YOLCULUK - 6
Annemin cenazesine amcamın oğulları da gelmişti.
En büyükleri olan ve annemin hastalığını haber veren Ruhi ağabeyim bu gece nerede kalacağımı sorduğunda tereddüt etsem de “kendi evimizde” dedim. Annemin, babamın ve kardeşimin kokularını bir kez daha duymak istiyordum. Belki de son kez!
Ruhi ağabeyim bana kartvizitini verdi ve bazı yasal işlemler için ertesi gün yazıhanesine gelmemi rica etti. Kartviziti elime aldım ve okumadan çantamın içine attım.
Beni evime ( ! ) bırakmak isteseler de, ben kendim gitmek istediğimi söyleyerek tekliflerini geri çevirmiştim.
Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.
Mezarlığın önünde bekleyen taksilerden birine binip; “ Ufuktepe’ye lütfen!” dedim.
Ufuktepe’ye girişte ilkokul dördüncü ve beşinci sınıfı okuduğum okulu görünce taksiden indim.
Taksicinin parasını verip bundan sonrasını yürümek istediğimi söylemiştim.
Okulumuz çok değişmesine rağmen konumundan dolayı tanımıştım. Buralar ne çok değişmişti!
Okulumuzda öyle. Benim hatırladığım barakalar vardı binanın yanında ek olarak. Sanırım öğrenciler binaya sığmayınca ek olarak yapılmıştı o barakalar. Ya da tam tersi!
Barakalara sığmayınca ana bina yapılmıştır. O zamanlar merak etmediğim konu şimdi nasıl da dikkatimi çekmişti.
Öğrenci sayısı çok olduğu için üç devre giderdik okula. Sabahçılar, öğlenciler ve akşamcılar olmak üzere. Beşinci sınıfın ikinci yarısında akşamcılar gurubuna geçmiştim. Sebebini hiç anlayamamıştım sınıf değişikliğimin.
Yine beşinci sınıfa gittiğim sene kardeşim Nuray “ Ben de seninle geleceğim okula!” diye tutturmuştu. Hiç üşenmez her gün benimle okula kadar gelir, her akşam ben de ders çalışacağım diye defterini açar kendince bir şeyler karalardı. Baktım çok hevesli ben de ilkokul birinci sınıfta öğrendiğimiz cümleleri defterine yazar; “hadi aynısını yaz sen de defterine!” derdim.
En çok ta “ Karabaş evi bekle.” Cümlesini severdim. Bu cümle bana köyümüzü, çiftliği, dedemi, babaannemi, amcamı, yengemi, köpeğimiz çomarı yani kısaca özlediğim her şeyi hatırlatırdı.
Kardeşimin üşenmeden her gün benimle geldiğini fark eden okul müdürü bir gün her ikimizi de odasına çağırttı. Kardeşime “ Her gün boşu boşuna gelip gitmekten bıkmadın mı? Okulu o kadar çok mu seviyorsun?” diye sordu.
Kardeşim “ Evet! Hem de çok!” cevabını verince odasında bulunan tahtaya birkaç harf yazdı ve “ Oku bakalım bunları!” dedi.
Kardeşim tüm harfleri tek tek söyledi. Müdür okuma bilip bilmediğini kontrol için birkaç cümle yazdı. Onları da okuyunca; “ Henüz dört yaşındasın seni okula bu şekilde kabul edemem ama okumaya da heveslisin. Gerekli yerlere yazı yazacağım ne cevap alırız bilmiyorum ama kardeşini geçici kaydedelim. Yarın annen veya baban gelsin görüşeceğim onlarla.” Dedi.
Kardeşimin sınıftan içeriye gururla girmesi ve öğretmen sormadan kendini sınıfa tanıtması…
Gurur duyuyordum kardeşimle!
Babam kardeşime de benimki gibi tahtadan bir çanta almıştı. Boyu sırada kısa kaldığı için öğretmeni çantasını altına koyup oturturdu. Boyu ancak bu şekilde dengeleniyor ve tahtayı görebiliyordu.
Ben ikinci yarı akşamcılar gurubuna geçince kara kara düşünmeye başlamıştım “Kardeşim tek başına nasıl gelir okula?” diye.
Canım kardeşim!
Onu hatırlayınca bir kez daha hıçkırıklara boğuldum!
Okul çantası boyu kadardı ve o kendisi taşımak için inat ederdi. Boyu kadar kar yağdığı zamanlarda bile bata çıka kendisi taşımıştı çantasını.
Okul yolu üzerinde bir bakkal vardı. O bakkalın sahibi amca ve teyze kardeşimin okuma azminden olsa gerek her gün yolumuza çıkar, bir avuç renkli şekerlemelerden verirlerdi.
Ne çok sevinirdik buna!
Annem yabancılardan bir şey almayın diye tembihlese de onlar yabancı sayılmazlardı ki! Bakkal amca ve eşi bakkal teyzeydi onlar…
Bakkalın yerinde yeller esiyordu şimdi.
Yoktu işte!
Ne o eski bakkal, nede eski gecekondular…
Hiçbir şey eskisi gibi ve benim hatırladığım gibi değildi.
Yarım saatlik bir yürüyüştü evimiz ile okul arası.
İşte nihayet evimiz dağın başında görünmüştü.
Önünde birkaç apartman dikilmişte olsa dağın en üst tarafında olduğu için evimizi çok rahat aşağıdan da görebiliyordum.
Evimizin hemen arkasından yol geçtiğini ve artık otobüs ve dolmuşların geldiğini öğrenmiştim.
Oysa eskiden okulun önündeki durak son duraktı…
Uzun zamandır yokuş yukarıya tırmanmadığım için oldukça zor oldu eve ulaşmam. Hamlamışım.
Kapıyı açmadan bir kez daha baktım etrafıma.
Benim zamanımda yoksulluk kokardı buralar.
Halen gecekondular olsa da pek çok yeni apartmanlarıyla eski izbe görünümünü kaybetmişti.
Buraların değişmeyen tek âdeti de sanırım kapı önü muhabbetleri.
Kapı önlerinde bir taraftan dedikodu, diğer taraftan elişi yapan kadınlar beni kapı önünde görünce şaşkın şaşkın bakışıyorlardı birbirlerine. Ne onlar beni, ne de ben onları tanımıyordum. Büyük bir ihtimal eski komşularımızdan kimseler kalmamıştı burada.
Kapı önünde laklak yapan bu kadınlara kızan yaşlı bir teyze çıktı karşı evden. Beli iki büklüm olmuş zar zor yürüyordu. Beni görünce alıcı gözle baktı önce. Sonra gözleri yaşlarla dolu bana doğru gelmeye başladı.
Ben de çivilenmiştim adeta olduğum yere.
YORUMLAR
Canım yine akıcı ve merak uyandıran bir bölümdü. Takipteyim. Kandilini kutluyorum. Sevgilerimle
N. B. Ç.
Sevgilerimle...
her zamanki gibi yüreğe hüzün bırakan iç seslerin harika dile gelişi...sevgilerimle kandilin mübarek olsun canım...
N. B. Ç.
Sevgilerimle...
Çok başarılı buldum yine. Söyleyecek çok fazla şey var aslında. Ama daha geniş bir zamanda değerlendireceğim.Şimdilik 10 deyip kaçıyorum.
Sevgilerimle.
N. B. Ç.
Sevgilerimle...