- 1306 Okunma
- 12 Yorum
- 1 Beğeni
KALP KULAĞI
Sabahın erken saatleriydi
Yağmur hafifi hafif çiselemiş kaldırım taşlarının üzerine nem ağırlığında ürkekçe kendini bırakmıştı
Geceden kalma sinsi pus, şehrin hakimiyetini yavaş yavaş insanlara teslim ediyordu…
Sokakların tabanını olanca gücümle çiğneyerek acele bir eda ile iş yerine varmıştım
Bir yandan dükkanı açarken diğer yandan, yavaş yavaş kaybolan karanlığı sabahın köründen yontan insanların dik uyur olarak, hayallerinin içine gömülür gibi gömülerek iki omuzlarının arasından sarkıyorlardı kalabalığa…
Esnafın sevgilisi haline gelen martı topal hüsnü ise her zamanki köşesinde yerini almış, durumdan vaziyet çıkarmaya çalışıyordu, aslında martı demeye birkaç bin şahit gerekti ya, daha çok evcil bir kedi gibiydi, utanmasa her balık veya kaşar peynirinden sonra takla atacaktı...
Ve yağmurun tüm şımarıklığı üzerindeydi, iyice salmıştı kendini bayır aşağıya, insanları kovalıyordu adeta, yakaladığını ise sırılsıklam ıslatıyordu…
Tanıdık yüzler, yabancı yüzlere karışarak kayboluyordu,
Sabah aydınlık kanatlarıyla şehrin üzerine iyice çökmüştü…
Babama ait olan tekel ve gazete bayiinde temizliği alelacele bitirip yeni gelen teksas, tommiks ve en çok sevdiğim mister no yu okumaya başlamak için sabırsızlanıyordum…
Çayımı ve mister no’ yu yarılamıştım ki, dışarıda bir kalabalığın ilginç bir şey görmüşçesine bulunduğum yerden görmeme imkan olmayan, belli bir noktaya odaklandığını ve şaşkın bakışlarla
Birbirlerine gördükleri şey hakkında yorumlar yapar gibi yüz ifadelerine bürünerek ağır ve tereddütlü adımlar ile bilmediğim merağıma doğru adımlandılar…
Bulunduğum yer kadırga meydanı, burası tam olarak dört yolun birbiriyle kucaklaştığı nokta
Karşımda ki caddenin köşeye yakın ikinci dükkanı taksi durağı ve yan taraf Rıfat amca nın çay ocağı
Orada ki, bir çoğu taksici olan, ve asla burunlarının sokulmayacağı bir olgunun olabileceğini aklının ucundan dahi geçirmeyen yarı kaytan bıyıklı yüzlerin, yine ne işgüzarlık peşinde olduğunu merak edercesine, ayaklarım ile dolabın çıkıntısından destek alarak, akışmakta oldukları yöne doğru boynumun kaslarını gererek uzadım…
Binlerce dünyanın olduğu gerçeğini gözlerimin önüne seren, binlerce ruh dünyalarından sadece birine aitti o an gördüğüm, dolabın üzerinden uzadığım yöne boyun kaslarımı kasılı bırakakaldım bir süre, içi tıka basa ne ile dolu olduğunu bilmediğim, yeşil bir ford minibusun şoför kapısından inmeye çalışan, tam anlamıyla yarım bir insan…
İki ayağın olması gereken yerde, birbirine kıvrılmış iki kuru dal parçası ve sol kolu da, iki ayağı gibi ufacık ve dal kurusu… Aman Allah’ım diyemeden bastığım dolap çıkıntısından kayıp düşmem bir oldu, tüm fiziğimle yerde olmama rağmen gözlerim orada kalmıştı…
Derhal dışarıya çıkmam gerektiği dürtüsüyle, ayaklarım beni devre dışı bırakarak kalbimle ortak aldıkları bu kararı uygularken bana da, birlikte hareket eden uzuvlar olduğumuzdan peşlerinden sürüklenmek kalmıştı…
Ben dışarıya çıkana kadar yaşlı amcayı yere serilen bir battaniye üzerine oturtmuşlar ve amcaya ait olduğunu sandığım, genelde çay bahçelerinde bulunan kocaman bir şemsiyeyi de açıp, hafifleyen yağmur damlalarının etkisinden korumak amaçlı olacaktı… Amca her şeye rağmen kır sakalları arasından sarkan güleç bir yüzü vardı, fakat güleçliği arasında ki, o yaşamış olduğu yılların acıları bir alın çizgisi gibi belli oluyordu, dudak kıvrımlarından sanki tüm hayat zorluklarını yansıtmıştı o mesafeden gözlerime…
Arabanın sağ tarafından da bir karaltının inmekte olduğunu fark ettim çok geçmeden, yaşlı amcanın nesi olduğunu o an için anlamadığım siyah çarşaflar içinde bir kız indi, arabanın arkasından bir bidon ve sürahi çıkartarak, yaşlı amcanın yanına bıraktı, sonrada bir havlu getirerek yaşlı adamın abdest alması için ezberlemiş olduğu ritmik hareketlerle suyu yavaşça dökmeye başladı, amca tek koluyla öyle güzel bir abdest aldı ki, var olan uzuvlarımın bir anda çürük, işe yaramaz olduğu düşüncesiyle ve birazda utanmış olacağım ki, aklımda yüzlerce sorularla beni bekleyen müşterilerimin isteklerini vermek için dükkana girdim… Bizim martı topal hüsnü bile olanları bir süre izledi sonra da anlam verememiş olacak ki ortadan kayboldu…
Bir ara müşterimin isteği üzerine dolaptan bir şeyler almak için eğilip kalktığımda, o simsiyah çarşaflar içindeki karartıyı karşımda buldum elinde bozuk para ile sırasını bekliyordu, yüzü 11-12 yaşlarında bir kız çocuğu olduğunu ayan ediyordu, fakat irice cüssesiyle tam bir Anadolu kadını havasındaydı ilk ve uzaktan gördüğümde… Yuvarlak gözlerini belli bir ayarda kısılı tutarak, hafifçe tereddüt eder bi r ses tonuyla, bir adet su istedi, suyu verdim, nedense para almak çok ağır gelmişti bana
Almamak ise saçma, bu iki çıkmaz tereddüt ün içinde boğuşurken ben, suyu almak için uzanan el, suyun bedelini de tezgâha bırakmayı ihmal etmemişti…
Az sonra taksici ağabeylerimizden Trabzonlu recep, bir şeyler almak için yanıma geldiğinde öğrendiğim kadarıyla; yaşlı amcanın arabası arıza yapmış, araba amcaya göre dizayn edilmiş
Ve şaşırılmışlığa ait bir iki söz daha sarf edip gitti… Fakat yaşlı amcayı daha iyi tanımak istiyordum
Onunla oturup sohbet edebilmeyi o kadar çok arzuladım ki, sanki mister no’nun okunmamış birkaç cildine takas edebilirdim... saat öğlen olmuştu ve benimde mesaim bitmişti
Gün boyu yaşlı adam aklımdan çıkmadı, elime ayağıma bakıp yürüyebilmenin lütfünü idrak etmeye çalışıyordum, aklımın yetmediği yerde kalbim devreye giriyordu fakat nafileydi, o gün okula da gitmemiş kendimle baş başa kalmak istemiştim Sultanahmet camisinde buldum kendimi, her ne kadar içerisine girme cesareti gösterememiş olsam da dışarıdan solumuştum tarihi mabedi ve ezan sesini…
Ertesi gün okul kendiliğinden yoktu, cumartesi gününün öğle saatlerinde dükkana indim yeşil ford bıraktığım yerde duruyordu, şemsiye ve satmak için küçük bir tezgah içinde mendil çorap gibi küçük parça mallar sergilenmiş, gözlerim yaşlı amcayı aradı göremedim, baba’ma sordum,
- Az önce oradaydı, fakat canı çok sıkkın
- Neden
- Kızı kaybolmuş
- Nasıl yani
- Kimse bilmiyor, polise haber verildi herkes arıyor
Canım çok sıkılmış, kader kalbimi çelik urgana geçirmiş sehpayı tekmeleyip duruyor gibiydim
Bir şeyler yapılmalı gece olmadan bulunmalıydı, gecenin bir yarısı o kızın dışarılarda olduğunu temayül edemiyordum bile, hızla yürümeye başladım kendimi yaşlı amcanın yanında bulmuştum
O da yavaşça sürünerek tezgâhının başına doğru ilerlemeye çalışıyordu, nasıl sesleneceğini bilememiş
Bir delikanlı ses tonuyla,
- Amca geçmiş olsun kızınız…
- Yaramaz şey ne olacak kim bilir hangi parktadır şimdi
Amcayı gereksiz bir rahatlık içinde görmem canımı oldukça sıkmıştı, oysa babam çok üzgün olduğunu söylemişti, merakına yenik düşmüş çocuk yüzümle,
- Amca ya, kızını merak etmiyor musun
- Ediyorum oğlum, etmezmiyim fakat gördüğün gibi elimden bir şey gelmez beklemekten başka
Ara sıra giderdi en fazla yarım saatte gelirdi, saatler uzadıkça endişem artıyor
Fakat emin olduğum tek şey Allah beni hiç üzmedi, çünkü ben O’na hiç isyan etmedim
Aman yarabbi Allah beni hiç üzmedi diyor,hiç isyan etmedim diyor, oysa ben dün akşama kadar o’nun adına isyanlardaydım, resmen can çekiştim şeytanın kolunda…
Bir isteğin var mı? diye sorarak yanından ayrılmıştım ki birkaç adım atmadan arkamdan delikanlı diye seslendi, geri dönerek meraklı gözlerle yanına vardım
- Bir ses duyuyor musun
- Ne sesi hakkı amca
- Yavru kedi sesi gibi, senin dükkanın oralardan geliyor
Şöyle bir dükkana baktım, birde aradaki mesafeye, en az 50 metre vardı, bu trafik gürültüsünden değil yavru kedi sesi, babam seslense duyulmazdı, hakkı amcanın sesler duydu kanaatiyle, çok ciddiyetsizce
- Etraf kedi dolu hakkı amca, kafana takma sen
- Yok öyle değil, yavru bir kedi imdat istiyor gibi
- Nereden anladın hakkı amca
- Bak dinle evlat
- Duymuyorum
- Benim oraya gitmeme yardımcı olur musun
- Tabii, diye isteksizce cevap verdim ve yavaş ilerleyişlerle dükanın oraya vardık, bir süre dikkatlice dinledi etrafı ve aniden;İ
- Şu altta ne var
- Orası depo eskiden kalma gaz varilleri var
- Açabilir misin orayı
- Tabi, dedim
Anahtarları alarak, hiç bir şey düşünmemeye ve sormamaya çalışarak, her tarafı pas tutmuş üç küçük camın ikisinin kırık olduğu ve yıllarca açılmamış kapıyı zorlukla açtım içeriye girdikten çok kısa bir süre sonra o kedi sesini bende duymaya başlamıştım o kadar uzaklardan geliyordu ki, nerede olduğunu anlamama imkan yoktu, derken hakkı amcanın sesi imdat a yetmişti,
- Oradaki varillere bak evlat
Burada ki variller boyum kadardı neredeyse, kırmızı renkli boyalarını yerini yavaş yavaş pasa bıraktığı
Koca gövdeli yaratıklardı artık benim nazarımda, ses neredeyse bitmek üzereydi, ilk baktığım varilin dibinde bir karaltı gördüm, neredeyse ışığı sönmek üzere titrek iki mum gibi yalvaran gözlerin, o karartının bir kedi olduğunu anlatmaya yetmişti, fakat nasıl çıkaracaktım onu oradan , yine imdadıma hakkı amcanın sesi yetişmişti ;
- Evlat, buldun mu
- Evet hakkı amca burada varilin dibinde, fakat çıkarmam imkansız
- Al şu atkıyı
Boynundan çıkardığı atkıyı bana uzattı, anlamıştım yapmam gerekeni, atkıyı varilin dibine kadar uzattım, içerdeki de anlamıştı yapması gerekeni , sanırım bu an için sakladığı son gücünü kullanarak uzattığım atkıya tutunarak tırmanmaya başladı, bir yandan o tırmanıyor bir yandan ben çekiyordum
Sonunda titrek tüy yumağı ellerime kavuşmuştu, içimde ülkeleri fethetmiş gibi bir sevinçle hakkı amcanın yanına vardım, kediyi ellerine aldı ve;
- En az üç dört gündür burada yavrucak
Hakkı amca kediyle konuşurken bir yandan da süt almamı söyledi, sütü aldım ve hakkı amcanın yanına geldiğimde, bir elinde kedi, diğeriyle kızının yanaklarını seviyordu, 6-7 kişilik küçük bir topluluk da başlarındaydı, yüzlerindeki ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla, kızı bulan birkaç taksici ve esnaf idi…
Fakat ben halen hakkı amcanın yavru kedinin sesini o mesafeden duymasındaydım, imkansızı hangi meziyetiyle başarmıştı, kalp gözü olduğunu biliyordum fakat kalp kulağı da var mıydı / olmalıydı…
İç tarafımı kemiren yaratıklar, vicdanımı oyduklarının farkında mıydılar acaba, ne kadar yetersiz ne kadar işe yaramaz bir biblo olduğumu iyice anlamış duygularla kendimle savaşırken, yolun karşısında topal martı hüsnü gözüme ilişti, önünde çeşitli yiyecekler ve övgü dolu bakışlar altında kendini ödüllendiriyordu adeta, merak ettim ve yanlarına gittim, ne olduğunu merak ettiğimi anlayan Rıfat amca, olayı anlatmaya başladı;
- Hani yaşlı adamın kızı kayıptı ya
- Evet
- İşte O’nu hüsnü bulmuş
- Hüsnü müü?
- Evet, bizim hüsnü
- Nasıl olmuş bu
- Kız oynamak için şuradaki park a gitmiş, bir süre sonra dönerken, Mustafa amcanın harabe binasına giriyor ve orda bacaya sıkışıyor, bizim hüsnü de durumu fark edip başlıyor ciyaklamaya, tabi esnaf anlıyor hüsnü de bir gariplik olduğunu, yiyecek bir şeyler atıyorlar yemiyor, hüsnü yiyeceği reddetmesi, merakları daha da artırarak çatıya çıkıyorlar ve kızın kısılmak üzere olan sesini duyuyorlar, işte şimdi gördüğün gibi kız babasının yanında…
Anlamlar birbirine bağlanarak kördüğümler haline geliyordu, nasıl bir alışverişti bu, iki can yeniden hayata tutunmuştu, iki fiziksel engelli can tarafından, nasıl bir denklemdi bu, bildiklerimi unutup yeni bir kütüphane mi kurmalıydım beynimde, ya da diğer insanlar gibi sadece şaşkın, şaşkın bakıp bir çay yudumunda hayata devam etmek mi,
Aradan 2-3 gün geçmişti, hakkı amcanın arabası yapılmış yola çıkmak üzereydi, sanki kadırgadan ulu bir çınar devriliyor gibi hissediyordum, 3-5 gün içinde şahit olduklarımın ardında kalakalacaktım
Martı ile küçük kız Zeynep çok iyi akadaş olmuşlardı, kedicik 3 gün içinde kendine gelmiş hakkı amcanın kucağından inmiyordu, adete minnet duyuyordu, oysa onu oradan çıkarının ben olduğumu sanması gerekiyordu, fakat o adlandıramadığım seziş neyse, yine yanıltmamıştı...
Ve yeşil minibüs, dizel motorun o berbat sesine karışarak trafiğe karıştı uzun vedalardan ve belli bir esnaf kalabalığı arasında, yine geleceğini söyleyerek, ben ise gelmeyeceğini emin bir hissedişle anlamıştım… ve sanırım ilk kez hissedebilmiştim
Abdulkadir BOSTAN
YORUMLAR
Küçük bir kedi yavrusu için hakkı amca görevlendirilmiş.
Kim bilir biz kulları için Allah kimleri görevlendirdi...
Böyle düşününce her şey ne kadar aydınlık oldu birden.
Herşeyin kendi özünde sakladığı bir neden olmalı.
Çok güzeldi daha önce büyük ihtimal uzun diye okumamışımdır bunu :))
Ama zaten nehir gibi akıp giden bir yazıymış.
Çok iyi geldi, teşekkürler.
Saygılar
Değerli Üstadım,
Bilmem kurgu, bilmem gerçek, bilmem anı bilmem üçüncü kişi ağzından... Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun. Aşinası olduğum ve her daim takdir ettiğim kaleminizden muhteşem bir öykü okudum. Hayatın içinden, sade, duru; riyasiz kalp diliyle yazılmış bir eser. Manevi yönü ağır basan bu güzel öykü de geçen konuları zaman içerisinde çoğumuz görmüş veya yaşamışızdır. Konuyu Bakmak / Görmek kavramından ele alarak aradaki farkı sizin kalem gözü ile görmeniz çok anlamlı. Keşke herkes sizin gibi baktığını görebilse.
Tekrardan bu muhteşem öykü için can-ı gönülden tebriklerimi arz eder, ihlaslı yüreğinizi saygıyla selamlarım.
Bu anımı desem, romanla yarışan bir kısa hikayemi desem bilmiyorum ama çok çok çok güzeldi...Kalp gözüne, bir de kalp kulağı eklemiş Hakkı amcanın yaşamına böylesine güzel bir nitelik katmışsınız, ne mutlu...
Ama ben bir romanın ortalarından alıntı okumuş gibiyim...Sürse gitse geceleri uyumadan okurdum haberiniz ola...Bazen yarım kalmışlıklar veya eksiklikler insanların irfan sahibi olmasına yol açıyor sanırım, sezgilerin görünmez kasları gelişiveriyor bir anda...
Bir sonraki satırı merak ederek ve iştahla okudum yazınızı, böyle bir anım var benimde kısa bir zaman sonra kaleme alacağım sizden aldığım ilhamla...
Teşekkürler bu güzel paylşım için usta kalem...
Şiirlerde bu kadar usta olup da yazı yazmayacağını hiç düşünmemiştim ve yanılmamışım. Kalem sayfada ahengle dans etmiş adeta çok beğendim.
Tebrik ederim... saygımla...
Abdulkadir BOSTAN
yazımı sizin beğenmeniz beni gerçekten onurlandırdı,
ben de sizi çok başarılı buluyorum gerçekten...saygıyla
Cok degisik ve güzeldi.
Allaha isyan inancsiz kalplere has.
Demek ki o da haline sükrediyorki Allah sabir veriyor sükür nedir bilenin kalpgözüde görür kalpkulagida duyar.
Yüreginize saglik
Sonsuz saygimla
Abdulkadir BOSTAN
Öncelikle harikuladeydi öykünüz. İyi bir öykü yazarı iyi bir gözlemcidir aynı zamanda. Kahramanımız çok güzel ve akıcı bir dil kullanıyor. Çevreyi bize o kadar iyi anlatıyor ki gözümüzde canlandırabiliyoruz. Karakterlerin her birinin diğer insanlardan ayrılan fiziksel özellikleri var. Bu da çok güzeldi. Allah'ın verdiği her can kıymetlidir. Kediciğin kurtulması beni de çok sevindirdi.
Güzel bir kurgu, kusursuz bir anlatım. Sizi tebrik ediyorum ve tam puanımla ayrılıyorum sayfanızdan.
Saygı ve selamlarımla...