- 644 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DEĞİŞKENLER EVRENİNDE İNSAN!
Güzel bir mücevher kesilmeden önce taş ya da kiremitle aynıdır. İyi bir at yarışa sokulmadan önce ufak binek atları gibidir. Kesildiği ve parlatıldığı, yarışa sokulduğu ve sınandığı zaman, mücevher ile taş, süvari atı ile binek atı birbirinden ayrılacaktır.
İnsanların yeteneklerini sınamadan, peşin yargılardan yola çıkarak karar verenler, yarınlar için çok büyük kötülük yaparlar. Kim bilir belki gelecek yarınlar, ifade edilmemiş yeteneklere hayatlarını borçludur. Ayırıcı özelliklere sahip olmayanlar, kendilerini sarraf sansalar da altının değerini bilemezler. Altının değerini ancak gerçekten sarraf olan anlar. İnsanda da durum böyledir. Pozitif değer yargılarına takılmış, insanın metafizik ruhsal ve ethik yapısını kavramaktan aciz değer yargılarıyla, insanı olması gereken yere oturtmak imkânsızdır. İnsanın yetenekleri sorumluluk aşısı yapıldığında ortaya çıkar, dallanır budaklanır ve kök salar. Şüpheci septik bir yaşama sahip olanlar; büyük yetenekleri ancak yok ederler. Çünkü septisizm her şeyden kuşku duymayı gerektirir, hiçbir yargıda bulunmadan onaysız yaşamayı şart kılar. Ona göre neyin doğru neyin yanlış olduğu kesinlikle bilinemez. Bir mücadelede önemli olan, sonuca kimin ulaşabildiğidir. Bunlar açısından sonuç, çok sesli bir koronun anlaşılmayan sözlerine bir nokta koymak gibidir. Yetenekleri sınamadan, kanıtlanacak ortamları oluşturmadan, peşin yargıda bulunanlar, yargıdan kaçındığını söyleyen ancak farkında olmadan yargıda bulunan septikler gibidir.
Değişkenler evreninde değişme yüzdesi en fazla olan varlık, insandır. İnsanın bu boyutu dikkate alındığında, insan için verilen sabit kararların ne kadar tutarsız olduğu aşikârdır. İnsan evreninde bu tutarsız kararlar zincirini kırmak gerekir. Bu zincir kırılınca, zincir halkaları yeni yeteneklerle, yeniden tutarlı hale gelmelidir. Bu durum dikkate alınmazsa, adına tecrübe diyerek birçok kurumsal yapılanmaların tepesine vinçlerle oturtulmuş olanlar, bulundukları mevkileri zamanla kendileriyle birlikte götüreceklerdir. Küçük kafalar yüksek yerlere getirilirse, kendilerini, en az bulundukları makamlar kadar yüce sanırlar, bulundukları makamları da kendi küçüklükleri gibi küçülterek alçaltırlar. İleriyi görebilecek kadar beyin hücreleri sağlıklı, anlama ve kavrama yönü güçlü, liderlik özelliklerine sahip olanlar, bu alçalmanın önüne geçmek zorundadır; yoksa kendileri de bir gün yok olabilirler.
Sağlıklı bir toplumun temel dinamiklerini oluşturmak için hiyerarşik yapılanmaların da sağlıklı olması gerekir. Günümüz yaşamı artık bireysel başarıdan çok ekip başarısına gebedir. Ekip çalışmaları, özgür birey, örgütlü toplum paradigmasına göre oluşturulmalıdır. Böyle bir çalışma da yeni yeteneklerin başarıları değer kazanacak, hiyerarşik yapılanma sürekli şekil değişimine gidecektir. Çünkü liderler bilir ki, bir insana yapılacak en büyük zulüm yeteneksiz insanların emrine daha yetenekli insanları vermektir. Durum böyle olunca, günümüzün gebe olduğu ekip çalışmalarında, aktif, dinamik ve enerjik insanlar hiyerarşik yapılanmada daima yer değiştirmelidir. Yoksa istikrar abidesi adına birçok değişmeler böyle hayatlara teğet bile geçmez. Zamanla da yok oluş hırıltıları duyulmaya başlar. Böyle bir son gelmeden önce yapılması gerekenler, çok pahalıya mal olsa da kurumsal yapılarda gerçekleştirilmelidir.
Konunun başında vurguladığımız gerçeklere yeniden döndüğümüzde şöyle bir tablonun, uygulamasının çok geciktirildiği kanaatindeyiz. Geciktirilmişte olsa, yapılacaksa bir an evvel karar verip uygulamak gerekir.
Bakmakla anlaşılsaydı kediler kasap olurdu. Evet, bakınca anlaşılacak pek az şey vardır. Bakmak tek başına bir anlam içermez, çünkü kuru duyumlardır. İnsana bakarak anlamak imkânsızdır. İnsanda bulunan özellikleri görebilmemiz gerekir, bunun için de uygulama zorunludur. Uygulamadan yoksun teorisyenlerin, yaşam adamına yönelmeleri ve onları arayıp bulmaları çok zordur. Onlara göre her şey aynıdır, ne fark eder insan insandır. Bu önerme özdeşlik açısından doğrudur ama reel yaşam açısından doğruluğuna gölge düşürebilir. Doğruluk, bir önermenin iddia ettiği gerçeklikle uyum içinde olmasıdır. Şayet iddia edilen önerme gerçekliğine uymuyorsa o zaman doğru değildir. İnsan yalan söylemez yargısı, gerçekten yalan söylemeyenler için doğrudur. Ancak yalan söyleyenler dikkate alındığında doğru değildir. O halde bir şeyin doğruluğunu anlamak için, nesnesine ya da eylemlerine bakmak gerekir.
Konunun merkezine insanı oturttuğumuzda şöyle sonuçlara gidebiliriz. İnsan için ileri sürülen yargıların doğruluğu insanın eylemleriyle denetlenmelidir. Eylemler dikkate alınmadan ileri sürülen yargıların hiçbirinin doğruluk değeri yoktur. Öylesine bu insan bu işi yapamaz, bunun yetenekleri bu işi kavrayamaz, bunun yetenekleri bunu çözebilecek durumda değil gibi, açıklamaların tutarlı ve doğru olması için mutlaka eylemlerle örtüşmesi gerekir. Eylemlerle sınanmamış, yapılan işlerden bağımsız değerlendirilmiş yargılar karanlıkta hedefi görmeden kurşun atmaya benzer; hiçbir zaman bu atışlar hedefi vurmayacaktır. Hedefi vuramayan kurşunlar ekonomik ve ruhsal sıkıntıları beraberinde getirecektir. Bu sıkıntıların zararını önlemenin en kestirme yolu, yargılarda tutarlılık ve doğruluk ilkesine uymaktır.
Çağdaş dünyada pozitivizm kendi içinde çelişkileri barındıran önermelere kapı aralamaktadır. Bu çelişkili önermelerin gün geçtikçe daha bir çoğalması, insana olan güveni de yitirmektedir. Pozitivizmin temeli deneye ve uygulamaya dayanmasına rağmen, denemeden ve uygulamadan yoksun önermelerin bir insan için ileri sürülmesi pozitivizmin kendi tutarsızlığını ortaya koymaktadır. Oysa pozitivizmden beklenen ileri sürdüğü tüm yargılarını, deneme sürecinden sonra teoriye dönüştürmesiydi bunu beceremedi. Sadece bakanlarının çoğaldığı bir dünyada, bakarak karar verenler doğruluk albümünde bir yer asla alamayacakladır.
Pozitif felsefeye endekslenmiş, eğitimciler, toplumbilimciler, ekonomistler, politikacılar ve patronlar iddia ettiğimiz yargıların birer taşıyıcısı durumundadır. Böyle düşünmediğini söyleyenlerin uygulamaları bizi ilgilendirmektedir. Çünkü uygulamalar tek boyutlu insan arzulamaktadır. Doğruluk da onların kafalarında ürettikleridir. Herhangi bir deneyim ve sınama yersizdir. Zaten bakınca her şey anlaşılmaktadır. Bu at gözüyle dünyaya bakanlar, taşlar içinde inciyi insanlar içinde üreticiyi, yargılarda doğruyu bulamayacaklardır.
Her insan hükümdardır felsefesiyle yola çıkan bizler, toprağa saçılmamış, çimlenme gerçekleştirmemiş bir tohumun olumsuz olmadığını düşünürüz. Her saniyenin hayatında önemli bir yere sahip olduğunu bildiğimiz insana, uygun ortamı sunduktan sonra eylemlerinin değerlendirilmesini isteriz. Bu bakış açısıyla yola çıkan herkesi, Mevlana’nın ne olursan ol yine gel felsefesiyle buluşmaya davet ederiz. Çünkü biliyoruz yayın, frekans yakalandığı an başlayacaktır. Ondandır işte biz daima yoldayız!
Yıl:24.03.2004
Saat:17.30–1830
Kadıköy// İst.
EROL KEKEÇ
YORUMLAR
Sayın Hocam bu söz size ait ve ben çok beğendim:"Değişkenler evreninde değişme yüzdesi en fazla olan varlık, insandır. İnsanın bu boyutu dikkate alındığında, insan için verilen sabit kararların ne kadar tutarsız olduğu aşikârdır".
Aslında tek değişmeyen,İnsanın sürekli değişimi !İmam Ebu HANEFİ şöyle diyor:"Doğruyu görünce bildiğimi bırakırım"
İyi çalışmalar.