KARMAN ÇORMAN ( ESKİLERDEN )
Şu an bir imtihan salonundayım. Sınıfta 28 öğrenci ter döküyor deneme sınavı olsa da. Öğrencilerin hepsi ayrı birer dünya, ayrı birer kabiliyet. Bunlar geleceğin mimarları, futbolcuları, esnafı, diplomatları, belediyecileri, kuaförleri vs. İlgi alanları, yetenekleri, hedefleri birbirinden çok farklı insanlar. Ama maalesef şu an hepsi de aynı bilgilerden imtihan ediliyor. Beş parmağın beşi de bir mi? Bizlere doğuştan verilen bazı özelliklerimizin olduğu malûm. Resim, müzik, matematik, dil, astronomi, tarım, elektronik vs sahalarda farklı yetenekleri olan insanların aynı eğitimi almaları kadar mantıksızlık düşünemiyorum.
Matematik zekâm yoksa öğret bazı temel kaideleri bana, sonra bırak, yetenekli olduğum alana yönlendir beni. Dile yatkın değilsem, yine öğreneyim bazı temel kuralları, gideyim astronomiye. Müzik adamı olacaksam bana ne Brezilya’daki Amazon Nehri’nin debisinden, rejiminden. Yanlış eğitim sebebiyle bizlere verilen yeteneklerimiz körelip gidiyor. İstemediğim bir meslekte ömrümü harcıyorum. Verimim azalıyor.Dünyaya bir kere gelmişim, içimdeki ukdelerle yaşıyorum.
Salona tekrar dönelim. İmtihan sorularına göz attım. Sınavdaki konuların çok az kısmını sizlerle paylaşayım:
Türkçe→ zarf, zamir, adlaşmış sıfat fiil, edebî akımlar, sanatçılar, eser adları, panel, sempozyum, aruz, dadaizm, empresyonizm …
Matematik→ tanjant, kotanjant, reel sayılar, üslü sayılar, geometri, sinüs, kosinüs, trigonimetri, parabol, fonksiyon, küpün hacmi, açı ortay, bir türlü dolmayan havuz …
Fizik→ Şema, amper, indüksiyon akımı, düzlem ayna, motorların mekanik gücü, fotosel, prizma, optik, atomun yapısı, üstüne üstlük bir sürü acayip işaret …
Biyoloji→ Mayoz ve mitoz bölünmeler, eşeyli ve eşeysiz üremeler, glikoz, sirke sineğinin yapısı, ribozom, lizozom, endoplazmik retikulum, hücre çeperi … Bir sorunun kısa bir bölümü: Glikozun prüvik asite kadar yıkımı mensturasyon periyodu sırasında utrus çeperinde kalınlaşma … Soru değil, ilaç kupürü mübarek.
Sosyal Bilgiler→ debi, rejim, dünyanın neresinde ne var, tarihler, enlem, boylam, Tokyo’da saat 12 iken Londra’da kaç, üretimler, nüfus, nümizmatik, paleografya …
Felsefe, Sosyoloji, Mantık→ Kant, sofistler, fikirler, ilk felsefeciler, psikodinamik, dürtü, sezgici, olgucu, düalist, pozitifizm, septisizm, varoluşçuluk, dilemma, tümel önerme, sorit …
Bunlar sadece birkaçı. Mr. Brown ve ailesinin “going to sea side”ları ayrı bir dert. Yabancı dil öğrenemeyen fakat Amerikan hayranları yetişen gençler de işin başka bir tarafı.
Bu derslerin dilleri birbirinden farklı. Kiminde Latince, kiminde Fransızca, kiminde farklı dilden kelimeler, kavramlar. Uydurukça ise işin cabası. Matematikçi, Fizikçi “ h “ harfini “ haş “ , “ k “ harfini “ ka “ olarak telaffuz eder; Türkçe öğretmeni bunun yanlışlığını anlatır. “Adın Ahmet mi dede?” “ He, oğlum.” “ He, deme dede, ona öğretmenlerimiz haş diyor artık.” “Haş, oğlum, adım Ahmet.”
Hani İspanyollar çok isim koymalarıyla bilinirler ya, bizim kelimeler, kavramlar da öyle olmaya başladı. Özellikle uydurukça sayesinde. Çocuk zarfın, zamirin adını öğrenemeden bunlar oluyor sana belirteç, adıl falan. Bakın bazı kelimelerin ne çok söyleniş şekilleri var:
İsim fiil→ ad eylem, isim eylem, ad fiil, mastar
Sıfat fiil→ ortaç, ön ad eylem, sıfat eylem, ön ad fiil
Zarf fiil→ belirteç eylem, belirteç fiil, zarf eylem
Bir kavramın bu kadar çok isimle karşılanması dile zenginlik katmaz veya dilde yeniliğe vesile olmaz. Aksine kavram karmaşasına sebep olur.
Oturdum, delinin pösteki saydığı gibi, Edebiyat bölümündeki eser ve sanatçıları saydım. Bini aşkın eser ve sanatçı adı var. Hepsinin yaşadığı dönemler ve sanat anlayışları farklı. Öğrenciler ayrıca eserlerin muhtevalarını da bilmek mecburiyetinde. Onlarla birlikte imtihana girsem inanın en düşük puanı ben alırım. Türkçe öğretmenine Türkçe soruları, Fizik öğretmenine Fizik soruları normal gelir ama bilgi bir değil beş değil ki. Küçücük beyinlere sanki çip yerleştiriyoruz. Gençlerden ilim adamları çıkarmalıyız ama branşlara ayırmadan, kafalarını çorba yaparak değil.
Yanlış anlaşılmasın bütün bu bilgilerin lüzumsuz olduğunu müdafaa etmiyorum.hepsi mutlaka gerekli ve hayatın içinden. Hepsi bir araştırmanın, çabanın mahsulü. Ama bu şekildeki eğitimin neticeleri de ortada: Sıfır ellezîne minel kabak.
Kim nasıl öğreniyorsa öyle öğrensin lakin kendine gerekeni öğrensin. Gencecik beyinler bilgi çöplüğü olmasın. Bir ülkeyi yaşanmaz hâle getirmek istiyorsanız, eğitim yoluyla, gençleri heder etmelisiniz. Özetle, “öğrenmemi engelleyen tek şey, okulda aldığım eğitimdi.” diyor Einstein.
20 Mayıs 2007
KİMİNİN DERİSİ KİMİNİN DUASI
Kurban kesilir, deri kavgası başlar. Biz vatandaşlar kurban olsaydık, acaba kimin derisinin kime bağışlanması caiz olurdu:
Öğrencilerin derisi YÖK’e
Memurunki bakkala, kasaba, ev sahibine.
İşçinin derisi sendika başkanına.
Hükümetin derisi ve gerisi İMF’ye.
Çocuklarınki Fennî Sünnetçi Kemal Özkan’a.
Apo’nunki şehit ailelerine.
Bush’un derisi … kim ne yapsın kardeşim it derisini.
Kınık 26.09.2001
YORUMLAR
mantığın sevimlilikle buluştuğu bir yazıydı...
aslında düşünüyorumda okulda bende sadece yıllarımı boşa harcamışım...aldığımsa sahte eğitim düzeninden başka bir şey değildi...yaratıcılıksa hiç yoktu ki...
yazarı yürekten selamlarım...ve devamını şiidetle,ısrarla beklerim
dostça...emre onbey