- 515 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sadece Gözlerime Bak Der Adam...
Savruk düşünceler bunlar…
Savruldukça hep bir çıkmaza çıktılar.
Her savruk düşüncenin başında sen vardın…
Belki de yaşanmamış aşklardan biri olarak saydığımız bir yolculuktu bunlar, dikenli çitlerle çevrili imkânsızı tutma çabalarıyla…
Bir sen varlığı savurdu hayatımı, tüm düşleri içinde tutarak, bir hâyâl koşuşturmasıydı belki de…
Kaç zeytin zamanı bu donukluklarla geçen?
Belki de bir kan donması, belki de bir kar kokusunda boğulmaktı bu isteklerin sonu…
Hep gidecekmiş korkusuna ansızın yakalanma çaresizliğiydi belki de…
Korkuların içinde dar nefesler almaydı belki de bu sevme telâşı…
Yüzümün ıslaklığını boş ver, hele gözaltı yaşlarımı görmeze gel, bir bak bana, yıllardır beklediğim gitme zamanını hisseden yüreğimin derinini gör gözlerimden ve sakın bana acıma bırak düştüğüm yerde kalayım... Bırak ki sevgi denilince hep eğik kalayım...
Gecenin gerçeğini gör, geceyi tanı, gölgelere bak ki eğrilmiş bedenimle tanı beni, sakın acıma, bırak küskünlerin arasında sürtüneyim..
Bir şarkıyı damıtır içim…
“Dünyaya yeniden gelsem,” “çılgınlar gibi yeniden seni severim…” İşte yolları çit dikenleri ile çeviren cümleler…
Bir anda adam durdu,
şaşkınlığı yüzünden akıyordu, soru üstüne sorguluyordu kendini, nedenlerle bir çemberin içinde dönerken, aniden ya bu dünyanın merkezi neresi, bana sevginin tam da merkezinde dedilerdi, inanısım gelmiyor artık bu sevgiye...
Koskoca bir yaşamın küçük istek öyküsü...
Ölü erkek kuşlar misali bir ağıt bu gel el ele olalım, altımız deniz üstümüz rüzgâr derken, bir yoksulluğa kapı açılmış sanki...
Ve de savrulduğumuz aşktı rüzgârda, derken de savruk kuşların son kanat parçaları vardı sanki üstünde ot bitmeyen taşlarda...
Hayatlarından söküp atıldıklarımızla, hayatımızdan söküp attıklarımızın sevgisinde biz bir sığıntı mıydık ki kendimize sığınak saydıklarımızın arsız isteklerinin kurbanı olduk…
Kaç yılların ardında bıraktıklarımızdır ki bunlar hâlâ sığınağımızda bile içimize bir sızı olur…
Verdiğimizden fazla değer mi hak ettiler, yoksa, değmeyenlere verdiğimiz değerler sıralamasında öncelikli miydiler?
İşte sorun buydu…
Ya kendimizi anlatamadık, ya da onlar anlatamadılar, yanımızda ne için olduklarını…
Oysa…
Sevgi aramızda delinmesi zor bir kalkandı…
Ki
belki de biz tutamadık veya onlar tutturmadılar…
Hele biri vardı ki çok sevdiğimiz biri vardı ki belki de en büyük yarayı ondan aldık ki hâlâ adını bile haykıramadan unutamadıklarımızın arasında yerini korur…
Belki de biz dışlanmış bir aşkın kurbanlarıydık, belki de kırılgan ışık demetleri arasında vurulduk, gittik ki yarası hâlâ derin bir sızıdadır…
Evet hata ettik, çok sevdik dediğimizi belki de sevginin gölgesinde kalarak sevdik…
Bu gün olsa sever miydik yeniden ki asla… Çünkü kabuk bağlamış yaralarımızın her gün yırtılan bir yerinden fırlayan acılarla yeniden sevmeye gücümüz yetmez…
Ama bir yerlerden bir ses gelir ki yumuşatır yüreğimizi, gün batımlı akşamlarda, yeniden sevgi kıvılcımları çakarak parlatır mum ışıklarını…
Ona da bir isim takamayız, belki de söylenmemiş sözleri saklarız, koltuk altımızdaki çıkında…
Belki o bir sevgili bile değildir, belki o derindeki bir sevgidir ki o ışık gün be gün geçmişimizi karartarak bu günleri aydınlatır…
Sevgi çoğu zaman yaralar açardı, oysa şimdilerde ise tedavi etme becerisine sığınıyor…
Hayat sevmelere acılar bularken, yeni yeni sevmelere ışık tutar hâle geliyor artık…
Belki de imkânsızı zorlamak bu, belki de derinlerde kalmış bir istek bu…
İmkânsız yaşamların içinde belki de kalan son bir tek umut…
Varlarla yoklarla şaşkınlıkla bocalarken belki de aşk kapı çalma alışkanlığını bedenimizde deniyordu…
Ama bir gerçek vardı, onlar ne “hiç sevmedim seni” diyebildiler, ne de “ben hiç sevmedim” diyebildiler…
Bir gerçekliğiydi aşkın, duruşundaki varlığı…
Belki de,
sevmeler, çok sevmelerle, yiyip bitirirdi kendini…
Yıllar…
Yıllar kaç basamak çıkarmış yukarı tekrar düşürmek için ve ne şiddetli bir düşüşmüş bu sevda yüksekliğinden...
Acıların ve de hasretin başıyla sonu arasında ne kadar da uzun bir zaman dilimi varmış ve değmeyenlere çarpan bu yürek ne kadar da çok yorulmuş...
Kimler bunlar, hak etmeyenler, pare pare kanımızı akıtanlar mı sevgi adına, racon kesenler mi?
Geç be kardeşim geç bu yol çok uzun bir gün muhakkak sen de bu çakılların üstüne basacaksın yıllarımı elimden alanlar şimdi mutlu musunuz ama daha çok yıl var gelecekte, sizin de yıllarınız bir gün eksilecek ve veryansın edeceksiniz yazın sıcağında, kışın donukluğunda...
Sevda bu kadar uzun acı çekmeye değer miydi ki siz hak ettiniz mi?
Hayatımı darmadağın edenler...
Onlar uzak sevgileri kovaladıkça uzaklaştılar hüzünden…
Onlar seviyoruz dedikçe kovalandılar sevgiden…
Onlar sevgiyi tuttukça, birbirlerinin bakışlarında uzaklaştılar…
Onlara uzaklar hediye edilmişti…
Arsız hislerdi onları parçalara bölen…
Bir türlü birleştiremediler elleri ile güzlerini birbirlerinden…
Sevmelerin içinde kaldıkça uzaklara düşmek vardı kaderlerinde…
Çok az zamanı hediye ettiler birbirlerine… Hep uzak zamanların özleminde kaldılar…
Gülmeye başladıklarında sanki ayrılığın köklerini saldılar…
Sevdiler…
Çok sevdiler…
Ama
mutluluğu hep kaçırdılar avuçlarından…
Ters bir istekti bu mutlu olmak, ayrılıkla gelecek mutsuzluklara ömür boyu sürecek mutsuzluklara koştular…
İnsan ne zaman ölümü hissederse, insan ölümü ne zaman öğrenirse, işte o zaman anlar yaşamın geniş anlamını…
İşte o zaman da vakit çok geçmiş olacaktır…
Vazgeçtiklerimin ardında hep sen kaldın ve hep sen vardın…
Şimdi yılların ardına bakarak keşkelerle geçecek zamanlar, artık çoktan geçti…
Mustafa Yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.