- 920 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Boşluğa Savrulan Yumruklar
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gece, siyah ve ağır karanlığıyla evlerin pencerelerinden içeriye girerken, koca şehirde ışığı yanan tek evin kırılgan ince camlarını ne kadar zorlasa da başaramıyor içeriye girmeyi.
Tavanda bir kablonun ucunda asılı loş ışıklı bir ampul, ışığını yerlere ve sıvası dökülmüş duvarlarına yansıtıyor.
Kendisinden söz ettirebilecek başka da bir şey yok bu odada zaten.
Sadece…
Sadece, ana rahmindeki şeklini alarak, odanın tam ortasında bir tahta sandalyenin üzerinde kıvrılıp oturmuş bu adam var.
Hiçbir duygu taşımayan bakışlarıyla, boşluğa bakar gibi gözlerini yere dikmiş, kıpırdamadan duruyor öylece. Bazen kafasını kaldırdığında, elinde tuttuğu içki bardağından bir yudum alıyor. Tam da o sırada gözlerine vuran ışık bile, böyle duygusuz ve boş bakan, içinde en küçük bir yaşama kıvılcımı taşımayan gözlerden utanıp voltajını düşürüyor adeta.
Zaman ilerleyip gece uzadıkça, içkisini daha sık aralıklarla yudumluyor.
Her kadehten sonra şişedeki içki biraz daha azalıyor.
Ağlıyor adam. Gözlerine dolan yaşlar, kocaman yeşil gözlerinde bir film tabakası oluşturmuş gibi parlıyor. Şimdi yerde, hemen önündeki gölgesine dikiyor gözlerini. Bedeni, hafiften kıpırdamaya başlarken; gözleri gölgesine takılı kalıyor.
Ateş basıyor tüm bedenini. Derisinin altından damarları dışarı fırlayacakmış gibi belirginleşiyor. Bileğindeki nabzına dikiyor gözlerini bu kez. Nabız atışlarını görüyor. Gözlerinden yanaklarına oradan boynuna doğru akan yaşlar iz bırakıyorlar teninde.
Birden ayağa fırlıyor adam. Bu ani hareketiyle sandalye devrilip yere düşüyor. Elindeki bardak usulca kayıp parmaklarının arasından yere düşüp parçalanıyor seslice. Oldukça fazla alkol almasına karşın odanın ortasında dimdik ayakta duruyor adam. Bir iki adım öne atarken, ayaklarının altındaki tahta döşemeler yaylanıp gıcırtılar çıkarıyor. Toz zerrecikleri bir süre havada uçuşup, adamın ayak bileğindeki sargı bezini yalayıp yere konuyorlar yeniden.
Tam da adamın önünde şimdi uzun gölgesi duruyor.
Donmuş, duygusuz bakışları şimdi gölgesinin üzerinde duruyor.
Oda, kocaman bir boks ringi.
Gölge, karşı rakip.
Mücadele başlıyor.
İlk darbe öyle bir hırs ve nefretle iniyor ki boşluğa, adamın bileğinden adeta yerinden çıkmış gibi sesler geliyor. Ardından gelen üst üste darbeler boşluğu savruluyorlar. Hiç bir darbe bir öncekinden hafif değil. Daha da hırslı daha da sert. Her darbe tam da hedefine ulaşıyor. Bir ara gölge arkaya doğru yaylanıyor, adam hemen üzerine atılıyor gölgenin.
Terler boşanıyor vücudunun her yanından. Göğsü hızla inip kalkıyor. Göz bebekleri kocaman oluyor adamın. İçindeki canavarı ortaya çıkarmış gibi. Ve bu mücadeleyi kazanacağından emin, durmadan yumruklarını savuruyor gölgeye.
Ayağa kalktığı bir anda gölgenin duvarda olduğunu görüyor. Şimdi rakibi köşeye sıkıştırmış olmanın sevinci ve hırsıyla ona fırsat vermeden patlatıyor yumruğunu gölgenin suratına.
Derin bir oyuk açılıyor duvarda. Bir daha bir daha vuruyor tüm hırsıyla aynı noktaya. Dökülen sıvanın altından tuğlalar görünüyor. Ama adamın gözleri sadece gölgenin üzerinde. Patlamış derisinin altından parmaklarının kemikleri görünüyor gibi adeta. Kum ve toza beleniyor yaraları. Kırmızı çizgiler oluşuyor duvarda, aşağıya doğru akan.
Gölgeye indirdiği her darbe, adamın acı hanesine yazılıyor…
YORUMLAR
"Sadece, ana rahmindeki şeklini alarak, odanın tam ortasında bir tahta sandalyenin üzerinde kıvrılıp oturmuş ..."
Yalnızca bu cümleyi çekip aldım, eserin kalan bölümlerinde de benzer güzellikte benzetmeler dikkat çekici. Edebi bir eserin böylesi bir haz vermesi üstelik "amatör" çalıştığını iddia edenlerin böylesi başarıyla bu işte ustalık göstermesi beni oldukça etkiliyor.
Kaleminizden sözcükler cümlelerde akıyor ve muntazam bir dans çıkarıyor ortaya. Çok beğendim. Sağolun...