- 2614 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR DOSTLUK ÖYKÜSÜ BENİMKİSİ
Güzel ilimiz Adana’ nın Yüreğir ilçesine bağlı; Conoları ile meşhur, olayları ile renkli Sarıçam Karakolu, 1988 Yılında benim mesleğime ilk adım attığım yerdir.
Birkaç aylık acemiliğimden sonra karakolun İdari Kısmında görev aldım. Askeri evrak bu kısmın bir parçasıdır. Birlikte görev yapacağım Bekçi Süleyman Bey ile karakter yapımız bire bir örtüştüğü için kendisi ile bu görevi yapacağım için memnundum. Birlikte çalışmalarımızda da ben bu kanaatımda haklı çıktım. 1989 Yılı askeri yoklama döneminde yoklamasını yaptırmayan ve yoklama kaçağı olarak aradığım (M.T.) isminde biri vardı. İkamet etmiş olduğu adresine üç-beş kez davetiye göndermeme rağmen şahıs bir türlü karakola gelmiyordu. Sebebini Süleyman Beye sorduğumda hep aynı cevapları alıyordum; “ Ben verilen davetiyeleri adresine bıraktım. “ Sonunda altıncı davetiye ile bir gün öğle sonu çıkıp yanıma geldi. Temiz kıyafetli, yakışıklı, konuşması düzgün, bir o kadar da nazik bir tavırla kendisini tanıttı. Memnun olduğumu bildirip, oturmasını rica ederek ardından ikramla çayını söyledim. Ürkekti, korkulu idi, oturup oturmama arasında kararsız görünüyordu, tekrar oturmasını rica ettim. Çayını içtikten sonra bana dönüp, “ Memur Bey, size bir şeyi itiraf etmek istiyorum. “ , “ Buyurun” dedim. “ Ben buraya gelirken korkarak geldim, ancak hali tavrınız beni ziyadesi ile şaşırttı, siz kimsiniz? , gerçi davetiye üzerinde isminizi okudum, ancak yine de merakımı bağışlayın, isterseniz buraya zamanında gelemememdeki mazeretimi açıklayabilirim. “ Gerek yok dedim ve kısaca kendimi tanıttım, ilk baştaki ürkekliğini üzerinden atmış rahatlamıştı, ardından kendisinin askeri yoklaması ile ilgili uzun, uzun konuştuk. Şubesi yabancı Askerlik şubesi olduğundan yoklamasını orada yaptırması gerekiyordu, ben gereken evrakları tanzim ettikten sonra kendisine verdim. Şubesine gitmek üzere benimle vedalaşırken “ Size tekrar geleceğim, yine görüşeceğiz” dedikten sonra yanımdan ayrıldı. Bir hafta sonra tekrar geldi, ilk geldiğindeki ürkekliğinden eser yoktu üzerinde, daha rahat, daha sevimliydi. Kısa bir sohbetten sonra “ Ben Eskişehir’e askere gidiyorum, hakkını helal et, sizi unutmayacağım, dönüşte görüşmek üzere” dedi, vedalaştık.
Mesleğimizde duygusallığın yeri yoktur bunu biliyorum, ancak; M. Kemal ATATÜRK’ ün “ Polis ana gibi şefkatli olmalıdır” sözünü de hep içimde taşıyordum. ( M.T.) de beni kendisine çeken bir şey vardı. Hüzünlenmiştim.
Aradan iki ay gibi bir zaman geçmişti, bir akşam yapılan genel uygulama sonucu önüme bir yığın kimlik geldi, askeri evraklardan kontrolünü yapmam için. Bu kimlikleri kontrol ederken birden önüme ( M.T.)’ nin kimliği çıktı, hemen odamdan koridora çıktım. Koridor boydan boya getirilen şahıslarla dolu idi. (M.T.) diye seslendim, kalabalık arasından yavaşça kafasını kaldırdı, iki ay içerisinde o kadar değişmişti ki ben bile tanımakta zorluk çektim, yüzüme bakmaya cesareti yok gibiydi, yine ilk geldiğindeki ürkekliği ve tereddüdü vardı. Odama aldım, Acele ile diğer kimlikleri kontrol edip verdim, onun kimliğini en sona bıraktım. Konuşmuyordu, suskundu. Sonunda onu konuşmaya ikna ettim. Mazeret izni ile birkaç gün izine geldiğini, izin bitimi birliğine gideceğini, kahvehanede arkadaşları ile otururken izin belgesi üzerinde olmadığı için karakola getirildiğini söyledi. Kısa bir sohbetten sonra kimliğini teslim ettim. Sabah bana izin belgesini getireceğine dair söz vererek vedalaşıp odadan çıktı.
Ertesi gün onun ikamet etmiş olduğu mahallede bir kahvehane ruhsatı konusu için bulunuyordum. Burası (M.T.) nin ikametine yakın olduğu için birden aklıma gidip ziyaret etmek geldi. Bu ziyaret bir görev icabı değil sadece içimden öylesine gelen bir ziyaret olacaktı. Kapının zilini çaldığımda bir Hanımefendi kapıyı açtı, beni üniformalı görünce bir hayli şaşkın bir vaziyette “ Buyurun efendim, kimi aramıştınız “ dedi. Kapıyı açanın kim olduğunu bilmiyordum, zaten ailesi hakkında da hiçbir bilgim yoktu. Hanımefendiye ( M.T.) yi göreceğimi bildirdim. “ Ben eşi olurum, bir konu mu vardı” dedi. Şaşırmıştım, ardından bir kız çocuğu çıkageldi “ Bu da bizim kızımız olur” dedi. Benim şaşkınlığım iyiden iyiye artmıştı, oysa ben ( M.T.) nin bekâr olduğunu tahmin ediyordum, belki de onun yaşını düşünerek bu kanaate varmıştım.
Hanımefendi şaşkın bakışlarla tekrar “ Siz içeriye buyurun, kendisi şu anda bir akrabaya ziyarete gitti, ben hemen çağırayım, içeride kayınvalidem var siz lütfen geçin oturun” dedi. “ Bu sırada içeriden “ Kızım kim o “ diye ses geldi. Ardından nur yüzlü bir teyze karşıma çıktı. Şimdi şaşkınlık sırası ben de idi, bu nur yüzlü teyze beni o kadar etkilemişti ki üzerimdeki üniformam olması birden boynuna sarılacaktım, elini öpecektim. “ Buyur yavrum, lütfen içeri girin, sizin kim olduğunuzu tahmin edebiliyorum, oğlum sizi bana o kadar çok anlattı ki, hadi beni kırma ne olur” Kırmak mı o nasıl olur, böyle nur yüzlü bir insan hiç kırılır mı? “ Peki, efendim” dedim. Ardından ev sahibeleri tarafından içeriye alındım. Eşi olduğunu söyleyen hanımefendi ( M.T.)’ye haber iletmek üzere dışarıya çıktı. Teyze ile kısa bir sohbete daldık. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum acele ile ( M.T.) içeriye girdi. Ellerime sarıldı, “ Olmaz dedim” Sonra bir yakını gibi, bir hasreti gibi boynuma sarıldı, bende onu kucakladım. Odanın ortasında duran hanımefendi ve yanındaki kız çocuğu şaşkınlıkla bize bakıyordu. İkram edilen kahveyi içtikten sonra ( M.T.) bana; “ Efendim size bir şeyi itiraf etmek istiyorum, ancak buna nasıl söyleyebilirim bilmiyorum” dedi, bunu söylerken gözleri yere bakıyordu. “Hayırdır” dedim. “ Biliyorum bunu duyunca kırılacaksınız, kızacaksınız hatta bana olan güveniniz sarsılacak ama eğer söylemez isem bu sefer ben rahat edemeyeceğim.” , “ Peki, o zaman, söyle de kurtul” dedim. “ Biliyorsunuz yarın anneler günü, benim de hayatta annemden başka kimsem yok, ilk defa annemden ayrı bir anneler gününü ondan uzakta geçirecektim, fakat ben buna tahammül edemeyip birliğimden firar ettim, şu anda firardayım, fakat bunu kendime ar edip size söyleyemedim, yarından sonra tekrar birliğime döneceğim, eğer sizce bir mahzuru yoksa” dedi. Şaşırmıştım, dolmuş gözlerimdeki yaşın akışını görmemeleri için gözlerimi onlardan kaçırdım. Nur yüzlü teyze bana bakıyordu, sanki bana “ Hadi ne olur, müsaade et, alıp götürme oğlumu “ der gibiydi. Ve eşi ve kızı onlarda aynı şekilde benim ağzımdan çıkacak sözleri sabırsızlıkla bekliyorlardı. “ Bakın, ben buraya sadece ziyaret amacı ile geldim. Böyle bir konudan haberim yok, zaten bana bu konuda bir evrak gelmedi, madem sen bu kadar açık yüreklilikle bana bunları itiraf ettin o zaman yarın anneler gününü kutla ertesi gün birliğine gidersin “ dedim. Odanın içerisini bir huzur kaplamıştı. Ben kalkmak üzere müsaade istediğim sırada ( M.T.) nur yüzlü annesini alıp odadan çıktı, kısa bir müddet sonra teyze içeriye yalnız girdi ve yanıma gelip oturdu “ Oğlum! Benim oğlum babasız büyüdü. O bu evin hem babası hem de oğlu ne ben onun üzülmesini isterim ne de o benim üzülmemi. Oğlum içeride bana, birliğine gittiğinde firar ettiği için kendisine ceza verileceğini, yalnız gitmek istemediğini eğer gittiğinde ceza alırsa bir daha firar edeceğini ve bunun bedelini ağır ödeyeceğini belki de bu askerliği hiç bitiremeyeceğini söyleyip senden yardım istedi, ancak bunu size söyleyemediği için benden size bildirmemi söyledi “ dedi. “ Nasıl bir yardımım olur ki? “ “ Birliğine sizin teslim etmenizi istiyor” , “ Efendim bu nasıl olur, ben burada görevdeyim, benim de eşim çocuklarım var, sonra onları kime emanet ederim” , “ Bana evladım… Bana emanet edersin. “ dedi. Hayrına mı, şerrine mi bilmiyorum ama sonuçta nur yüzlü teyzenin ısrarına dayanamayıp isteğini kabul ettim.
Ertesi gün karakola göreve geldiğimde Karakol Amirimden hafta sonu için iki gün izin vermesini istedim. Elbette kendisine konuyu açmam mümkün değildi, kendimce mazeret buldum. Kabul edip bana hafta sonu için iki gün izin verdi. Eşime durumu anlattım, o da benimle hemfikir olduğundan kabul etti ve ertesi gün eşimi ve çocuklarımı alıp ( M.T.) lerin evine getirdim. Aile bizi kapıda karşıladı, ( M.T.) yol hazırlığını tamamlamıştı. Eşimi ve çocuklarımı Teyzeye emanet edip ( M.T.) ile evden ayrıldık. Mutluluğu, sevinci gözlerinden okunuyordu. Ancak benim içimi kemiren sıkıntıya anlam veremiyordum. Huzursuzdum, ya bir şey olursa, ben nereye gidiyordum. Allah’ ım sen bana yardım et, “Anneler mutlu olacaksa, oğulların içindeki hasret dinecekse, kimsesizlerin yanında olacaksam, yardımını esirgeme benden” Uzun bir gece yolculuğundan sonra sabahın erken saatlerinde Eskişehir’e vardık. Sabah kahvaltısından sonra birlikte girdik nizamiye kapısından içeriye, mazeretimizi anlattık yetkililere açıkça, beklemediğimiz bir memnuniyet ile karşılandık. (M.T.) ile vedalaşıp ayrıldım kışladan, ardından aynı gece Adana’ ya döndüm. Huzur doluydum, eşimin ve çocuklarımın yanına geldiğimde onları da (M.T.) lerin evinde huzur içerisinde buldum…
Ereğli, 2003
Yüksel Erentürk YILMAZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.