka yönünün olmadığı, sevgililerin birbirine kavuşmasıyla daha bir ortaya çıkar. Düşüncelere, insanlara ve toplumlara sahip olmanın dışında herhangi bir sevginin olmadığı anlayışlar, tamamıyla sömürge anlayışının barınaklığını yapmaktadır. Bunlar için herhangi bir değer ve ilke diye bir hakikat söz konusu değildir. Birilerinde görmek istediklerini bulamadıkları zaman, ne kadar o birilerini sevdiklerini söyleseler de, sevdiklerini söyledikleri o insanları, bir yumurtalarını haşlamak için ateşe vermekten çekinmezler.
Hayatı, sömürmek olarak algılamadığımı haykırmak isterim, kokusunun baygınları sarhoşluktan kurtaracağı solmayan güllere! Sömürülmenin bir yazgı olmadığını en içten düşüncelerimle belirtmeliyim. Sömürmeninde inisiyatifi elde bulundurmak olmadığı bilinmelidir. Biz sağ yanağımıza bir tokat vuranlara sol yanağımızı yaklaştırmanın, aşağılık, küstahlık dalkavukluk ve bukalemunluk olduğuna inanan insanlarız. Hakikat endeksine hayatımızı endekslemenin kaçınılmazlığını biliriz. Şunu da hatırlatmadan yolumuza devam edemeyiz. Hakikat yolunun hakikat savaşçıları ancak; sömürge istasyonunu bombalayacak dinamizme ve enerjiye sahiptir.
Saat tamam, vakit durma vakti değil, anlaşılmayan bir kaderin yeniden tarif edileceği bir zamandır, içinde yaşadığımız çağ. Bir toplumu, bir hayatı, bir geleneği ve bir düşünceyi yozlaştırmak istiyorsanız, öncelikle onların asıl olan değerlerinin hangi tarifle açıklanması gerektiğini değiştirin yeter, sonrası çorap söküğü gibi kendiliğinden gelir. İşte bizim kavram ve değerlerimizin uğradığı dejenerasyon süreci, bizleri ister istemez sömürgecinin kucağına bırakmıştır. Anlaşılmayan bir kaderin kurbanları mı olacağız biz hep. Anlaşılmayan bir kaderin gözü bağlı kurbanları olamayız biz. Sömürge istasyonunu param parça edip, hakikate önderlik etmek için ayağa kalkmış adaylar olduğumuzu ve olacağımızı, Hakikat geleneğini mikro seviyede yaşayarak ortaya koyacağız.
Kadim bir geleneğe tanık olmaya, aday olacaklarına dair Allah’a söz vermiş sebatkâr ve vefakâr insanlara! Bireysel ferdi bilinçlenmenin eylemsel boyutu, kollektif davranışa dönüştüğü zaman, sömürge istasyonunun ışıkları hemen birden sönüverir. Kollektif bilinçlenmenin Kollektif davranışa dönüşmesi için de bireysel bilinçlenmenin motivasyonu şarttır. Ferdi bilinçlenmeyi sağlayan güdülerin Kollektif motivasyona dönüşmemesi için sömürgeciler her türlü cambazlığı güpegündüz oynamaktan çekinmezler. Onların oynadıkları bu oyunların sayıları bizlerin hafızasına sığmayacak kadar fazladır. Biz onların oyunlarından bir tanesini irdeleyeceğiz.
İnsanlık hayatını bir kuşun iki kanadına benzeterek açıklarsak, bir kanat erkek cinsiyetini diğer kanat ise dişi cinsiyetini ifade etmektedir. Bu iki kanadın fonksiyonlarında tahrifatların meydana gelmesi, sömürgeci zihniyetin şahlanmasını sağlamıştır. İnsanlığın mesajının taşıyıcılığını yapan kuşlar, tek kanatlı olamazlar, mutlaka iki kanada sahip olması gerekir. Bu iki kanat dengeli bir mücadele sonrasında kuşun uçmasını sağlar. İnsanlığın zürriyetinin taşıyıcılığını yapan bu iki kanadın hiçbir zaman birbirine üstünlükleri olamaz. Bir kanat herhangi bir nedenden dolayı kıpırdama işlemini gerçekleştirmezse kuş uçmayacaktır. İnsanlığın onurunun taşıyıcısı olan dimağlardan herhangi birinde buna benzer sebepler ortaya çıkarsa, hayat durur. Hayatın durduğu yerde de yöneticiler ve yönlendiriciler hep başkaları olmuşlardır.
Sözü dinleyip en güzeline uymayı hayatı boyunca şiar edinecek insan! Sömürgeci zihniyetin virüsleri, kanadı kırık kuşların, kırık kanatlarının yaralarının içinde, tarihten günümüze kadar taşına gelmiştir. Bundandır işte, varlıklarını devam ettiren yuvalarının çoğalması için mücadelelerine her gün yeni bir boyut kazandırarak, parçalayıcı dişlerinin ivmelerini hızlandırmaktadırlar.
Ey yarının doğacak güneşi! Biz başları dik, onurumuzu zedelemeyecek kadar haysiyetli insanlar olduğumuzdan, kendi gerçeğimizin tarifini başkalarına bırakmadan kendimiz açıklamamızın gerekliliğine inanırız. Sözlerimizin her kelimesini, kanlarımızla yazmış gibi, değerli ve kutsi bildiğimizden, onlar uğruna mücadelemizin devamlılığını sağlayan savaşımızın durmasını istemeyiz.
Zeynebi yiğitlikte tavırları, yezidi canilere yaşamıyla anlatacak yiğitler! İnanan gönülleri bu savaşın içinde bir nefer olmaya çağırıyoruz. Bu savaş, insanlığın kirletilen onurunun ve zedelenen ruhunun temizleme savaşıdır. Kirlenen onurlarını ve zedelenen ruhlarını temizlemek isteyen herkes bu savaşa gözünü kırpmadan katılmalıdır. Onuru kirletilen bir toplumun, yanlış geleneğinin taşıyıcısı olmaktan kurtularak, hiç kimsenin hayatını görüntülemek istemediği ekranlarda kendimizi göstermeye çalışacağız. Bu ekranlar ne bir TV ekranı ne de toplumsal yığınların sahip olma mücadelesi verdikleri rol savaşı ve statü(makam) arzuları ekranlarıdır. Bizim görüntülenmemizi istediğimiz ekranlar, İbrahim’in(as)oğlu İsmail’i ve hanımı Hacer’i terk ettiği bir çölün hararet ekranıdır, Ali’nin kızı Ali’nin dili, Zeyneb’in; Yezidin zulmünü sarayında suratına haykırarak, yarınlarda doğacak Güneşin yaklaştığının haberini verdiği mücadelenin ekranı olacaktır. İnşaALLAH...
Karar anı bizim elimizde şimdi diyerek, ortaya çıkmasını istemediğimiz olumsuz kararlara son noktayı koyup, tarihi bir dönüşümü başlatmada cesaretiyle örnek olacak kahraman savaşçı! Ali ve Fatıma’nın olduğu yerde sömürgeciler kaçacak delik arayacaklardır. Ali ve Fatıma’dan herhangi birinin özelliklerini kaybederek var oldukları veyahutta birinin diğerinin bütünlüğünde yok edildiği yerde sömürgeciler kaçmayacaklardır. Sömürgecilerin karargâhlarının kurulduğu yerler böylesi yerler olmuştur zaten. Ali Ali’dir dostlar, Fatıma da Fatıma’dır. Bir başkası değildir onlar, Elma ağacının armut olduğunu iddia etmenin mantıksızlık olduğu gibi, bir bütünü başka bir bütün içinde görmekte aynı şekilde mantıksızlık ve saçmalık olacaktır. İşte sömürgecilerin tuzakları ve ağları hep böylesi alanlara, yani bütünlüklerini başka bir bütün içinde ifade etmeye çalışan ortamlara kurulmuş ve onları da rahatlıkla kapana düşürebilmeyi de becerebilmişlerdir.
İslam toplumları olarak bilinen Doğu toplumları, yanlış bir geleneğin ve kurutulması gerekli bir bataklığın içinde battıkça batmaktadırlar. Biz bu bataklıklara başkaları tarafından bırakıldık, gerçeklik, hakikat ve şifa adına. Ne olduğunu anlamayan bizler, kurtuluş ümidi olarak sarıldık, sonrada kendimizi toplumsal hayatın dışında bulduk. Böylece yönetim ve yönlendirim raconlarını da başkalarına bırakmış olduk O halde sömürülmek ve emilmek böylesi bizlerin hakkı değil de kimlerin olacak...
Musa’nın Rabbim bileğimi kardeşim Harun’la kuvvetlendir. Yani Harun’un ve benim gücümü bir nehire akıt ki, nehirin yatağı sel olup taşsın ve Firavunun sarayını denizlere batırsın, dercesine bir haykırıştan başka bir gerçeği canlandırmıyor Musa. Evet Musa bir bütün, Harun da bir başka bütün, ikisinin de bütünlüklerini ayrı ayrı ortaya koyarak hakikat cetveline endekslemeleri, yeni bir hayat, anlayış ve kuvvet ortaya çıkaracaktır. Musa’nın yanlışlarının taşıyıcısı Harun olmayacak, Harun’un yanlışlarının tasdik mercii de Musa olmayacaktır. Musa’nın diliyle:"Ey anamın oğlu! Bunlara benden sonra buzağıyı ilah edinmelerini yoksa sen mi söyledin? Allah’a yemin ederim ki onlar kendi nefislerini ilah edindiler."
Burada üzerinde dikkatlice durulması gereken bir gerçek var, o da bütünlüklerin bir cismin ve objenin bütünlüğüne değil, Hakkın rotasına endekslenmiş olmasıdır. Birbirlerine hakkı emreden ve münkirden de nehiy edeceklerine dair, Allah’a söz veren bir kuşun iki kanadı! Özellikle kadın ve erkek iki cins üzerinde durmamızın sebebi, sömürgeciliğin döllenme merkezinin burası olmasından kaynaklanıyor. Mikrop taşıyıcı canlılar, hastalık virüslerini canlılığın kaybolduğu, hareketliliğin yitirildiği ortamlara bırakırlar. Aile kurumlarında da tek boyutlu bir emir komuta zincirinin yaşandığı yerde, ölü ruhlar çoğunluktadır. Ölü ruhların hareketsizliğinden kimsenin kuşkusu olmaz. İşte hastalık virüslerinin yaşamak için tercih ettiği bünyeler böyle bünyelerdir. Bu tür dimağların ileri sürecekleri mazeretlerinin geçersizliğini Âlemlerin Rabbi şöyle dile getiriyor:"Yüzleri ateşte çevrildiği gün; keşke Allah’a itaat etseydik, keşke peygambere itaat etseydik derler. Rabbimiz biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz onlara iki kat azab ver ve onları büyük bir lanete uğrat derler."
Ey bacı! Ey kardeş! Tarihin karanlıklarından çıkarak, ayın üzerinde adımlayarak, zamanın sömürgeci zihniyetini telin eden, zalim yöneticilere başkaldıran, Ali’nin dili, Hüseynin atan kalbi, Muhammed(A.S)in sevgili torunu Zeynebi tanır mısınız? O sadece Zeyneb’ti Fatıma’nın kızı Zeyneb’ti. Kerbela çölünün kızgın kumlarının derinliklerine gömülen, Hüseynin kanını dünyanın dört bir yanına taşıyan, serinleten, rahatlatan bir rüzgârdır Zeyneb. Tarihin cinayet şebekesinin caniliğine tanıklık yapacak neferlerin kalplerine, mesajını kanla kaydeden fedakâr hattatların divitlerine mürekkep olan kırmızı bir güldür Zeynep. Koklamakla solmaz, yazmakla tükenmez O...
Günün batımına küskün, Güneşin doğumunu sabırsızlıkla bekleyen yiğitler! Varlıklarını benliklerini, Zeyneb gibi ortaya koyacak zamanın dilleri, sömürge istasyonunun treninin raylarını sökecekler. Hüseyin gibi yiğit savaşçılar da birer bomba olarak, sömürge istasyonlarını havaya uçuracaklardır. Böylece ne sömürgecilerin treni yürüyecek ne de konaklayacakları birer istasyonları olacak, Hüseyinler ve Zeynepler var olduğu sürece... Güneşin doğumu çok yakın, çabuk olalım haremiler subaşında...
Yıl:22.02.1995
Elazığ
EROL KEKEÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.