- 450 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAPRAKLI ANISINA
YAPRAKLI ANISINA
Yolunuzun yönü birden değişmiş ve talihiniz sizi Anadolu’nun küçük bir ilçesi olan Yapraklı’ya sürüklemiştir.
Yapraklı çevre olarak biraz küçük ama sevgileri size yetecek kadar çok büyüktür.Yapraklı halkı yabancılarla fazla konuşmaz ve yabancılara biraz soğuk davranırlardı ama onlarla ilk karşılaşmada göz göze geldiğinizde ne kadar belli etmemeye çalışsalar da sizi kabul ettiklerini sıcak bir tebessümle yansıtırlardı size.O gününüz sanki diğer günlere göre daha bir güzel geçerdi bu karşılaşmadan sonra.
Ve zaman ilerler günler,haftalar,yıllar derken bir gün nasıl buraya gelmek için başka yerlerden,sevdiklerinizden ayrıldıysanız buradan da zamanı gelince ayrılacağınız aklınızın bir köşesinde sizi rahatsız eder dururdu.
Vatana ve millette hizmet etmek için okuyacağım, sesini duyduktan sonra sana kollarını açan okul;seni bu hayattan kurtarmak ve daha iyi yerlerde görmek için hiçbir fedakârlığı esirgemeyen,yeri geldiğinde senin için senden daha çok çaba harcayan ve sadece okuldayken değil okul dışında da yardımlarını kesmeyen -eşi benzeri bulunmayan- öğretmenlerim;yirmi dört saati beraber geçirdiğimiz,yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen,okul bahçesinden gece yirmi iki sularında aldığımız elmalar için İsmail Hoca’mdan fırçayı ben,Kadir ve Şaban yerken sıra elma yemeye gelince “Fırçası size, elması bize düştü.” Esprisiyle elmaları yediğimiz o unutulmaz arkadaşlıklar ve arkadaşlar… Ve en son olarak ondan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Ne yapayım unutulmuyor.Eminim ki hemen hatırlayacaksınız beni iyi bilenler.Hani kapısında büyük harflerle A4 içerisinde şu yazardı:Parayı kasa; bilgiyi kütüphane saklar, yazısı.Hatırladınız değil mi? Kütüphaneyle benim alakam lise birinci sınıf sonunda –kitapları Mustafa Hocam çok sevdiğimi anlamış olacak- Mustafa Hoca’mın isteği üzerine başlamıştı.O günden sonra kütüphanenin yeni görevlisi ben olmuştum. Birgün kulüp saatinde kütüphaneye gittiğimizde kütüphaneyi nasıl daha güzel hale getirebiliriz, diye düşünürken kütüphaneyle ilgili özdeyiş bulup kütüphanenin değişik yerlerine asma fikri de Burcu Hoca’mızdan gelmişti.
Bu kadar ayrıntıdan sonra kaldığım yerden devam edeyim dikkatleri dağıtmadan.Nerede kalmıştık? Kütüphane diyordum.Çünkü benim zamanımın okul saatleri içinde en çok geçtiği yer kütüphaneydi.Ondan bahsetmesem sanki suçlu gibi hissederdim kendimi.Sabah okula girdiğimde bazen kitaplarımı sıraya bırakmadan kütüphaneyi açardım. Kütüphanenin kokusuyla güne başlamak tarif edilmez bir mutluluk verirdi sanki.Teneffüslerim genelde kütüphanede geçerdi.Kitap seven üç beş öğrenci gelirse benden daha mutlusu olmazdı herhalde.Teneffüslerde bahçeye çıktığımda ise öğrenci arkadaşlarımdan gelen şu cümleler beni daha da mutlu ederdi:Aydın Abi, kütüphaneyi açar mısın?Öyle mutlu olurdum ki bu sesi defalarca duymak isterdim mübalağasız.Tabi,derdim açarım.Siz yeter ki isteyin isterseniz hiç kapatmayayım.Bahçeden kütüphaneye çıkmak için öyle hızlı yürürdüm ki merdiven basamaklarını kaçar kaçar çıktığımı dahi hatırlamazdım.Hep öğrenciler gelecek değil ya.Bazen de öğretmenlerim gelir kitap alırlardı.Ben ise istenilen kitabı sabah elimle koyduğum halde bir türlü bulamaz “Hocam o kitabı almışlar herhalde” demeyi alışkanlık haline getirmiştim ya da yarım saat arayıp “İşte buldum hocam,yerini değiştirmişler de…
Sadece okuduğunuzla değil arkadaşlarla sohbet ederken de kütüphaneden mutlaka bahsederdim.Bir seferinde “Ya Aydın, dedi bizim okulu bilmeyen de senin konuştuklarını duysa senin Kapalıçarşı’da kuyumcu dükkanın var zanneder.”demesiyle bizi dinleyenler başladılar hep bir ağızdan gülmeye. Ama gülmeleri şu cümlelerle nasıl aniden başlamışsa o hızla da sustu:Evet, kuyumcu dükkanı ama işlemesini bilene.Demek ki sizin işlemekten haberiniz yok.Bilmiyorum, şimdi nasıldır kütüphane? Kimler açar? Kimler ziyaretine gider, en çok okunulan kitap hangisi? Kalınlığına aldanıp da alan ve bir gün sonra getirip “bu kitap tuğla gibi” dedirten kitap hangisidir acaba? Peki, ya kapısında asılı duran “Parayı kasa;bilgileri kütüphane saklar” yazısı duruyor mudur dersiniz? Daha ne anlatayım ki benim için bulunmaz ve bulunsa paha biçilemez bir hazineydi sanki.
Kısaca (!) dört senenin özetiydi bunlar.Ve kapıda ayrılık bekliyordu bizi.Hiç sevmediğim ve sevilmeyen vedalaşmalar çalmıştı kapımızı.Beni öğretmenlerimle, dostlarımla son kez görüştürecek vedalaşmalar.... Ve vedalaşmaların ardından gözyaşlarıyla son bulacak olan zalim ayrılık… Otobüsün hareket etmesine yarım saat kala sizi sevenler gelmişlerdir bu son buluşmaya.Herkesle birer birer vedalaşılır gözlerden süzülen kadreler eşliğinde.Aslında söylenecek çok şey vardır da son anda, zaman yoktur o anda. “Güle güle git” ellerinin sallanmasıyla araç hareket eder, kapı kapanır.Son kez gözleriniz konuşur camlar arkasından.Artık siz değil de saniyeler oynamaktadır başrolü.Ve saniyeler sonra siz “Az önce gitti,dün gitti,geçen hafta gitti”lerle anılmaya başlanacaksınız geride kalan dostlarınız tarafından.
İşte böyle bir hikayeydi Yapraklı’da yaşadığım.Unutulmayan-unutulmayacak öğretmenler ve arkadaşlarla tanıştım.Şimdi ben nerede onlar nerelerdeler? Özetle tespihin kopan boncukları gibi dağıldık dört bir yana. İsteseniz de o boncukları ne toplayabilir ne de yeni bir tespih yapabilirsiniz. Şimdi ise elde kalan fotoğraf karelerindeki tatlı gülümsemelerle hatıralarda kaldı unutulmaz anılar.
Agustos 2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.