- 623 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
RUHÇULARIN CİNLİĞİ
RUHÇULARIN CİNLİĞİ
Halit Özdüzen
Spiritüalizm / “ruhçuluk” kavramı, 19.yy. Hıristiyan dünyasında ortaya çıkmıştır. Çeşitli ülkelerde dinsel, mistik ve felsefi akım, ekol ve gruplar kendilerine spiritüalist adını vermek-teyse de aralarında ilke, görüş ve kavram bakımından önemli farklar bulunmaktadır. Grupların üzerinde birleştikleri temel nokta, kendilerince “ruh” dedikleri görünmeyen bedensiz var-lıkları kabul etmeleridir. Bunlardan bazı gruplar “ruh”un sürekli olarak tekrar bedenlendiğini ileri sürerek Reenkarnasyonu savunmaktadır.
Türkçede tinselcilik olarak da adlandırılan Spiritüalizm kavramı Latince ruh anlamına gelen “spiritus” sözcüğünden türemiş olup, bazı çevrelerde ruhçuluk anlamında kulla-nılmaktadır. Buradaki “ruh” kavramını Kur’an’da geçen ve Ademe üflenen emir aleminden olan “Ruh”la karıştırılmaması gerekir. Spiritüalistlerin bedensiz varlıklar, veya “kutsal” varlıklar olarak adlandırdıkları can veya üç harfli varlıklardan başka bir şey değildir. Bu yazımızda onların bahsettiği “ruh”u tırnak içinde gösterirken, Kur’an’da geçen emir aleminden olan Ruh’u diğerinden ayırmak için kalın karakterle yazmayı uygun gördük
Bu konuların bir bölümüne ve reenkarnasyon kavramına “ Reenkarnasyona Değişik Bir Bakış” isimli denememizde değinilmişti. Çeşitli yazılı basında yer alan “deneme” , halen bir çok internet sitesinde yayınlanmaya devam etmektedir. Konunun yaşadığımız kültürde iyice anlaşılabilmesi için, bu yazımızda bir çok aydın düşünür ve entelektüelin kafasını karıştıran bazı konularla; Neo-spiritüalizm yanlılarınca kabul edilen can veya “ruh” düşüncesinin, İslam inancındaki Ruh arasındaki farkı ortaya koymaya çalışacağız.
TÜRKİYE’DE RUHÇULUK
Yukarıda da değindiğimiz gibi “spiritüalist” sözcüğünü kullanan her akım, ekol ve grubun tenasüh/ reenkarnasyonu kabul etmediği bilinmekle beraber, ülkemizdeki gruplardan vakıf ve dernekler vasıtasıyla örgütlenen topluluk mensuplarının bazıları, bu kavrama sıcak baktığı bilinmektedir.. Tenasüh Arapça nasaha kelimesinden türetilmiş olup, bu kavramın “bedenin yok olmasından sonra ruh veya canın yeni bir bedene intikal etmesi ve o bedende yaşamını devam ettirmesi” olarak tarif edildiği bilinmektedir. Arapçası Tenasüh, Latincesi Reenkarnasyondur.
Türkiye’deki “ruhçuların üstatları “Bedri Ruhselman’ın yayın organları olan “Ruh ve Madde” dergisinin 50. Yıl özel sayısında daha önce yayımlanan ” “Ruh ve Kainat” isimli kitabından alınan “28 maddeden oluşan doktrininde”: “Tekrar doğuş sürecinde izlenen amaç; ruhların dünyadaki herhangi bir madde oluşumuna ait gereklerde fiilen yaşadıktan sonra, daha yüksek düzendeki madde gereklerinde de yaşamaya kendilerini hazırlamalarıdır.” (Md.,22) diyerek yeniden doğuşa değinmiştir. Ayrıca uzaylı varlıklara çanak tutan: “Dünyamızın içinde bulunduğu tekamül grubu öteki dünyalar arasındaki oldukça geri bir aşamayı oluşturur.”(Md. 20) şeklindeki görüşleri de üzerinde düşünülmesi gereken bir başka konudur!...
Ruhselman kendine has özel bir inancı bulunmaktadır: Yeni “ruhçuluk” doktrininde Peygamber ve Kutsal kitap kavramına pek değinilmez! Her ne kadar fazlaca dillendirmeden kapalı geçmeye çalışılmışsa da, batılı yandaşları bu konudaki düşüncelerini açıkça dillen-dirmekten çekinmemişlerdir! Alexandre Bellemare: “Ruhçu ve Hıristiyan” (Spirite et Chrétien ) isimli kitabında :“Eski yasanın peygamberlerini medyumlara indirgiyoruz; haksız yere yükseltilmiş olanı indiriyoruz; doğasından saptırılmış olanı tekrar düzeltiyoruz. Ve yine, bir seçme yapmamız gerekirse, önceliği –Eski Ahit’in medyumlarınca yazılmış olanlara değil- şimdiki medyumların ilettiklerine kulak vermekteyiz.” diyerek, temsil ettiği misyonunun temel felsefesini açıklamıştır! Hıristiyan ve Yahudilerin kutsal saydığı metinleri medyum-ların yazdırdığını söyleyecek kadar ileri giden bu insanlar paralelinde İslam coğrafyasında faaliyet gösteren misyonerlerin Peygamberler ve Kutsal kitaplar hakkında farklı düşündük-lerini söylemek biraz “saflık” olur.
Ruhselman “Doğru yolu bulmak, iyi insan olmak, tecrübelerimizi dünyada başarıyla bitirmek; özetle, tekamül etmek için, hiçbir ahlak hocasına gerek yoktur… İnsanın ahlak hocası dışında değil, kendi içindedir. O ne büyük bir saadettir ve ne büyük bir kazançtır ki, her insanın rehberi ve kurtarıcısı kendisinden asla ayrılmayan ve ebediyet içinde kendisine eşlik eden en yakın ve en emin bir yerdedir. yani kendisindedir.”( Ruhselman ilkeleri Md. 28) derken, vicdana işaret etmektedir. Ancak bizzat kendisinin uyguladığı "Şihap", "Akın", "Kemal Yolcusu" gibi ruh celselerinde kendince kutsal saydığı bazı varlıklarla ilişki kurarak gizli ilimler diye adlandırdığı bilgileri almaya devam ederek “tekamülünü” tamamlamıştır(!)
Burada özellikle bilerek ya da bilmeyerek göz ardı edilen iki husus bulunmaktadır
1-Ahlak ilkeleri gönderilen semavi “Kutsal kitaplarla” vazedilmiştir
2-Ahlak ilkelerini bizzat Peygamberler yaşayarak toplumlarına öğretmişlerdir .
Vicdanı meselesine gelince: Vicdan evrensel İslam’ın “ahlak” öğretisinin özümsenip içselleştirmesi sonucu oluşur.. Bu gün için inançsızların “etik ilkeler” dedikleri ahlak ilkelerinin ilk kaynağı da yine eski peygamber ve semavi kitaplardır.
HİKÂYE SEVERMİSİNİZ?
Yukarıdaki soruyu olumlu cevaplandırdıysanız buyurun o çevrelerde anlatılan bir hikâyeye: Yaşamında bir kaç kitap yazmış bulunan Ruhselman, ölümünden bir iki yıl önce 1960´larda yeni bir kitap yazmaya başlar, daha doğrusu bilindiği kadarıyla , kendince çok özel addettiği bir “ruh”sal varlıktan veya o literatürün tanımıyla “ruh”sal bir plandan, bir medyum aracılığı ile gelen bilgileri derleyerek yazdığını belirtmiştir! Olay çok gizli tutulur, sadece kendine yakın gördüğü birkaç kişiyi işin içine katar. Yakınlarının anlatımına göre, o dönemdeki Ruhselman, çok farklı bir kişiliğe bürünmüştür. Sinirli, kavgacı, huzursuz ve içe kapanıktır. Bir süre sonra o çevrelere kitabın bittiğini söyler; herkes merakla beklemektedir. Ancak tüm öğrencilerinin beklentilerin suya düşürüp kitabın yayınını yasaklar. Kitap “varlıktan” alınan emre göre gelecekte yayınlanacaktı ve yayın ancak kurallar yerine geldikten sonra mümkün olacaktır. Öncelikle bir tür vakıf kurulacak, görevi ise, yayın-landığında gelirinden biriken fonların kullanılıp kitab birçok dünya diline çevrilecekti. Bu işler için ve kitabın korunması amacıyla Ruhselman işin içindeki Metin, Hüsrev ve Atilla adlı üç kişiyi "emanetçi" olarak görevlendirir. Emanetçiler talimatları alırlar; içlerinden birisi eğer ancak kendilerinin bildiği özel bir işaret alacak olursa kitap açılacaktı. Bu vasiyet, adeta kutsal bir ahide dönüşür. Ölüm halinde ise, son kalan kişi Kitabı açabilecektir. Bunun dışındaki her şey yasaktı, ne olursa olsun Kitap açılmayacak ve Kitabın içeriğini bilen bu üç kişi asla konuşmayacaklardır. Kitap açılacağı günü beklemek üzere İstanbul Karaköy’deki bir notere emanet edilir ve bilenlerin anlatımına göre de hala oradadır!.. Geçtiğimiz yıllarda, bazı çabalarla birileri kitaba ulaşmaya çalışırsa da, sonuç alınamadığı söylenir. Bu arada da, ema-netçilerden Hüsrev Bey´de yaşamını yitirir, geriye iki kişi kalmıştır; yani talimata göre bir kişinin daha ölümü halinde artık “Kitap” açılabilecektir. (Kitap henüz açıklanmadığına göre o iki kişinin yaşadığı sanılmaktadır.)
İster inanın ,ister inanmayın hikaye aynen böyle !...Şimdi de hikayeyi aktaran sempa-tizanlarının “Kitap"la ilgili düşüncelerini öğrenelim :”Ruhselman yaşamı boyu süren önceki çalışmalarında Ruhçuluk ve ötesiyle ilgili hemen her şeyi yazmıştı. Öyleyse daha ne olabilir bu kitabın içinde? Anlatılanlara göre Ruhselman son dönemlerinde küskün ve yorgundu ve hatta bazılarına göre ölümden korkuyordu. Acaba yaşamını ölümün sırrına adayan her araştırmacı veya bilgede olduğu gibi o da mı ölüm korkusuna uğramıştı? Bir diğer görüş ise, Ruhselman´ın o güne kadar yazdığı ve öğrettiği bilgilerin veya öğretinin yanlış olduğu sonucuna vardığıdır. Buna bir kanıt da onun yayınlanmış kitaplarına ölümünden sonra basım yasağı koymuş olduğu söylencesidir. Neden , yoksa pişman mı olmuştu veya yanıldı-ğını mı anlamıştı?”
Sempazitanları bu sorulara cevap araya dursun, bize göre kitap hiçbir zaman normal şartlarda yayınlanmayacaktır. Ruhselman grup içerisinde kendisi kadar güçlü ve toparlayıcı birinin olmadığının düşüncesindeydi. Hatta sağlığında dahi kendi düşüncelerine karşı çıkıp eleştiren gerek yandaşlarından gerekse aynı yolun yolcusu olduğunu vurgulayan değişik düşünce sahipleri vardı. “Bunca gayretten sonra oluşturduğu ekol, ölümünden sonra yok olup gidecekti”; bu endişelerini bertaraf etmek için bir mit yaratmak istedi ve gurubun en genç üyelerinden üç kişiyi seçerek son yazdığı kitaptan her birine bir nüshasını verip,ölümden sonra kendisinden işaret beklemelerini istedi ve bu üç kişiden açıklamayacaklarına dair de yemin aldı!…. Bu güne kadar geçen elli yıllık bir zaman sürecinde o çevrelerde kitap “ beklenen kurtarıcıya” dönüşerek artçılarının ümitlerini hep sıcak tutmayı başardı…
Bize göre Noterlik yasası çerçevesinde çalışan noterler içeriğini bilmediği herhangi bir emaneti ne alır, ne de muhafaza ederler! Çünkü her türlü işlemleri C. Savcılarının ve Adalet Bakanlığı müfettişlerinin denetimine tabidir. Bu evraklar da mutlaka denetimden geçmiştir. Böylece “ sır” olarak saklanan “Kitap” üç kişinin dışındaki kamu görevlileri tarafından da bi-linmektedir. “Sır, mahiyet itibariyle açıklanamayan demektir”.Üç kişinin ve onlardan başka kamu görevlilerin bildiği bir konu sır olmaktan çıkar…
Yandaşlarının Dünyada devrim yaratacağına inandırıldığı “Kitab”ı açıklayarak ülkemize yeni bir Nobel ödülü gelmesini kim istemez ? Keşke söylentiler doğru olsaydı !... Merak-lılarını bu konuyla baş başa bırakıp, biz daha ilginç bir konuya şair Enis Behiç Koryürek olayına yöneleceğiz.
ENİS BEHİÇ KORYÜREK OLAYI
Enis Behiç ( D. İst. 1892 V. Ank.1949) Eğitimini İstanbul, Selanik ve Üsküp’te alıp, sonra Mülkiyeyi bitirerek. Dışişleri’nde çeşitli görevlerde bulunup Çalışma Bakanlığı’nda müsteşarlık ve daha sonra da öğretmenlik yapar. Türk şiirinin "Beş Hececiler" akımının en özgün şairlerinden aynı zamanda Ruhselman’ın yakın dostudur. 1946 yılının bir Ekim günü Dr. Bedri Ruhselman’ın evine misafir olur. Ev sahibi beş kişilik misafirlerine "hoş geldiniz" deyip, hal hatır sorduktan sonra bazı ikramlarda bulunur. Arkasından gramofona Paganini’nin "Şeytan Trilleri" taş plağını koyar. Sonra; 12 yaşındayken okuduğu ve hayatını değiştirdiğini belirttiği Mösyö Garbis’in "Cinlerle Muhabere" (Haberleşme) kitabından bazı pasajlar okumaya başlar.Vakit gece yarısını bullunca .perdeler sıkıca kapatılarak , yanan ampuller sön-dürülüp küçük bir mum yakılarak altı kişilik yuvarlak masanın etrafında toplanırlar. Mum, masanın üzerindeki içinde harfler ve bazı kelimelerin yazılı olduğu kadife altıgen kutu ile büyük bir fincanı aydınlatmaya ancak yetmektedir İddiaya göre o toplantıda yapılan celsede Enis Behiç, uzun yıllar önce vefat etmiş bulunan “Çedikçi Süleyman Çelebinin ruhuyla tanışır(!) Bahse konu zat Haliç’in donduğu kış hastalanmış ve iki yıl sonra da memleketi olan Trabzon’da vefat etmiştir.
Enis Behiç Koryürek’in ,o günden sonra -vefatına kadar olan üç yıl boyunca- Çedikçi Süleyman Çelebi ile ilişkisini kesmediği belirtilir. Şair ve hariciyeci arkadaşlarının, ‘çalışmaktan çok yorulduğu, bir hastanede biraz dinlenmesi gerektiği’ şeklindeki önerilerini kızarak olumsuz yanıtlar. Zamanla eski çevresiyle ilişkileri kopar . Artık o mistik şiirler yazmaya başlamıştır..Şiirlerini "Varidat-ı Süleyman" adlı kitabında toplar. Kitabın kapağında, "Çedikçi Süleyman Çelebi Ruhundan İlhamlar" yazılarak baskıya verilir.
Önsözünde şöyle demektedir: "O sözler edası, musikisi, manası benim tarzımdan bam-başka olan, fakat bu başkalıkla beraber gene benden bir koku, bir gölge taşıyan o sözler, ömrümde hiç düşünmediğim ve söylemesini aklımdan hiç geçirmediğim o sözler, içimden, benim içerimin daha içerisinden birdenbire fışkırıp çağlayan bir su gibi, emeksiz, engelsiz akıyor, akıyordu. “
Türkiye Ruhçuları “Ruhlarla” temas kurduklarını kanıtlamak için Enis Behiç olayını ustaca kullanmışlardır. Türkçede bu konuda güzel bir söz vardır “Bozacının şahidi şıracı “diye! Tasavvuf açısından bakıldığında “Varidat-ı Süleyman” iyiden iyiye kurgulanmış bir görüntü sunmaktadır. Fakat Şairin yüksek prestiji ve sevenlerinin çokluğu bu konuda kalem oynatmayı engellemiştir.Bütün anlatımlarda “Çedikçi Süleyman Çelebi” ermiş bir Mevlevi dervişi olduğunu göstermektedir. Bu seviyede bir zatla temas kurabilmek için tasavvuf yolunda çok seccade ve tespih eskitmiş olmak gereklidir… Bu olaydan sonra birçok edebi-yatçı,ı yazar ve sanatçı “ruh” çağırma celselerine yöneldiği ve bu yönelişlerin halen devam ettiği bilindiğine göre, bu işten kimin kazançlı çıktığı ortadadır!...
Olayın benzeri günümüzde de yaşanmıştır. Hz. Mevlana’yı bir, iki sefer rüyasında gören bir hanım “Mevlana’yla sürekli temas kurduğunu” iddia ederek basında hayli yer edinmişti, sonrası boş çıktı !…
İsteyenin istediği görüş düşünce ve inancı kabul etmesi veya reddetmesine kimsenin bir diyeceği yok. Ancak bir önceki olayda olduğu gibi bu olayın üzerinde de önemli şüphe bulutları dolaşmaktadır! Tasavvuf konusunda birçok kitap karıştırdığı anlaşılan şairimizin bir manevi esinlenme ve gönlündeki ateşle bu eseri yazdığını düşünebiliriz. Bundan ötesini iddia etmek, Tasavvufunun “Üveysilik” kuralları ile de uyuşmaz. Günümüzde “Çedikçi Süleyman Çelebi” kitabı hakkında Mevlevi ve Tasavvuf uzmanı edebiyatçılarının yapacağı ilmi kritik bizleri daha doğru bir yargıya vardıracaktır. Öyle ya da böyle Enis Behiç Koryürek “Varidat” gibi ilerde klasikler arasında yer alacak önemli bir eseri edebiyatımıza kazandırarak ismini tarihe yazdırmıştır.
İSLAMİ KAYNAKLARA GÖRE RUHLAR
İslami terminolojide Ruh ve Nefis kavramının Kur’an’da ve Peygamber Efendimizin hadis-lerinde yer aldığı gibi, geçmiş peygamberlere inen semavi kitaplarda geçtiği de bilinmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Ruh hakkında ayrıntılı bilgi verilmemiş olduğundan, kelam alimleri ve felsefeciler mahiyeti konusunda akıl yürütürken, gönlü ilhama açık ve hikmet bilgisine sahip zatların bir kısmı bu konuyu sır olarak saklayıp, çok yakın gördükleri hikmet ehliyle paylaşmış-lardır.
Kur’an’da Ruh hakkında , “er-rûh”, “rûhî”, “rûhenâ”, “ruhun minh”, gibi tabirler kulla-nılmaktadır. Ruhun “ er-ruhu min emrina” olarak geçtiği ayetin meali şöyledir: “Sana ruh hakkında sorarlar. De ki: ”Ruh, Rabbimin emrindendir. Size onun ilminden ancak az bir bilgi verilmiştir.“ "(İsra 17/85) Ayet-i Kerimede geçen “ er-ruhun min emrina” / “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Tanımlamasıyla onun emir alemine ait olduğu vurgulanmaktadır. Yine Kur’an’da yaratılış evrelerinin anlatıldığı (Araf 7/54 ) ayette ise “ Haberiniz olsun halk da emir de O’nundur (Allah’ındır) denilerek, Hak ve Emir Alemi ayrı ayrı zikredilmektedir. Halk Alemi kozmik varlıklar olarak cinler ve maddi bedenden meydana gelen insanlar ve onların yaşadığı alemler olup, Emir Alemi ise, melek ve ruhların yaşadığı alemler olarak bilinmektedir. Kadir Gecesinin anlatıldığı ”( O gece ) Melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner.”( Kadir 97/4) ayetinde, melekler ve ruhun yaşadığı emir aleminden halk alemine (yeryüzüne) inişi anlatılmaktadır. Bazı alim ve yorumcular, o ayette geçen “Ruh” sözcüğü ile Cebrail ( A.S.)’ın kastedildiğini belirtmektedir. Bir başka ayette ise Cebrail’in bin yıllık yoldan geldiği bildirilerek o mesafenin bize göre ne kadar uzakta olduğu vurgulanmıştır.
Ruhlar aleminde Ruhlar Yüce Allah (C.C.)’la kullar arasında geçen ve genel ismiyle “ Elestü biatı” olarak adlandırılan akit, Kur’an-ı Kerimde şöyle anlatılır : ”Hani (ezelde) Rabbin Adem oğullarının, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahitler tutarak sormuştu ‘ Rabbiniz değil miyim ?’ Onlar: Rabbimizsin buna tanıklık ederiz’ demişlerdi. Kıyamet günü biz bundan habersizdik dememeniz içindir.” (Â’raf 7/ 172) Bir diğer ayette de peygamberlerin ruhundan diğer peygamberler için alınan sözden bahsedilmektedir “Allah peygamberlerden şöyle söz almıştı. ‘Bakın size kitap ve hikmet verdim. İmdi yanınızda bulunanı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde ona muhakkak inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz demiştik. ‘Kabul ettik’ dediler. O halde şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım.’ dedi. Artık kim biatından sonra dönerse, onlar fasıklardır.” (Âl-i İmrân 3/ 8l, 82)
İnsanın yaradılışını Kur’an’da anlatılırken: “ Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir öz sudan, değersiz bir sudan yarattı. Sonra onu, düzeltip bir biçime soktu ve ona ruhundan üfledi” (Secde 32/7-9) Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben çamurdan bir insan yaratmaktayım." "Onu tesviye edip, düzeltip de ona ruhumdan üfledim mi derhal ona secdeye kapanın." (Sad 38/71,72) Ayette geçen “ Ruhundan üfledi” sözüyle Rebbü’l Aleminin, Adem’e ve onun soyuna iletilen Ruhun kendi Ruhu olduğu belirtilmektedir.Nitekim melekler, kendisine iletilen ulvi ruhu taşıyan Adem’e tazim secdesi yaparak onun yüceliğini kabul etmişlerdir. Çünkü Adem’in Ruhu, Rebbü’l Aleminin zat ve sıfatlarının tümünden yaratılırken, melekler bir veya birkaç sıfatının nurundan yaratılışlardır. Ademin soyundan gelenler Yüce Allah’ın Ruhunu taşımaktadır!... O nedenle Adem (A.S.) Rabbinin öğretisiyle isimlerinin tamamını sayabilmiştir. Yine insanın ana rahminde yaratılışının ayrıntılı olarak anlatıldığı Mümin’un Suresinin 14. Ayetinde biyolojik yaratışı takiben“ Sonra bir başka yaratılışla onu inşa ettik.” denilerek, insanın ruhi yaratılışına değinilmiştir.
CİNLER
Cinler gözle görülmeyen varlıklardır..Kur’an-ı Kerim’de Cinlerin dumansız ateşten yaratıldığını, içlerinde inkarcılar olduğu gibi, inananların da bulunduğu belirtilir. Çağımızda bazı tefsir alimleri, dumansız ateşi “ Radyasyon” olarak nitelemektedirler; evrende radyasyonun dışında bazı kozmik ışın ve şuaların da bulunduğu göz ardı edilmemelidir.
Kur’an’da “Cin Suresi” bulunmakta olup, orada bazı cinlerin Hz. Peygambere ( S.A.V.) gelip Kur’an dinleyerek Müslüman oldukları anlatılır.(Cin 72/4-7,11-15) Yine Kur’an’da İblis(şeytan) ’in cinlerden olduğu belirtilmektedir. Cinlerin akıl ve sorumlulukları vardır, ancak insan taşıdığı Ruh ve “Allah’ın Halifesi” olma gibi önemli özellikleriyle Cin ve Meleklerden üstündür. Allah(C.C.) Cinleri de İnsanlar gibi kendisine itaat edip,İslam fıtratında yaşamaları için yaratmıştır.(Tûr 52’/56) Fakat Kur’an’ın anlatımıyla onlardan da insanlarda olduğu gibi, Salihler, orta yolda olanlar ve fasıklarının bulunduğu anlaşılmaktadır. ( Cin 72/11)
MEDYUMLAR VE SÖZDE RUH ÇAĞIRMA
Zaman ,zaman bir kısım magazin medyasında yer alan ve bazı saf insanların da inandığı anlaşılan: cinler vasıtasıyla olağanüstü şeyler sağlandığı, örneğin: ”Futbol takımlarının şam-piyon yaptırıldığı”, “medyumun gaipten haber verdiği”, “ülkenin falına baktığı” v.s şeklinde haberler çıkmaktadır. Maalesef bu tarz haberlere, toplumun bazı saygın zevatlarının ya da eşlerinin isimleri karışmakta, bazen de olayı inandırıcı kılmak için özellikle karıştırıl-maktadır! Şu noktanın altını kesinlikle çizmekte yarar var dinimizde falcılık, büyücülük, gibi insan aklına zararlı işler kesinlikle yasaklanmıştır! Güç ve kuvvet Allah’ın elinde olduğu gibi, gaybi de Allah’tan başka kimse bilemez. O’nun bildirdikleri zatlar da bildiklerini ulu orta söylemezler !..
Çalışmaları için emrine verildiği cinler, Hz. Süleyman (A.S.)’ın ayakta sopasına dayanmış durumda vefat edip, uzun süre bu durumda kalmış olmasına rağmen, o sırada önünde çalışan cinler, vefatını anlayamamışlardı: ta ki bir ağaç kurdu asayı içinden kemirip yiyerek, asa kırılıncaya kadar…” Eğer cinler gaybi bilselerdi, o alçaltıcı azap içinde bekleyip (çalışıp) durmazlardı.” (Sebe 34/14) O halde cinlerle ilgili iddiaların büyük bir bölümü şarlatanlıktan başka bir şey değildir.
Cinleri gaybi bilmedikleri, insan aklından daha az akla sahip oldukları halde, bazı ruh çağırma seanslarında, kendilerini çağrılan şahsın ruhunun yerine koyarak ,orada bulunanları yanılttıkları,bu oturumlara katılan dürüst medyum ve izleyenler tarafından anlatılmaktadır! Yine bazı medyumların cinlerin kafirleri ile temas kurup, insanlara sihir ve büyü yaptığı biline gelmiştir. Bu medyumlar bazen de kendilerine hoca yahut şeyh süsü vererek insanları daha kolay aldatmaktadırlar Ziya Paşanın güzel bir sözü vardır: “Lanet olsun o paraya ki, kazancına ya din olmuştur alet, ya namus!” Allah izin vermediği sürece Mümin’lere zarar veremezler; onların zararı sadece inançsız ve kalbinde ikilem olan, başıboş insanlara doku-nabilir. Ayrıca abdest ve Kur-an’daki Ayete’l Kürsi , Nas , Felak Sureleri de mümine iyi bir kalkan oluşturmaktadır..
Kur’ân-ı Kerîm’de ölümden sonra geri dönüş kesin bir şekilde reddedilmiştir. Allah Mü’minûn Sûresinde “Nihâyet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: “Rabbim! der, beni geri gönder;”, “Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.” Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar bir berzah(aşılması çok zor mesafe/,engel)vardır.” (Mü’minûn 23/99,100). buyurmaktadır. Ölümden sonra yeniden dirilme günü olan kıyamete kadar insan artık bir daha dünyaya geri dönemeyeceği ifâde edilmektedir.
Öyleyse nasıl olurda Ruhlar berzahtan kurtularak yer yüzüne gelip medyumlarla temas kurar. Ancak yaşayan insanın İman İhlas,İbadet, taat ve sadakat sonunda ulaşacağı aşkla, o berzahı aşarak ruhlar ve melekler alemini ziyareti mümkün olabilir. O zatlarda gelip ulu orta yerlerde medyumluk veya celse operatörlüğü yapıp üç harfli varlıklarla temas kurmazlar.!...
SON SÖZ YERİNE
Avrupa‘da Spiritüalizm ile yaklaşık aynı tarihlerde ortaya çıkan diyalektik materyalizm, pozitivizm, ve evrimci dünya görüşü üst üste konularak değerlendirildiğinde, bu sistemlerin temelde ne kadar birbirine yakın ve iç içe olduğu görülecektir Spiritüalizmin kurucularının özellikle pozitivistler ve materyalistler olduğu göz önüne alınarak incelendiğinde Spiritü-alistlerin insanlar avlamak için adeta yapay bir “din” oluşturulduğu görülecektir.
Ortaya konan “ilkelerde” bazen evrensel semavi dinlerin sistematiği alınıp, eksenle-rinden saptırılarak kullanılırken;.bazen de dünyevi- yerel- din anlayışları ve ritüelleri ilk de-fa keşfedilmişler gibi ortaya konmaktadır. Doğu kültüründeki özelikle binlerce yıllık Hint ve Çin felsefesi spiritüalizm öğretisinin esasını oluştururken, Marks ve Engels’in bilimsel materyalist anlayışları ile Darwin’in “Evrim Teorisi” birleştirilip, bazı “bilimsel”(!) kalıp-larla süslenerek batı kültürüne enjekte edilmiştir. Bununla da kalmamış, “ruh”lardan alındığı söylenen bilgi ve öğretiler kendilerince yeni bir dünya düzeninin gerçek ve hakikatleriymiş gibi ilan edilmiştir !
İslam coğrafyasındaki misyonerler de oradan aldıkları bilgileri Müslüman’ların tepkisini çekmemek için, bu kültürdeki tartışmalı bazı uç düşüncelerle destekleyip, Batini ve Huru-filik inanç ve sembolleriyle ambalajlayarak, bilimsel olarak lanse edilen bazı kalıplarla yay-maya çalışmış ve halen de çalışmaktadırlar!
Türkiye’de bulunan gruplardan çoğu Allah(C.C.) inancı taşıdığını ve İslam’ın Ahlak kurallarına uygun yaşadığını ifade etmektedir! Söylentilerin aksine ,Avrupa’dakiler gibi yeni bir din inşası planlanmıyorsa düşüncelerini değişik platformlarda ifade ederek üzerlerindeki şüpheleri kaldırabilirler. Bunun en kestirme yolu neo-spiritüalizm (yeni ruhçuluk) inanç ve ilkelerini bir toplantıda tartışmaya açmalarıdır.. Ülkemizde bir bölümü doktorasını yurt dı-şında yapmış bulunan yetkin ilahiyatçılar ve Tasavvuf kürsüsü hocalarının da davet edile-ceği geniş katılımla düzenleyecekleri bir sempozyumla, fikir ve düşüncelerinin test edilmesi kamu oyunun bilgilendirilmesi açısından yararlı olacaktır.
Ülkemizde Neo-spiritüalizm düşüncelerinden etkilenmiş, fakat Ruh gerçeğinin ne olduğunu merak edip İslam’daki mahiyeti öğrenmek isteyen araştırmacılar için İbni Arabi, Mevlana ve Sadretdin-i Konevi gibi zatların eserleri iyi birer referans olabilir. Bizim de “Ruh ve Vahdet-i Vücud” konularında yaptığımız kapsamlı çalışma inşaallah ilerleyen yıllarda okucuyla buluşacaktır. Benzer konuda bir süre önce kaleme aldığımız Ruhla ilgili, “Ruh , Nefisler ve Can ” isimli denememiz, pek çok İnternet sitesinde yayınlanmaya devam etmektedir. O denemenin de okunup, incelenmesi yararlı olacaktır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.