- 739 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NE ÇOK BENZETİRDİM HAYATI KOMPOZİSYONA
Kompozisyona benzettiğim çok oldu hayatı…
Giriş…
Gelişme…
Sonuç…
Giriş bölümü herkesçe malum. O bölüm beni pek ilgilendirmeyecek. Önemli, önemsiz, derin, ince, karmaşık vs. gibi türlü labirentlerden geçtiğinden falan değil yani yanlış anlaşılmasın. Sadece gel-işime yazmak istediğimden…
Düşünme kabiliyetini kazandığından beri insan hep bir kısırdöngü içersinde buldu kendini… Tekerleğin icadından tutun da… Her gün işe gitmek… Hafta sonunu iple çekmek… Pazartesi sendromlarına takılı kalmaya kadar hep bu kısırdöngülerin içersinde büyüdü, gelişti insan. Bu arada boş kalır mı hayat? Kalmaz tabi ki o da her gün herkese aynı yemeği sundu. Ancak ayrı garnitürlerle… Aslında buydu işin özü hayatı çekilmez yapan da yaşanılası güzelliklerle dolduran da o bizlere sunduğu ufak, minik minik süslü garnitürler…
Yine öylesi güzel bir zamanda koyuldum düşlerin yoluna… Niye dedim insan hep gelecek hayallerinde gözünü yukarılara diker… Niye şu anki durumundan bir tık, bir basamak daha ilerisini düşler… İster… Sorsak kendimize hiç düşündük mü şu anki durumunuzdan bir tık daha aşağıda olmayı. Ne olurdu haliniz, ne düşünür, ne ya da neler yapabilirdik diye… Çok sorarım aslında kendime, nerden nereye geldiğimi çok iyi bilirim lakin nereye doğru gideceğim meçhulden hallice… Aslına bakarsanız da işin niye kısmı o kadar göreceli ki… Çünkü dedim ya en başta hayat, herkese aynı yemeği sunar lakin farklı garnitürlerle işte o garnitürler o niye sorusunun cevabını farklılaştıran unsurdur.
İşin bu gelişme bölümünde aslında yer yer durağan zamanlara takılmışızdır. Duraklayıp duraklayıp yolumuza bakmışızdır. Ancak bunlar öyle zamanlardır ki o geçmesini istediğimiz saatler, günler bir anda geçemez olur. Zaman üstüne üstüne gelir insanın… Jerry misali kaçacak delik aranır Tom’un tuzaklarından kurtulmak için (Bulur muyuz bilinmez). Sonra yer yer susar düşünceler… Düşler sükûta döner… Yalınayak soğuk betonlara basıyormuşçasına içimizi o ilk adımda soğuklar işgal eder…
Eee… Daha...
Dahası mı?
Kendini kuşatılmış kara parçasından farksız görür insan… Sonra bir de bakmış cevabı bulunamayan sorgular oltasına takılı balık olmuş. Çırpınıp çırpınıp durur. Dinlenir… Dinleriz… Acaba şimdi dibe mi yoksa yukarıya mı? Yönümüz neresi olacak. Nereye doğru gideceğiz…
Çaresizlikle eşanlamlı mı geldi bu gelişme bölümündeki duraklama faslı size. Tam denemez aslında. Sadece çaresizliklerin işgaline uğrayan günler yumağı olabilir –duraklama-.
Sonra içsel sesimiz eşliğinde elbet deriz biter… Geçer bu günlerde, geçer… Ama geçerken de öyle güzel yer bulur ki belleğimizde, denize nazır (Metre karesini siz hesaplayın)… Yürürken bile acıcık duraksasan hemen aralayıverir o bakışlarını, gelişme bölümündeki duraklama...
Silkelen ve kendine gel cümlesiyle kaldığı yerden başlar hayat… Ve o güzelim insan, nasıl bir sonuca doğru yol alır duraklama diyetinden çıkar çıkmaz. Her gördüğünü çare, bir adım daha ileriyi düşleyerek mi dersiniz bilemem ancak farksızdır şaşkın ördek yavrusundan…
Sonuç; hani kompozisyona benzetirdin iyi bir sonuç bekledik… Bekledik... Niye sorusunun cevabını göremedik diyenlere… Her son-uç son olmayabilir, hayata yeni yeniden başlayanlara… Yani işin a’dan z’ye uzanan köprüsünde durmadan, durarak, durağan, duraksadığımızın farkına varalım ya da varmayalım hayat denen o büyük ve ihtişamlı olgu, giriş-gelişmeden girerek vücut bulur. Kompozisyon kurallarını alt üst eden sonuç öbeğiyle, kimi zaman asık, kimi neşeli, kimi âşık, kimi aşk yapmış bir şekilde gösterir yüzünü.
Ey hayat!
Kompozisyonla ayrı düştüğün tek nokta son-ucun olmayışı…
Hep yeni başlangıç, gelişmeden gelişmelerden sonra…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.