Dolus Bonus...
Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma;toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve anayasa´ya sadakatten ayrılmayacağıma, büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim."
Yukarıdaki metin;TBMM’nin her milletvekili tarafından ilk meclis toplantısında büyük bir gururla, bazıları tarafından ezbere, bazıları tarafından da bir kağıt parçasın dan okunur…
Bu metin bir yemindir.
Ve, bu yemini etmeyen hiçbir milletvekili, fiilen “Milletin Vekili” olamaz.
Yeminin, Türkçe karşılığını;
“Söz vermenin daha bir üstü” olarak tanımlayabiliriz.
Hatta daha da bir bağlayıcı olabilmesi için, verilen sözün tutulmaması halinde, sonunda her birey için değişken bağlayıcı bazı unsurlar vardır.
Bu unsurlar ise, yukarıdaki yemin için “namussuzluk” ve “şerefsizliktir.”
Daha bir açık söylemek gerekirse,bu yemininin yemininin gereğini yerine getirmeyen her yemin eden “namussuz” ve “şerefsizdir.”
Arapça da ise, üç değişik yemin kavramı görürüz.
Bunlar;Yemîn-i lağv; bir şeyin öyle olduğu zannedilerek veya ağız alışkanlığıyla yapılan yemindir. Kişinin birini görmediği halde gördüğünü zannederek “vallahi gördüm” demesi böyledir. Ayrıca yemin kastı olmaksızın yemin sözlerini söylemek de yemîn-i lağv olarak kabul edilmiştir. Bu şekilde yapılan yeminden dolayı kefaret gerekmez. Kur’an-ı Kerîm’de, kasıtsız olarak ağızdan çıkıveren yeminlerden dolayı kişinin sorumlu tutulmayacağı bildirilmiştir (Bakara 2/225; Mâide 5/89). Bununla birlikte, ağız alışkanlığıyla konuşurken sıkça yemin edenlerin bu alışkanlıklarından vaz geçmek için çalışmaları gerekir.
Yemîn-i gamûs; geçmiş zamanda meydana gelmeyen bir işin olduğuna veya yapılan bir şeyin olmadığına bilerek yalan yere yemin etmektir. Bu yemin büyük günah olup, sahibini günaha daldırdığı için bu isim verilmiştir. Bilerek ve Allâh’ın adını anarak yalan yere yapılan yeminin bağışlanması için, kişinin gerçekten pişman olarak ve bir daha böyle bir hataya düşmemek üzere Allah’tan af dilemesi gerekir. Yalan yere yaptığı yemin sebebiyle başkasının hakkının zayi olmasına sebep oldu ise, bu zararı tazmîn edip onlardan helallik istemelidir.
Yemîn-i mün’akide; mümkün olan ve geleceğe ait bir şeyi yapmak veya yapmamak üzere yapılan yemindir. Bir kimsenin şu işi yapacağım veya yapmayacağım diye yemin etmesi böyledir. Yeminin sahih olması için yemin edenin akıllı, buluğ çağına erişmiş ve Müslüman olması gerekir. Ayrıca bu sözüyle yemini kastetmiş olmalıdır. Bunun yanında yeminin Allâh’ın isimlerinden biriyle veya O’nun sıfatlarıyla yapılmış olması gerekir. Allâh ve sıfatları dışında başka şeylere yapılan yemin, bu yemin kapsamına girmez.
Dolayısı ile Arap kültürüne göre; yukarıda yapılan yemin, Yemîn-i mün’aki değildir.
Ve, Allah ve sıfatları dışında başka şeyler üzerine yapılan bu yemin, yemin kapsamına girmez.
Aldatmak; Magazin basınında sık sık karşılaştığımız bu kelimenin , Arapça. karşılığı “Hile” dir.
Türkçe anlamını ise kandırmak olarak ele alırsak, olmasını istediğimiz bir sonuç için hile yapmak, aldatma ile eş anlam taşır.
Eşini aldatmak.Sevgilisini aldatmak.Rakibini aldatmak.Arkadaşını aldatmak.Kendini aldatmak.Düşmanı aldatmak.Toplumu aldatmak gibi, bir çok şeklini görebiliriz.
Önemli bir hususu da izah etmeden geçemeyeceğim;
Bizdeki anlamının aksine, Arapça’da Hile; Çare ve tedbir manasına gelir.
Nitekim İslam Hukukundaki "Hilei şer´iye tabiride Şer´i çareler demektir . Zaten ayni ´´Mahlası şer´i, dendiği de vakidir ki bu da şer´i melce, şer´i kurtuluş imkânı veya yolu demektir.
Yani Araplara göre hile; kötü düşünce ve davranışla kurtuluş imkânı ve yolu anlamı taşır.
Bizde ise bu kelime hiçbir zaman “çare” manasına kullanılamaz. Hilenin bizdeki karşılığı apaçık aldatma ve kandırmadır.
Keza ticari hayatta malına sürüm temini için yapılan ve muayyen bir derecesi mubah sayılan bazı hileler vardır ki bunlara Roma Hukukunda “dolus bonus” denir. Örneğin eski bir maliye bakanının televizyonlardan, mahdumunun “yumurta konsantresi” satışına geçtiği bir markanın reklamını yapması bir “dolus bonus”tur.
İlginçtir ki. ! Aynı bakanın hayır müesseselerini ve mısır ithali sırasında öz oğlunu, vergi külfetlerinden kurtarmasına da Romalılar “fraude pieuse” tabirini kullanmışlardır.
Burada ki “pieuse” Türkçe’de pis gibi okunsa da, Fransızcadaki karşılığı, inanamayacaksınız ama “sevap” demektir.
Yani bu bakanın, “dolus bonusu” ve “fraude pieusesi,” değirmenlerden halkına un akıtması kadar faydalı bir iştir.
Bir akdin, hukuken doğumundan evvel yapılan "hile”ye “dol”, o akdin mevcudiyet kazanmasından ve akitlerin hak temin etmesinden sonra, bu haklara karşı yapılan "hile”ninde “fraude “ olduğunu yazarsak Roma Hukuku dersimizin sonuna gelmiş oluruz…
Hiç kafan karışmasın azizim…!
Sadede gelelim.
Yukarıdaki yazıyı yazan gafil demiş ki;
Referansını Arap kültüründen alan;
Milletin “şerefli ve namuslu” temsilcilerine hiç kimse,
“dol” haklarını kullanıp,
“fraude” yapma niyetleri için “namussuzlukla ve şerefsizlikle” suçlamasın… !
Yani, o ettikleri yemin bizim bildiğimiz “hile” değil, “Şer’i Çare” dir.
Onlar, yeni kuracakları mecliste Kuran’a el basıp “Yemîn-i mün’akide” yaparlarsa ancak o yeminin gereğini yerine getirirler…!
Kim takar;Büyük Türk milleti önünde verilen “yeminini” ve “namus ve şeref” sözünü…!
Bak ! O zaman hiçbiri yemininin dışına çıkıyor mu ?
Yaratanı aldatamayacaklarına göre…!
Bu dünyada olmaz ise, öteki tarafta “cayır cayır” yanacaklar o zaman, ettikleri yemine sadık kalmazlar ise…
Hep birlikte sabredip göreceğiz…
Kalın sağlıcakla...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.