- 1601 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
EĞİTİM VE ZORUNLU DİN DERSİ
EĞİTİM VE ZORUNLU DİN DERSİ
Sevgili canlar, 5 Temmuz 2010 tarihli Haber Türk gazetesinin 1. sayfasında “HACI HÜSREV’İN TACİZCİ İMAMI” haberini okuyunca bu yazıyı kaleme alma zorunluluğunu hissettim. Bu haber özet olarak şöyleydi; Bu imam 55 yaşında ve Sakalı Şerif’in korunmasıyla görevlendirilmiş güya saygın- güvenilir bir imam. Bu hoca efendi MUSKA bahanesiyle 62 kadını soyup ilişkiye giriyor. Devlet lojmanındaki evinde gerek muska yaptığı hatunlarla ve gerekse başka 240 porno CD yakalanmış. Bu tür haberler çok oldu. Googl’e “tacizci imam” yazarsanız karşınıza buna benzer birçok haber çıkacaktır. Eğitimin dününü bu gününü özetlersem konu daha iyi anlaşılır. Günümüzde eğitim işini Milli Eğitim Bakanlığı yürütmektedir. Ancak bir eğitimci olarak itiraf etmeliyim ki bu bakanlık eğitimin E’sini bile öğretmemektedir. Sadece ÖĞRETİM işini yürütmektedir. Bu iki terime kısaca göz atalım.
EĞİTİM: Kişinin doğumundan ölümüne kadar süregelen bir olgu olduğundan ve politik, sosyal, kültürel ve bireysel boyutları aynı anda içinde bulundurduğundan, tanımının yapılması zor bir kavramdır. Kişilerin, toplumun standartlarını, inançlarını ve yaşama yollarını kazanmasında etkili olan tüm sosyal süreçlerdir. Kişinin yaşadığı toplum içinde değeri olan, yetenek, tutum ve diğer davranış biçimlerini geliştirdiği süreçlerin tümüdür. Kısacası kişiyi terbiye etmek ve özündeki yetenekleri ortaya çıkarma işidir. Alevi felsefesinde eğitim, kişiyi EDEP ve HAYÂ sahibi kılmak anlamındadır. Eğitim işini aile, devlet ve sosyal kurumların yürütmesi gerekir.
ÖĞRETİM: Okullarda kişiye, okuma-yazma, matematik, fen bilimleri ve sosyal bilgiler gibi kavramları öğretme işidir öğretim. Öğretim işi, günümüzde devlet ve özel eğitim kurumlarında şu aşamalarda yürütülmektedir:
Okul Öncesi Eğitim (Ana Okulları ve Kreşler)
İlköğretim (İlkokul 1. Sınıftan 8. Sınıf Bitimine Kadar)
Orta Öğretim ( Her Türden Liseler)
Yüksek Öğretim ( Her tür Yüksek Okul ve Fakülteler Yani Üniversiteler)
Cumhuriyetin kurulması ile birlikte Atatürk İlke ve Devrimleri doğrultusunda müthiş bir EĞİTİM SEFERBERLİĞİ başlatılmış, Osmanlı’dan kalma kurumlar tasfiye edilmiş, şeyhülislamlık hilafet saltanat kurumları kapatılmış, kadına okuma seçme seçilme hakkı verilmiş ve cumhuriyetin, “KİMSESİZLERİN KİMSESİ” olması için öğretmenlere büyük görev yüklenilmiştir. Mustafa Kemal demiş ki: “Bir milletin gerçek kurtuluşu eğitimdeki başarısıyla ölçülür.” Keza Mustafa Kemal öğretmenlere demiş ki: “Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Millet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” Cumhuriyet kurulduğunda ülke nüfusunun %10’unun bile okuma-yazması yoktu. Bunun için yetişkinlerin okuma-yazma öğrenmeleri için HALKEVLRİ kuruldu, okuma-yazma bilenler okullarda EĞİTMEN olarak görevlendirildi. ( Eğitmenler ilkokul 3. sınıfa kadar ders verebiliyorlardı.) Bu arada DİN İŞLERİNİ DENETİM ALTINDA TUTMAK İÇİN kapatılan şeyhülislamlık makamı yerine 3 Mart 1924 tarihinde Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak yerine, 429 sayılı Kanunla, Başvekile (Başbakana) bağlı Diyanet İşleri Reisliği kurulmuştur
20 Nisan 1950 tarihinde yürürlüğe konan 5634 sayılı Kanunla Diyanet İşleri Başkanlığının bazı birimlerinin adları değiştirilmiş, mevcut yapıya 1 adet Başkan Yardımcılığı ilave edilmiş, Hayrat Hademesi ve Yayın Müdürlükleri olmak üzere 2 yeni müdürlük kurulmuştur Ayrıca ilk defa "Gezici Vaizlik" ihdas edilerek bütün vaizler maaşlı kadroya geçirilmiştir 1951 yılında ise ilk defa Yayın Müdürlüğüne bağlı Dini Yayınlar Döner Sermaye Saymanlığı kurulmuştur
Böylece, başlangıçta şeyhülislamlık dönemlerinde din adamlarının yaptığı kötülüklerden vatandaşı korumak ve din adamlarını denetim altında tutmak üzere kurulan DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 1950 den sonra tekrar şeyhülislamlık konumuna getirilerek SÜNNİ inancını uygulayan ve sağ siyasi partilerin palazlanmasını sağlayan bir kuruma dönüştürülmüştür. Sağ partiler çok açık bir biçimde İMAM HATİM LİSELERİNİ kendi ARKA BAHÇELERİ olarak gördüklerini itiraf etmişlerdir. Bu siyasallaşan dini kurumlar özellikle KENAN EVREN DARBESİ ile daha da geliştirilerek günümüzde gerek personeli ve gerekse bütçesiyle 5-6 bakanlık bütçesinden daha güçlü konuma getirilmiştir. Günümüzde cami sayısının SEKSEN BİNİN ÜZERİNDE oluşu bile çok düşündürücüdür. Can Dündar 4Şubat 2008 tarihli bir yazısında “Türkiye’de 67 bin okul, 85 bin cami var” diyor.
Gelelim DEVLETİN EĞİTİM POLİTİKASINA, yukarda kısmen değindim. Türkiye’nin okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği göz önüne alınarak, 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile, dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla KÖY ENSTİTÜLERİ açıldı. Bu okullar tam anlamıyla eğitim ve öğretim yapan okullardı. Köylere öğretmen yetiştirmek üzere, sadece köylü çocuklarının alındığı ve üretime yönelik eğitim-öğretim yapan harika okullardı.
Emperyal Güçler, Kurtuluş Savaşı yenilgisini hazmedemiyorlardı ve Türkiye’nin gelişim hızını kesmek için: Türkiye’deki eğitim sisteminin yozlaştırılması, dinin yozlaştırılarak politikaya alet edilmesi ve eğitime egemen olması, birlik beraberliğin yok edilmesi için ETNİSİTENİN körüklenmesi ve ülkede kavga ortamının oluşması gerekiyordu. 2. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru 1945 yılında Sovyetler Birliği’in Türkiye’den Kars, Artvin ve Ardahan’ı ve Boğazlarda askeri üs istemesi üzerine, İsmet İnönü de ABD’den askeri destek istemişti. Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye’den, birçok istekle birlikte çok partilerle seçimlere girilmesini, uygulanan kalkınma planlarından vazgeçilmesini ve Köy Enstitüleri’nin kapatılmasını talep etti. Bu talep üzerine Köy Enstitüleri 1946 yılında, oy kaybetmeme korkusu ve CHP içindeki muhalif milletvekillerinin gayretiyle amacından saptırılarak reformize edildi. Daha sonra da ezberci eğitimin yerleştiği öğretmen okullarına dönüştürülerek 1954’te kapatıldılar.
8 Haziran 1965 te çıkarılan 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile Fethullah Gülen okullarının önü açıldı.
4 Kasım 1981 de 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile üniversite eğitimi yozlaştırıldı.
Bugünkü İmam Hatip Liseleri’nin kökü olarak, 1913 yılında İmam Hatip yetiştirmek üzere açılan ve daha sonra Medresetü-l Vaazin ile birleştirilerek Medresetü-l İrşad adını alan Medresetü-l Eimmeti vel Hutaba, kabul edilebilir. Bu okullar 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte kapatılmışlardır. 1949 yılında ortaokul mezunu askerliğini yapmış kimselerin alındığı 10 ay süreli İmam Hatip Kursları açılarak din hizmeti görevlisi yetiştirme uygulaması başladı. 1949 sonuna kadar 50 kişinin mezun olduğu bu kursların süresi daha sonra iki yıla çıkarıldı ve meslek okulu mezunlarının da kurslara girmesine olanak verildi. 22 Mayıs 1972’de yayımlanan bir yönetmelikle, İmam Hatip Okulları ortaokuldan sonra 4 yıl eğitim veren bir meslek okulu haline getirildi. 1973 yılında, o güne kadar İmam Hatip Okulları olarak anılan okullara İmam Hatip Liseleri (İHL) adı verildi. 12 Eylül yönetimi tarafından Temel Eğitim Kanunu’nun 32. maddesinde yapılan bir değişiklikle İHL mezunlarının üniversitelerin tüm bölümlerine gidebilmesine olanak tanıdı. Görüldüğü gibi asıl amacı DİN GÖREVLİSİ yetiştirmek olan bu okullarda artık başbakanlar bile çıkmaktadır.
Bundan sonra Emperyalizmin işbirlikçileri çıkardıkları yasalarla ve uygulamalarıyla hem ülkemizi bağımlı hale getirdiler hem de kardeş kavgaları oluşturup bu günlere bizi getirdiler.
Dini devlete egemen kılmaya çalışan dinci politika ile ilgili endişelerini Prof. Dr. Eralp Özgen şöyle dile getirmektedir. “………..İmam hatip mezunlarının büyük çoğunluğu, imam veya müezzin olmak, yahut İlahiyat Fakültelerine devam etmek amacında değillerdir. Onlar ileride ülke kaderine hakim olunabilecek devlet kadrolarını ele geçirme amacındadırlar. Bir araştırmadan örnek vermek gerekirse: 1988 yılında İmam Hatip Lisesi mezunlarının %67’sı (20058’den 13468’i) Hukuk ve Kamu Yönetimi bölümlerini tercih ederlerken, İlahiyat Fakültesi’ni isteyenler sadece %12’dir (2496 kişi). 1996-97 ders yılında İmam Hatip Liselerinden mezun olanların sayısı 44 bin 319’dur. Buna karşın İlahiyat Fakültelerinin 1997-98 öğretim yılı toplam kontenjanı ise sadece 3118 kişidir. Şimdiye kadar ki mezunların sadece %3’ü imam olmuştur.
Son yıllarda idare ve yargı kadrolarını ele geçirme gayretleri artmıştır. Örneğin 1994 başında atanan 99 kaymakamın 44’ü imam hatip kökenli idi. Polis memurlarının % 40’ı imam hatip kökenlidir.Devletin resmi haber alma örgütleri de bu hususu doğrulamaktadırlar: 12 Nisan 1985 tarihinde YÖK merkez binasında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Genelkurmay Başkanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü uzmanlarınca hazırlanmış bir metin konferans olarak verilmiştir. Bu metinde imam hatip lisesi öğrencileri ile ilgili olarak şu bilgiler yer almaktadır: “Büyük çoğunlukla devlet yönetiminde yönetici kadroda görev alabilmelerini sağlama açısından öğrencileri Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakülteleri gibi kamu yönetimi ile ilgili konularda öğretim yapan okullara sokmaya çalışmaktadırlar. Bu öğrencileri kendilerine ait yurtlarda ve evlerde çok az ücretle barındırmakta, bazılarına ise karşılıksız burs sağlamaktadırlar”. Yargıya sızma gayretleri de aynı hızla devam etmektedir. Gazetelerde yer alan habere göre Mardin’de Kadiri Tarikatına bağlı olup, bu tarikatın zikir törenlerine katıtan 7 yargıç ve savcı hakkında Yüksek Hakimler Kurulu’nca adli ve idari soruşturma açılmıştır. Ayrıca Başbakanlık Takip Kurulu’nun gönderdiği rapor üzerine Adalet Bakanlığı 40 yargıç ve savcı hakkında “tarikatlarla bağlantılarının olduğu, tarikat örgütlenmesinde rol oynadıkları, kadın eli sıkmadıkları, harem-selamlık uyguladıkları” iddiaları ile soruşturma başlatmıştır. Ekim 1998 başlarında Yozgat C.Başsavcısı, türbanlı öğrencileri okula almayan bir Dekan ve idareciler hakkında soruşturma başlatıyor ve Dekanlığa yazdığı yazıda “türbanlı öğrencilerin derslere girmelerinin yasal hakları olduğunu” belirtiyor. Oysa Anayasa Mahkememiz 1989 yılının Mart ayında verdiği karar ile, Üniversitelere türbanla girmeyi serbest bırakan yasa hükmünü iptal etmiş ve karar gerekçesinde türbanın bir ayırımcılık olduğunu, türbanın giderek yaygınlaşmasının Cumhuriyet, devrim ve laiklik açısından önemli sakıncalar doğuracağını belirtmiştir. Anayasamızın 153. maddesinin son fıkrasında da Anayasa Mahkemesi kararlarının “yasama, yürütme, yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı hükmü yer almaktadır. Anayasa hükmü gereği bütün vatandaşlar için bağlayıcı niteliği olan Anayasa Mahkemesi kararının, C.Savcılarını hayli hayli bağlayacağında kuşku yoktur. Ama buna rağmen bir Savcı, Anayasa Mahkemesi kararını hiçe sayarak, türbanlı öğrencilerin Üniversiteye girmelerinin yasal hakları olduğunu ileri sürebilmektedir. Türban konusunda yapılan eylemler, esas amacın rıe olduğunu açıkca ortaya koymuştur. Bu yılın 10 Ekim günü yapılan “elele zincir” eyleminde taşınan “zulüm 75 yaşında” ve “türban sancağımızdır” pankartları, amacın Cumhuriyet rejimine yönelik olduğunu açıkça göstermiştir. Amaç Cumhuriyeti yok edip, teokratik bir devlet kurma, laik düzeni ortadan kaldırıp, şeriat düzenini getirmektir
Bunun yanında, amaçlarına ulaşmada en büyük engel gördükleri Silahlı Kuvvetlere sızma girişimlerini büyük bir gizlilik içinde inatla sürdürmektedirler. Ancak bilindiği gibi Harp Okulu’na imam hatip lisesi mezunları alınmamaktadırlar. Buna karşı da yöntemler geliştirmektedirler. Örneğin:
a) Son sınıfta lise değiştiriyorlar ve böylece imam hatip lisesi dışı bir okuldan mezun olmuş tavrını takınıyorlar.
b) Özel kolejler kuruyorlar, ancak buralarda ağırlıklı dini eğitim veriyorlar (Örneğin Ankara Hoşdere caddesindeki Samanyolu koleji gibi). 1994 yılı itibariyle bu şekilde açılan özel tarikat liselerinin sayısı 100’ün üstünde idi.
c) Askeri lise öğrencilerini ele geçirip, evlerde kurslara tabi tutuyorlar.
d) TSK bünyesinde çeşitli problemlere sahip değişik rütbelerdeki askeri personele yaklaşarak bunları Nurcu, Süleymancı, Nakşibendi ve Kürtçü¬ İslamcı subay ve astsubaylar olarak bölmek suretiyle, tarikatlar bazında ele geçirme yönünde girişimlerde bulunuyorlar.
Silahlı kuvvetlere sızmalar istenen düzende sağlanamayınca Emniyet Genel Müdürlüğü’ne sızma gayretlerine ağırlık verilmiş, bunda da oldukça başarılı olunmuştur.
Memur sınavlarında uygulanan yöntemlerle laiklik karşıtı bir kadrolaşma sağlanmaya çalışılmaktadır. Özellikle sözlü sınavlarda sorulan sorularla (örneğin Sırat-ı müstakime nedir? gibi) bu sonuca ulaşılmaktadır. Polis Akademilerine alınan Yüksek İslam Enstitüsü ve İlahiyat Fakültesi çıkışlı 77 kişi bir yıllık bir eğitimden sonra İç İşleri Bakanlığı’nda önemli görevlere atanırken, Ankara Polis Öğrenci Yurdu’ndan, babası (dikkat:Kendisi değil) solcu ya da alevi olduğu gerekçesi ile bir gecede 35 polis çocuğu sokağa atılmıştır.
Kuşkusuz devlet dairelerindeki kadrolaşma hareketinin yapılabilmesi için üst düzey kamu yöneticilerinin desteği gereklidir ve -maalesef- bu destek genellikle sağlanmaktadır.
Günümüz parlamentosunda yandaşları milletvekilleri Harp Okullarına imam hatip mezunlarının alınması için mücadele veriyorlar; Kur’an kursu mezunlarına orta okul diploması verilmesi için yasa önerisi hazırlıyorlar.
Kayseri Belediye Başkanı Doç.Dr.Şükrü Karatepe, 1996 yılında Atatürk’ü anma törenlerine katıldıktan sonra partilileri ile yaptığı toplantıda, Atatürk’ü anma törenlerine bulunduğu mevki nedeni ile “içi kan ağlayarak” katıldığını belirttikten sonra, dinleyenlere “Müslümanlar, sakın ola içinizdeki bu kini, bu nefreti eksik etmeyin” diye öneriyor. Aynı kişi daha önce ders ¬ verdiği Üniversitede öğrencilerine “Kemalizm ideolojisi ölmüştür. İnsanları her 10 Kasım günü Anıtkabir denen o tapınağa götürmenin anlamı yoktur. Atatürk hep yanlış tanıtıldı, aslında beceriksiz bir insandır” diyebilmiştir. Aynı Karatepe 1997 yılında ise, 1996 yılındaki konuşmaları nedeni ile mahkum olunca, göğsüne Atatürk rozeti takarak törenlere katılarak “takiyye”nin güzel bir ömeğini verebilmiştir.
Bir devlet başkanı meydanlarda, yaptıkları işlerin ve çıkardıkları yasaların dini kurallara uygunluğunu anlatma gayretine düşüyor; onu takip eden Cumhurbaşkanı da vatandaşlarına bilimi, tekniği bir yana bırakıp her işlerinde Allah’ın ipine sarılmalarını öneriyor.
Ama en acısı 1960’lı yılların sonunda yaşanmış. İsmet İnönü’nün irtica tehlikesi konusunda devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a yazdığı mektuba, Sunay yazılı cevap veriyor ve şöyle diyor: “Ülke yönetimini anarşi yuvası olan laik okullardan gelecek gençlere değil, imam hatip okullarından yetişecek kadrolara teslim edeceğiz”. Ve içinde yaşadığımız bu günlerde bu teslim işlemi büyük bir hızla, ne yazık ki hala, devam etmektedir. Ülkeyi kendilerine teslim edeceğimiz bu gençlerden bir grup, Ezine İmam Hatip Lisesi’nde, laiklikten çağdaşlıktan ve yasalardan bahseden öğretmene karşı ayaklanarak şöyle bağırırlar: “Biz bu kanunları tanımayız. Bu devleti yıkıp kendi düzenimizi, yani şeriat düzenini kuracağız.”
Şeriat özlemcilerinin at oynattığı bir diğer önemli alan da Kur’an kurslarıdır. 1990 yılında Türkiye’de 5197 resmi Kur’an kursu vardı ve Diyanet İşleri her yıl 250 civarında yenisini açmaktadır. Diyanetin açtıkları dışında resmi olmayan kursların sayısı ise belli değildir…..”
Görüldüğü üzere bazı karanlık güçler eğitim-öğretim faaliyetine dini egemen kılarak; demokratik, laik, sosyal, hukuk devlet yapımızı bozmaya çalışmaktadırlar. Epey de başarılı oldu bu karanlık güçler. Son olarak ta öğrenci azlığını bahane ederek binlerce köyümüzdeki okulları kapattılar. Bana göre Köy Enstitülerinin kapatılmasından sonra, köylerimizin öğretmensiz bırakılması eğitimimize vurulan ikinci büyük darbedir. Çünkü köy öğretmeni sadece çocuklara ders veren biri olmayıp köye aydınlık, çağdaşlık, medeniyet te götüren ve Cumhuriyeti köylüye özümseten bir aydın kimliğini taşımaktadır. Öğrenci azlığını bahane eden güçler, maalesef cemaati az olan cami imamını köyden almamıştır. Yani köyden öğretmeni alarak köylü ile imamı baş başa bırakmıştır. Bu tehlikeye karşı, üzülerek belirteyim ki EĞİTİM SENDİKALARI bile yeterli tepkiyi koyamamışlardır.
Gelelim ZORUNLU DİN DERSİ sorununa. Öncelikle şunu belirteyim ki, özellikle ilköğretim okullarında okutulan “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi öğrencilere SÜNNİ inancını öğretmektedir. Türkiye’de yirmi beş milyon Alevi vatandaşımızın çocuklarına SÜNNİLİK öğretilerek Alevilik asimile edilmeye çalışılıyor. Zaman zaman bazı Aleviler “ çocuklarının din derslerinden muaf tutulmaları” konusunda hukuk mücadelesi verdiklerini ve hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine müracaat edip davayı da kazandıklarını biliyoruz. Ancak MAHALLE BASKISI dediğimiz olay, birçok Alevi velinin, çocuğunun daha çok zarar görebileceği düşüncesiyle hakkını aramadığını da biliyoruz. Anayasamızın “Din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. maddesinin 1. bendi, “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir...” demektedir. Yine Anayasamızın 10. şöyledir; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” der. Mademki yasa böyle diyor, öyle ise sıradan bir insan bile, zorunlu din dersinin yasalara aykırı olduğunu bilir. Kısaca zorunlu din dersi uygulaması, insan hakları ihlalidir ve bu uygulamadan vazgeçilmelidir. Devletin dini olmaz ve devlet tüm inançlara eşit mesafede durmalı ve hukukun üstünlüğünü egemen kılmalıdır. Nefsinizin, adalet duygularınızı bastırmaması diliyorum.
Hıdır Hoca
YORUMLAR
Erkan Bozkurt arkadaşımı destekliyorum; çünkü bunu şöyle anlatıyım: Erkan arkadaşımızın dediği gibi derslerde tek islam dininden bahsedilmeyen diğer dinleride içine alan kapsamlı bi program var. Din kültürü dersini de gerekli buluyorum bu yüzden. Ben sınıf öğetmeniyim bunu çok iyi biliyorum. Benim anlamadığım biz yanlı davranmıyoruz siz neden bazı siyasi görüşler ve kalıp yargılar arkasından kurşun sıkıyosunuz ki buna anlam vermek çok güç. Ve şunu da iyi bilmeniz gerekir ki bizler alevi, sünni, çerkez,laz, doğu, batı diye ayırmıyoruz kimseyi bu vatanda yaşayan herkes bizim kardeşimizdir.Son birşey eklemek istiyorum: TC'nin içinde yaşayan %95 lik kısım müslüman sizce din dersini kaldırmak ne kadar doğru? Bunu başka bir devlette onların inancı olan bi din dersini kaldırabilir miydiniz?
Hıdır Hoca
"MADDE 10 - Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir."
Doğrus bir sınıf öğretmeni böyle düşünürse cahil biri kim bilir nasıl düşünür? Birbirimize saygı duymayı ne zaman öğreneceğiz?
Adın Hıdır..elinden gelen bu mudur....Sen Alevi yorumuyla kendini tanımlıyorsun ama islamın özü hakkında hüküm veriyorsun...bir de yanlış-yalan ve yanlı siyasi cümlelerle Hem dini aşağılıyor, hem de kendi saplantılı idoolojine yer açmak için halkın çoğunluğunun yaptığı inanç ve tercihler hakkında saçma hükümler veriyorsun...
Maksat okulda din dersi değil..okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi adıyla bütün dinleri anlatan basit bir ders var..Asıl dert islamın öğrenilmesini hazmedememe..okul dışındada, kuran kurslarında da...Ülkemizdeki okulların arasında İMAM HATİP liselerinin sayısı ve oranı sadece %5 olmasına rağmen ne dir bu hased...
hapishanelere bu kokuşmuş zihniyete rağmen imam hatip mezunu düşmeyince sanırım bazıları çıldırıyor....genel ev ve randevu evlerine de oradan kadınlar düşmeyince yine çıldırıyor...hep bizden mi düşecek diye alt beyinleriz halüsünasyon görüyor....