- 945 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Gülüşlerinin Sunağına Yatır Beni
Suskun bir düşünüşle, kaçtıkça yaşanmamış serüvenlerimden
Tedirgin bir sevdanın gül desteleri büyüyor içimde günlerdir
Tanımsız dün yaprakları kopuyor umarsız, yitik günlerimizden
Yağmurlarla yıkanıyor ruhum, gülüşlerinin sunağına yatır beni
Yataklar serdik gecenin karanlığına. Sular geçiyordu altımızdan, çiğnenmiş bir geçmişin izi vardı yüzümüzde. Usulca düşürdük giysilerimizi ayaklarımızın altına ve öpüştük aşkla. Kırmızıyla sevişiyordu artık gece, renklerin dansıyla bedenlerimizi bıraktık şafağa kadar biz, aşkla, tutkuyla.
Anlar doldurduğumuz yaşam kadehiyle buluşunca dudağın tuzlu bir öpüşün izi kalırdı içimizde. Unuturduk parazitli karelerin göğsümüzdeki elim ağrısını. Gözlerin dökülürdü denizlerime çiçekli ırmaklarından, ansızın seni özlerdim. Kuşlar konardı omuzlarıma o anlarda ve ben seninle yaşanmamış bir mevsim düşlerdim.
Dönüşler serptiğimiz yolların delik deşik duraklarında sönmek bilmeyen bir külün parçalarını sererdik gecelerde altımıza. Biz duyumsamalarımızla, dokunuşlarımızla ve yüreğimizin kelepçeleriyle hüzün kıran saatler yaşardık er sabahlarda. Yalnızlıktı ismimiz, isyandı soy adımız, soyağacımıza ruhumuzun öpüşlerini asardık, i-na-dı-na.
Kavuşmanın ertelenen mevsimlerinde bir yangın mavisi çizilir düşlere. Hırçın bir dalga kayaları döver ve kıvılcıma sarılır gece. En büyük huzur, gözyaşlarının sarmalında bir sevginin kollarında uyuyabilmektir. Biliriz ki, ömrün karşılığı sevgidir ve hayatı çıplak ayakla hissetmek isteriz. Seni düşünürken bir mayıs yeşili sinerdi ellerime, yeşil şiirlerle ülkene dökülürdüm. Seni anımsatan her şarkıda uzun yolculuklara çıkar, yanı başında koyu bir gölge olurdum. Dudağına uzanırdı yüreğim, öptükçe mutlanır, haylaz bir çocuk olurdum.
Uzun bir yalnızlık davasıdır biriken içimizde. Örülü çitlere dolanır kimi, içimizdeki şiirler. Mercan gülüşlerin, suskun öpüşlerin kanatır içimi. Güller açar içimde, gecenin içinde ben seninle büyürüm. Dinle desem sesimi, kentler daralır mı yüreğinde? Seni seven kollayan bir yürek olsam, kömürüm olur musun? Unuttuğun bütün kırıklıklar adına, seven yüreğimde emsalsiz bir aşk olur musun?
Kırsak dünyanın bütün demir kafeslerini seninle, açsak sevginin kitaplarını, bir solukta okusak. Karşı dursak haksızlıklara, en yakıcı şiirler olsak, okunsak. Dönüşü olmayan bir yola benimle gelir misin? Ah kim bilir, bu terk edilmiş enkaz yığınlarını kim bilebilir. Zamanın bitirilmiş çubukları içinde kalakaldığımızı. Bu aceleyle dönen, dur durak bilmeyen insan harmanında, kim bilebilir sevgisiz yolculukların boş bir dünyadan ibaret olduğunu?
Bir çağı daha atlatırız seninle istersek bu kelepçeli yalnızlığımızla. Hüzün tiktaklarında yaralarımızı da sararız. Biliriz ki, yalnızlık çare değil içimizdeki büyük isyanlara. İstersen, ellerinle sök sana derlediğim bütün bahçeleri. Sığdır yaşamı sensiz, en dar odalara. Sensiz gülecekse yüzüm, ölüme bile diz çökerim önünde.
Biz ki, savunduğumuz yaşam bilgisi uğruna, sırtımızı ısıtan, yüreğimizi harlayan güneşlerden nice yazlar çağırırız gönlümüze, utançsız. Utancımız yoksulluğumuzdan, yüreğimizin varsıllığından olsa da, insanca bakarız birbirimizin gözlerine, dünya dönene kadar aşkla.
Sensizken başıboş atlarla doludizgin bir hayatın içinden geçiyorum, hiçbir şeyin tadına varamayarak. Yelelerimi savuran rüzgâra, yüreğimi burkan zamana sitemler yükleyerek. Aynı dairenin içindeyiz, ama farklı karelerde birbirimize dokunamıyoruz. Her gece sesimizle avunuyoruz, hayal ötesi kavruluşlarla. Sessiz bir özlemin sol ağrısıyla buruk düşünüşler kapsülünü eritiyoruz sevgi kadehinde ve bir dikişte içiyoruz biz aşk denilen sevda suyunu.
Avuç içi bir mutluluk çizgisidir kasığımızdaki o eşiz lezzet. Pınarlar dökülür gözlerimizin hüzün dalgalarıyla ve denizlere ulaşır sevda. Aynı gökyüzüdür yine de ruhumuzu karartan atlas, aynı yıldızlarla dans ettiğimiz yamalı düşler gemisidir dolaştığımız. Severek terk ettiğimiz zamanı, özleyerek geri almaya uğraşırız.
Kapanınca kapısı özlemin, darısı yine sevgiye açılan pencerelerden bakarız mutluluğa. Yapışkan gece düşlerimize yel çarpar o an. Göğsümüzün safari turlarıyla günler bekler güneşli çatılarda. Gül kaderine razı, bahçıvan şiirle kazar durmadan maziyi. Öfkenin terli fanilaları suya atılır, su kiri ırmaklarla denize taşır. Aşk, yolunmuş ve paralanmış buruk bir şölen sunağıdır. Yangınlarla geçerken ülkenden ben pembe dudaklarından ırmaklar akar, sesim suskulu kayalarda çınlar, ay ışığı gözlerinde imgelerim dans eder.
Sönmüş yanardağ savruluşlarına kapatıyorum ruhumu sensizken, kaygan yolların bütün çetrefil iklimlerinde çöl düşünüşlerle hüznün sürgüsünü çekiyorum oyuk oyuk yüreğime. Yüreğimi kollayan anıların düş köprülerinden geçerek gün çekiyorum kırağılı göllerden. Dilimde eski bir şarkıyla dalıyorum şiir ormanlarına ve sensizlik sularıyla her şafakta yüzümü yıkıyorum.
Gözlerin, bedenimi yakan en kızgın alevlere dönüşse seni izlerken, ben bedevi sarılışlarım için ülkenden sürülsem, en yırtıcı şahinler salsalar da peşimden, senin için av olurum aşkının dağlarında. Sorgulu yanlışların sancılarıyla sonsuz acılar sunağında kalsam da, hedefini şaşmayan mızraklarla göğsümden vurulsam da, sevdanın köşkünde sonsuza kadar ölümsüz kalırım ben.
Selahattin Yetgin
-------------------------
Hikayesi:
Heybemizdeki sevgi çiçekleriyle ve ruhumuzdaki aşk dövmeleriyle sevdanın sürgün kentlerine yürürken biz, sular çarpar yüzümüze ve şiirden şiire atlarız. Yasalar çiğneriz öldürücü gülüşlerin ülkesine varmak için. Aşkın dağlarından ormanlara iner, an’ların sunağında o gülüşlere can’lar veririz...