Amerika'yı hâlâ tanımayanlar var, hayret!..
Şimdilerde, ülkenin geleceği konusunda, hayatımda hiç olmadığım kadar karamsarım.
Hiç olmadığım kadar umutsuzum…
Karamsarlığım ve umutsuzluğum; bu ülke yıkılır mı, bölünür mü endişesinden değil…
Sıkça dillendirilen iç savaş çıkar mı kaygılarına da hiç katılmıyorum. Belki münferit olaylar olabilir ama, et-tırnak olmuş insanlar; o noktalara gelmezler.
Bu ülkeye şeriat mı gelir, Türkiye, İran olur mu, Malezya olur mu korkusundan filan da değil…
Teokratik düzenin kulluğunu yıkıp, laik düzenin vatandaşlığına kendi iradesiyle ve gücüyle, tüm engellemelere karşın geçen bir halk; ne tarihinde hiç demokrasi görmemiş İran’ı benimser; ne de 14 krallı, 14 değişik yönetimli Malezya rejimini kabul eder…
Benim endişelerim kaygılarım, karamsarlığım, umutsuzluğum bunlar değil…
Hani şair “Güzel günler göreceğiz çocuklar/Güneşli günler/Motorlu maviliklere süreceğiz” diyor ya…
Umutsuzluğum, karamsarlığım burada işte…
Ülke sorunlarıyla yakından ilgilendiğim günlerden bu yana ilk defa o güzel günlerin, güneşli günlerin uzak olduğunu hissediyorum. İlk defa, motorları maviliklere süreceğimiz günleri göremeyeceğimizin umutsuzluğunu duyuyorum…
Tüm bunların nedeninin Amerika olduğunun hâlâ anlanamamış olması da kahrediyor…
Hâlâ sorunların temelinde başka ayrıntılar arayıp, Amerika’nın gözardı edilmesi çıldırtıyor insanı…
Benliğimize kasteden, onurumuzu hiçe sayan, ekonomimizi, kültürümüzü istediği gibi yönlendiren Amerika’nın; bundan 30-40 yıl öncesinden daha ileri noktalara gelip, her şeyimize hükmetmesi, açıkça kanıma dokunuyor.
Türkiye, bir tezkere çıkartıyor. Operasyon yapa veya yapmaz. Doğrudur, yanlıştır, o başka… Ama o tezkerenin uygulanmasını Amerika apaçık istediği zemine ve zamana yönlendirebiliyorsa; bunun adına esaret denir.
Dünyanın her noktasını uydularla gözleyebilen, dağlardaki keçiyle, köpeği bile ayırabilecek teknolojiyle her şeyi kontrolünde tutan Amerika’nın; son Hakkari’deki 200 kişilik terörist saldırısını görmeme imkanı olabilir mi? Hatta, 0 200 kişilik gurubun, saldırdığı taburun krokisini, sahip olduğu silah yapısını, kaç askerin orada olduğunu ve hangi noktalarda nöbet tuttuğunu bilme imkanı var mı, bu istihbaratı yapabilecek gücü var mı?
Daha da vahimi, benim ülkemin ortasında İncirlik’te üs kuracak bu emperyalist ülke… Havalandırdığı uçaklarla teröriste silah, gıda, sağlık malzemesi atacak. Daha da ileri giderek, içinde Türk komutanların da olduğu Birleşmiş Milletler helikopterini vurup, içindekileri öldürerek gözdağı verecek… Ve biz hâlâ “dost ve müttefik ülke Amerika” kamuflajları altında onun egemenliği altında istediğini yapacağız..
İşte karamsarlığım, bağımsızlığımızın günden güne daha da yok olmasından…
İşte umutsuzluğum, Amerika’nın bir kene gibi, tüm alanlarda bizi hegemonyası altına almasından…
Bağımsız olmayan bir ülkenin insanları nasıl özgür olabilir, nasıl mutlu olabilir, nasıl demokratik haklara sahip olabilir?
Devlet Bahçeli geçenlerde “PKK’yı İmralı’daki şahıs değil, Barzani denen çete başı yönetiyor” dedi… Haklı… Ama o kadar da değil. Onu, Vashington’daki çete başı yönetiyor, Beyazsaray’daki…
Geleceğimizi düşünüyorsak…
Güneşli güzel günlerin özlemini duyuyorsak…
Motorlu mavilere sürmenin hayalini kuruyorsak…
Amerika belasından kurtulmadan, hiçbir hesap, hiçbir plan yapamayız; hiçbir mutlu gelecek hayali kuramayız.
Hani başbakan son günlerde sık sık “bedeli ne olursa olsun” sözcüğünü kullanıyor ya… Asıl bu sözcüğü “Bedeli ne olursa olsun Amerikan belasından kurtulmalıyız” diye kullanmazsak, ne kadar bedel ödesek, hiçbir sonuca varamayız.
Hiç kimse de bugünkü kendisinin rahat ortamına bakıp umursamazlık içine girmemeli. Hiç kimse kendisini savaşın dışında, zorlukların haricinde görüp, bu durumun hep böyle gideceği hayaline kapılmamalı… Bir yerde emperyalizmin baskısı varsa, herkes fazlasıyla kan, zulüm, sefalet, sömürü ve gözyaşından payını alır.
Esaret bağlarında gül olmaktansa, özgürlük dağlarında diken olmayı göze almanın tam zamanıdır; tam zamanı, tam zamanı…