- 2144 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TOPLUMSAL SİSTEM, BİREY VE SANAT (1)
İnsanlığın var oluşuyla beraber sözün ortaya çıkışı, sanatın ilkel biçimde de olsa bir statü oluşturması, sanatçıya bir ayrıcalık kazandırmıştır. Bu ayrıcalık, sadece sanatsal anlamda böyledir, sonuçta birey olan sanatçının diğer bireylerden kendi arzuladığı demokratik özgürlükçü sisteme göre üstün tarafı yoktur. Fakat sanatçı, tarihte toplumun tüm alanlarında etkileyici bir rol oynamış; sistemin daha güzelleşmesi veya devrimsel anlamda dönüşmesinde asıl gerçek güç olan yaşamsal alanlarda üretim yapan emekçilerin değiştiren gücüne ivme kazandırarak kendi rolünü oynamıştır.
Bu genel anlamda böyledir ve yaşadığımız dünyaya hakim olan kapitalist-emperyalist sistemin gelişen teknolojik dönüşümleriyle asıl rolünü oynamakta yetersiz kalan sanatçı kesimi; sistemin güzelleşmesini, dönüşmesini duygusal anlamda istemekle yeterli olamayacağının bilincine varmalıdır. Ne yapmalı bunun anlaşılabilmesi, çözümlenebilmesi için? İnsanlık tarihi, toplumların tarihiyle beraber, sanat tarihini derinlemesine incelemeli daha ayrıntılı açılımlar yapmalıdır.
Sanırım dünyada sanatçı kimliği, gelişen teknolojik süreçle yozlaşmaya başlamıştır, adeta çürümüştür. Yaşamı, insanı, doğayı, bir bütün olarak toplumu sanatsal faaliyetleriyle işlemek gerekirken; sanatçı kendi egoist duygularını ya da bunları dışa vurmakla sanat ürünü yarattığını düşünmektedir. Bu anlayış ve benimsemeler, sanatçıyı tanımlayamaz. Yoksa sanata yeni tanımlamalar mı getirilmektedir? Eğer öyleyse, bu şekilde düşünenler, bu tanımlamaların ayrıntılı açılımını yapmalı; varsa bir katkısı toplum için sunmuş olmalıdır. Bana göre, bu anlayışlarda, yeni tanımlamalar yapacak bir bilincin ve donanımın olmadığı kesindir. Gerçek sanatı anlayan, uygulayan; onu özünden kopartmayandır.
“Her şey değişiyor, sanatçı da değişiyor.” savını ileri sürenler; sadece yanlış bilgilendirme yapmakla kalmamakta, insanı, insanlığı yanıltma hesabı güderek, bırakalım yanıltmayı, kendisini aldatmakla insanlığın varolan doğal kimliğine ihanet etmektedir. Elbetteki her şey değişiyor sanatçı da değişecek. Burada değişimi olumluya anlamlandırmak önemlidir. Bu anlatımlar, genel olarak yetmemekle beraber, özelde Türkiye’deki durum, bizi daha çok ilgilendirmektedir. Peki, Türkiye’de bu nasıl yapılmalı? Bu görevi omuzlarında taşıyacak sanatçılar neden toplumdan kopuk yaşamaktadırlar?
Âdeta kendi evrenlerini yaratmışlardır; başta da değindiğim gibi olumsuz anlamda kendilerine statü kurmuşlardır. İnternet kültürünün az gelişmiş toplumlardaki olumsuz yansıması bunu daha da desteklemektedir. Yozlaştırılmış popüler bir kültür yaratmaktadır. Peki, böyle mi olmalı? Yaratmak her zaman olumlanabilir mi? Olumlanamaz, olumsuz olanı yaratan çağdışı zihniyetlerin ekmeğine yağ sürmektedirler. Bunun bilincinde olması ya da olmaması gerçeği değiştiremez: Sanat metalaştırılamaz! Her ne kadar sanatçının kendi yaşamsal değerini koruması, bir lokma ekmek yiyor olması doğal hakkıdır. Ama metalaştıracak düzeyde anlayışların hakim olması, ahlakî duruşu ve vicdanıyla alakalıdır.
Bazı kesimler, bazı güçler, zaten mevcut sistemin isteğini bilerek ya da bilmeden yaparak, ortaya çıkan yeni bir tip kimliğe adapte olmakta; kendi asıl kimliklerinden sıyrılmak istemektedirler. Çünkü sanattan çok burada amaç, metalaştırarak bir pazar alanı yaratmak istemidir. Eski tarihleri başından başlayarak incelersek, şimdiki yapılanla önceki yapılanlar arasında derin uçurumsal bağlar var. Birbirinin tam zıttı denilebilir. Fakat şimdiye dönersek, bunları inceledikten sonra asıl doğal olanı sunarsak, kendimizi yanılttığımızı, aldatmış olduğumuzu itiraf etmiş oluruz.
Köy ile kent kültürünün çağımızda iç içe geçmesi, birbirinden etkilenerek yeni bir kültürün ortaya çıkması, olumsuz anlamda gelişmekte ve kendi asıl özünü, değerlerini yitirerek arabesk bir yapıya bürünmektedir. Popülizm de bunun yansıması ya da ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Köyden kente göçlerin yoğunlaşması, özellikle kentin “taşı toprağı altındır” ütopyası, popülist sanatçıya en büyük gerekçeyi sunmuş; bu oluşumda en yetkin biçimde bir rol oynayarak varolan özünü yitirmiş ve eksilerek kendisini gündeme oturtabilmiştir, etkisini hâlâ en yüksek düzeyde sürdürmektedir. Sanatçı, sanatçı olmaktan çıkmış, adeta meta pazarlayıcısı olmuş ve en etkin biçimde yeni pazar alanları aramaktadır. Bunların bu şekilde gelişimi, olumsuz bir yapı üstünde etkinlik kurması, biraz da kent kültürünün kuyruğuna takılma çabasının sonucudur. Sistemin geliştirmekte olduğu bir anlayışı benimseyen ve besleyen sanatçı, ona hizmet ederek gericileşmektedir. Bu anlayışla sistemin bir yerine dayanan sanatsal yapılanmalar, yeni biçimlenmelere üreterek popülizmi dayatmaktadır.
Hakimleşen bu anlayışların tasfiyesinin yararlı olduğu görüşündeyim. Asıl sanatın özüne dönmek böylelikle olur. Felsefesi olmayanın tarih irdelemesi olamayacağına göre, sanatı kutsayarak kurcalamayan kesimlerin dar yapısı ve anlayışı ile hareket eden sanatçımsılar, sanatı kirletmektedirler. Asıl sanatın sahibi olanlar, buna çözüm bulmalı diye düşünüyorum. Yeni akım yaratma sevdasıyla yola çıktığını iddia edenlerin ne kadar yetersiz bir bilince sahip olduklarını bu şekilde öğrenmiş bulunmaktayız. Her yenilik, toplumsal koşulların objektif yapısıyla kendisini ortaya koyacağına göre, bu anlayışlar hayal kurmaktan öteye gidemez. Basit düşünceler son tahlilde yok olmaktan başka bir işe yaramaz; egoizm ve kıskançlık duygusunu hâlâ yitirmemiş kişiliklerin sanatla uzaktan bir akrabalığı bile olamayacağı kesindir.
Suyun en bataklık yerinde imgeyi bulabilen, her yerde daha kolay bulur. Bu gerçeğe bakarsak sanat, kendi toplumsal koşullarının bir ürünüdür. Sanat söylenen sözlerin ve çizilen çizgilerin günümüz koşullarına denk düşen gerçekliğiyle belirlenir. Laf salatası yaparak, labirentsel çaprazlama çizgilerin anlamsızlığını ortaya koymak sanat olamaz. Sanat, toplumun gelişimindeki ivmesel hareketlerin mevcut durumuyla açıklanabilir. Diğeri ise anlamsız oyunlardan başka bir şey değildir. Sanatçı, hiçbir zaman gerçek anlamda sistemden yana olamaz. Yeniyi, güzeli aramak için yola çıkan sanatçı, çirkinliğin kendi gerçekliğinin, güzelliğin ürünü olduğunu kavramasıyla açıklayabilir. Güzelliğin de kendi gerçekliğinin çirkinliğine borçlu olduğunu kavraması gerekir. Biri olmadan diğeri anlamsızdır. Düzeni sorgulamayan, vurdumduymaz, bana necilik anlayışlarıyla yapılan hiçbir şey, sanat sayılmaz.
Sanat, toplumsal gerçekliğin en üst düzeyde estetiksel yansıması olarak tanımlanabilir. Toplumsal gerçekliğin yakınından bile gidemeyen düşünce kırıntılarının adına sanat denilemez. Türkiye’de gelişen olayların hiçbir irdelenmesi, yorumlanması sağlıklı olarak yapılmamaktadır. Hem sanatsal, hem bilimsel olarak bile yapılamamaktadır. İstisnalar da etkili olamamaktadır. Yasalar buna izin vermemektedir. Adım atmanın bile sorun olabildiği bir coğrafyadayız. Akrepler sokacak misali kaçışlar var ya da iki yüzlülük… O kadar temkinli, tilkice hesaplar yapılmaktadır ki, bu kaoslardan, toplumsal düzensizliğin, örgütsüzlüğün ayyuka çıktığı dönemde, “kendimi nasıl popüler yaparım” hesapları unutulmamaktadır. Bu tilkilik hep var olan dar düşünce kalıplarından başka bir şey değildir.
HALİL MANAP
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.