Yolculuk
Karahıdırlı , sahil kesiminden içlerde yer alan, Toros Dağlarına sırtını vermiş, düzlük arazisi bulunmayan bir dağ köyüydü. Köyün sırtında binek dağı koca bir kambur gibi kurulurken alta tarafı uçurumdu. Uçurumun dibinde kah köpük küpük coşarak kah kıvrım kıvrım kıvrılarak karakız deresi akardı. Karahıdırlı Erdemli ilçe merkezine 20 km uzaklıktaydı.
Köyün tek ulaşım aracı Paşanın Austin marka kolçakla çalışan kamyonuydu. O kamyonu çalıştırmak bir merasimdi. Sabahları, Paşa kamyonun şoför mahalline geçer, muavini Kara Ali’de kolçağı çevirmek için ustasından işaret beklerdi. Bu sahneyi kaçırmak istemeyen çocuklar merakla toplanırlardı kamyonun çevresine…
Kamyon güç bela değişik bir homurtuyla çalışmaya başlayınca Kara Ali kolçağı çevirirken düştüğü yorgunluğu unutur, yüzüne bir sevinç halesi yayılırdı.
Orman Bakanlığının keçi beslemeye getirdiği yasaktan sonra, geçim iyice zora vardı köyde. Her hane sahip oldukları beş on keçiyi elden çıkardı. köy halkı, taraçalar şeklinde düzelttikleri yerlere çuvallarla toprak taşıyıp oralarda domates, salatalık , ve o köye has sarı yarma şeftali yetiştirmeye başladı. İşin ilginç yanı, toprağından mı suyundan mı o köyde yetişen sebzelerin lezzeti nam saldı bölgede.
Köyün kadınları, kızları erkeklerinden ziyade çalışkandı. Her sabah, sırtlarında küfeleri ellerinden tuttukları ya da kucaklarında taşıdıkları çocuklarıyla tutarlardı uçurum kıyısındaki birkaç evlek ekili yerlerin yolunu.Buralara tarla demeye dili varmazdı insanın. Bir yandan çocuklarına bakarlar bir yandan işlerini görürlerdi. Hâllerinden şikayet ettikleri de duyulmazdı hiç…
Topladıkları meyve ve sebzeleri küfelerine doldurup zorlu bir yolculuktan sonra evlerine getirirler. Evin ihtiyaçlarını ayırır, arta kalanları da ya ilçenin Salı pazarına yahut yaylaklara götürürlerdi. İlçeye gideceklerse erkenden hazırlanıp Paşa’ya verecekleri gidiş dönüş üç lira yol parasını tedarik etmeleri gerekirdi. Yoksa, Paşa yarı yolda kamyondan indirirdi Alimallah.
Üç lirayı tedarik ettikten sonra, yüklerin ve denklerin üstünde bir yer bulup oturabilmekti önemli olan. Yeri bulduktan sonra Paşa ustanın Austin’i düşerdi yola. Dik yokuşlarda inlerdi Austin. Zorlanırdı yer yer. Böyle anlarda Kara Ali atlardı takoz elinde. Peşi sıra yederdi Austin’i. Özeği kesilince kamyonun hemen takozu yerleştirirdi arka tekerleğin önüne. Paşa usta sanki de olağanüstü bir güç toplayıp tekrar basardı gaza. Austin inleye tıslaya çıkardı son yokuşu da. Zaten Austin’i zorlayan iki dik yokuş vardı. Bir Tutma Mehmet’in damının yanı, diğeri Karagedik. Buraları aştıktan sonra tutabilene aşk olsundu Paşayı ve Austin’ini.
Emine, bu köye Aşağı Tömük köyünden gelin gelmişti. Kendi köyü deniz kıyısındaydı. Böyle dağlık değildi. Yazı yaban portakal ,limon bahçesiydi. Kayınbabası Hasan Çavuş babasının asker arkadaşıydı. Karadeniz Ereğlisi’nde askerken hem tertip hem hemşeri olmanın doğurduğu samimiyet Emine’yle Hüseyin’in kader güzergâhına ilk düğümün atılmasına sebep olmuştu. İlk teklif Hasan Çavuş’tan gelmişti.
-Halil biraderim, seninle beni peygamber ocağında karşılaştıran kader, bakarsın yıllar sonra benim Hüseyin’le senin Emine’nin de yollarını kesiştirir.
- Ne dersin?
- Ne dersin be Hasan Çavuş! Zaman ne gösterir nerden bilek.
-Gel seninle kavilleşelim aksi bir durum olmaz ise, Allah’ın emri Peygamberin kavli üzerine.
-Nasip Hasan karındaşım, her şey nasip. Rabbim hayırlısını versin her şeyin.
Askerlik bittikten sonra da devam etti Halil Onbaşı ile Hasan Çavuş’un dostlukları. Gel zaman git zaman, Hüseyinl kara yağız bir delikanlı, Emine sırma saçları topuklarını döven bir ceren oldu. Hasan çavuş unutmaz askerdeki sözünü. Hanımı Has Hatunu da yanına alır dayanır askerlik arkadaşı, Halil Onbaşının kapısına. Buyur eder Halil Onbaşı askerlik arkadaşını ve eşini. Hizmette kusur etmezler ailece konuklarına. İzzet ikram yerindedir.
Yemekten sonra çayları getirir Emine. Has Hatun Emine’ye alıcı gözüyle bakar:
Has Hatun’un da gözünü doldurur Emine, edep erkan bilmesiyle ve hizmetiyle.
Has Hatun Hasan Çavuş’a bir an önce konuya girmesini işaret eder:
Hasan Çavuş söze nerden başlayacağını kestiremez ilk anda. Bir askerlik hatırasını anlatarak girer söze. Lafı askerlikteki kavilleşmelerine getirir. Son noktayı kor.
-Hasan biraderim, hatırında mı? -Asker ocağında senle bir kavlimiz vardı. Senin kızla benim oğlan üstüne “Allah’ın emri peygamberin kavli”
- Bizden taraf tamam, sen ne diyorsun?
- Halil Efendi karındaşım, bana düşen taraf tamam, tamam olmasına; ama bizim Sultan geline ve kıza da bir sormak lazım. Kati cevabı o vakit verebiliriz. Bize birkaç gün müsaade edin.
- Eyvallah biraderim. Elbette haklısın. Çocukların da fikrini almak elzem. Bizden taraf tamam.
Nihayet iş tamamına erdi . Nişan, düğün Emine baba evinden uçtu . Gittiği yere de yakıştı. Ne eşinin ne ana babasının başlarını önlerine eğdirmedi. Hamaratlığıyla edebiyle kabul ettirdi kendini gelin gittiği haneye ve köye. Kayınvalidesine, kayın babasına saygıda kusur etmedi . Hüseyin de Emine’yi çok kıymetli tuttu, kötü söylemedi, üzmedi. O da dört atanın hakkı bir diye,Hasan Çavuşu ve Sultan gelini kendi ana babası ayarında bildi daima. Emine nur topu gibi üç çocuk verdi Halil’e. Çocuklarla beraber elleri bolardı , sofraları daha bir bereketlendi…
Emine, her zaman olduğu gibi erkenden uyandı o sabah. Henüz Kör Hafız sabah ezanını okumamıştı . Horozlar, Kör Hafız’dan daha erkenciydi, karşılıklı olarak gaydalı gaydalı ötüşleri, sabahın sessizliğine iliştirilen bir güzellikti.
Yatağından kalkmadan bir müddet horozların ötüşünü dinleyip salavat getirdi. Taze bir güne başlamanın huzurunu duyarak yataktan kalktı. Ayak yoluna gitti. Abdest almak için, evin önündeki tulumbaya yönelirken kör hafız yanık sesiyle kurtuluşa çağırmaya başladı. Sabah serinliğinde tulumbadan çektiği suyla doldurdu bakır ibriği. İçinden tulumbanın, bakır ibriğin kendisine şahitlik edeceğini düşündü bir an.
Kendisinin de duyacağı bir sesle niyet etti abdest almaya. Abdestini aldıktan sonra, huzura durmak için yöneldi avludan eve. Sabah namazlarının ona yaşattığı huzur ve hazzı düşündü. Böyle hoş duygularla nefes alıp verdiği için şükretti. Gelinlik kız iken kendi dokuduğu seccadeyi serdi kıbleye doğru. Henüz, fotoğraflardan aşina olduğu Kabe’yi tam karşısında hayal edip niyet etti sabah namazının sünnetine. Huzura ermenin huzura durmaktan geçtiğini düşündü “Allah u ekber” deyip girdi huzur iklimine.
Namazını eda ettikten sonra, tespih ve duasını da yaptı. Ana babasını, eşini , üç çocuğunu emanet etti her şeyin sahibine. Komşularına ve tüm insanlığa hayırlar ve bereketler diledi. Bu demler yaratılmış zamanın en güzel anlarıydı. Şükür, zikir ve huzur harmanlanırdı ruhunda.
Köylük yerde gün erken başlayıp erken sona eriyordu. Tüm hane halkının yükü Emine’nin omuzlarındaydı. Sabahın tazeliğinde ilk iş tandırı yaktı. Akşamdan yoğurup mayalanmaya bıraktığı hamuru senitte açıp hazırladığı ekmekleri pişirdi tandırda. Pişirdiği ekmeklerin mis gibi kokusu yayıldı havaya. Onları soğumamaları için sofra bezine sardı.
Hane halkı kalkmadan, Sarı Kızı da sağmalıydı. Alelacele bakır bakracı aldı ahıra yöneldi. Her sabah sağdığı sütün bir miktarını yoğurt mayalama için alıkoyar, geri kalanı köydeki mandıraya verirdi. Sarı kızı sağdıktan sonra kahvaltı sofrasını kurdu. Hane halkının sofraya gelmesini beklemeye koyuldu.
Sofraya önce kayın babası Halil Onbaşı oturdu.
- Emine kızım git çocukları uyandır onlar da kahvaltı etsinler.
- Bu gün onları ilçeye gezmeye götüreceğim, Paşa emmilerinin kamyonuyla. Emine’nin yüreği cız etti. Bilmediği bir sıkıntı sardı içini. Gitti yavrularını uyandırdı öperek.
Önce Selman uyandı,gözlerini ovuşturarak. Sonra Ali sonra Osman. Emine analık duygusuyla üçünü de ayrı ayrı bağrına basıp sevdi.
- Yavrularım benim, Allah acılarınız göstermesin.
Selman:- Anne nereye gideceğiz?
- Yavrularım dedeniz sizi ilçeye götürecek.
Ali:- Yaşasın ! Atlı karıncaya da bineriz…
Çocuklar pür neşe geldiler sofraya, cıvıl cıvıl kahvaltılarını ettiler.
Emine kahvaltıdan sonra birer birer giydirdi çocukları. Öpüp kokladı. Dedeleriyle uğurladı evin önünden.
Kendisi de küfesini sırtladı. Hüseyin önde o arkada Diksırım dedikleri birkaç evleklik tarlanın yolunu tuttu. Daha tarlaya varmadan ulaştı acı haber. Paşa’nın Austin’i Tutma Mehmet’in damının oradaki yokuştan Karakız deresine uçmuştu. Emine’ye boş küfe hiç bu kadar ağır gelmemişti. Küfeyi bir tarafa fırlattı. Başındaki yazmayı bir tarafa unuttu Hüseyin’ini kendini,
- Selman’ım, Ali’m Osman’ım. Diye Binek dağına doğru koştu koştu koştu….
YORUMLAR
Bir roman okur gibi okudum. Bitmesini istemedm...
Ayrıntılar o kadar güzel verilmiş ki. Özellikle sabah namazını eda eden Emineyle ben de abdest aldım sanki...
Öykünün sonu yoruma açık kalmış gibi. Ben kendimce Karakız dersinden çıkardım tüm yolcuları Ali'yi, Osman'ı Selman'ı ve Paşa'yı. Mutlu da oldum. Öykülerde bari kimse ölmesin...
Çok güzeldi. Sadece bir yerde Emine ismi Fadime olarak geçmiş sanırım...
---Tüm hane halkının yükü Fadime’nin omuzlarındaydı.
Sevgi ve saygıla