- 820 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
LALE DEVRİ İNSANLARI
Lale Devri İnsanları
Sekiz yıllık iktidarı döneminde pek çok çiftin nikâh şahidi olan Başbakan Tayyip Erdoğan, evlenen çiftlerden ısrarla üç çocuk istiyor. Ben sade bir vatandaş olarak gerek başbakanın, gerek mecliste gurubu bulunan tüm siyasi partilerin söylemlerini ve icraatlarını büyük bir dikkatle takip ediyorum. Dikkat ettiğim nokta; özellikle başbakanın söyledikleri ile ülkenin içinde bu-lunduğu durumun birbirini tamamlayan nitelikte olmadığıdır. Başbakan, evlenen çiftlerden üç çocuk isterken, ülkenin hangi kriterlerini temel alarak bunu isteyebiliyor, bunu anlayamıyo-rum. Ülkemiz insanları; bırakın üç çocuğa bakmayı, sahip ol-duğu tek evladının yarınından büyük bir endişe duymaktadır. Başbakan ifadelerinde; ülkemiz nüfusunun hızla yaşlandığını ve otuz-kırk yıl içinde genç nüfusun azalacağını dile getiriyor. Bu, öngörü olarak doğrudur, onaylıyorum; ancak millet ola-rak onaylanamayan bir şey var ki; o da ülkemiz insanlarının yoksulluk içinde sürünüyor olmasıdır. Önce İktidar Partisi olarak bu sorunları çözmeli, sonra evlenen çiftlerden üç çocuk istemelisin. Ayrıca bunu Başbakanın söylemesine gerek yok kanımca. Evlenen çiftler, ne zaman ne yapacaklarını gayet iyi biliyorlar. Yeter ki siz, bir an evvel ülkemizin bu temel sorun-larını en kısa sürede çözün; o zaman evlenen çiftler değil üç, beş adet çocuk armağan ederler ülkemize.
Hangi siyasi parti olursa olsun, iktidara geldiklerinde verdik-leri sözün arkasında durmamışlardır. Kendileri her türlü im-kân ve imtiyaz içerisinde yaşarlar, ama fakirliği kaderiymiş gibi kabullenmek zorunda kalan vatandaşların sorunlarına eğilmemişlerdir. Günümüzün siyasi iktidarı da geçmiş siyasi iktidarların yaptığının aynısını yapmaktan öte bir şey yapmı-yor, yapamıyor. Milletin fakirliği, işsizliği ve çaresizliği içle-rine sindirmelerini bekliyorlar.
Milli gelirimiz, insanlara eşit ve adil bir şekilde yansımıyor. Milli gelirin bir avuç insanın elinde toplandığını, bu gelirlerin dönüp dolaşıp yine aynı kişilerin kasalarına girdiğini de bili-yoruz. Bu yatırımcı kişiler, elde ettikleri gelirleri ülkemizin çe-şitli bölgelerinde yatırıma dönüştürdüklerini de görüyoruz. İk-tidar Partisi, bu durumu (yatırımı) ülkenin menfaatleri için iyi bir gelişme olduğunu görebilir; ancak ülke gerçekleri hiç de-ğişmiyor. Adaletsiz adalet yine kendini gösteriyor. Yani, gelir-ler arasındaki adaletsizliğin bir türlü önüne geçilmiyor. Geç-mişe dönüp baktığımızda; her ne kadar o günkü ülke nüfusu bugünkü kadar kalabalık olmasa da; bir aile reisinin maaşı ile beş kişilik bir aile hiç kimseye muhtaç olmadan yaşayabiliyor-du. Şimdi durum tam tersine dönmüştür. Bir ailede kaç kişi bulunuyorsa, hayatta kalabilmek için tüm aile bireylerinin mutlak surette çalışması gerekiyor. Aradaki fark oldukça dü-şündürücü değil mi? Türkiye’de kamu kuruluşlarında çalışan-lar; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi olmalarına rağmen aldıkları maaşlar çok farklıdır. İktidar Partisinin bu adaletsizliği ortadan kaldıracağını söylemesine rağmen, mille-te verilen bu söz hala yerine getirilmemiştir. Çalışan kesim, bu sözün biran evvel yerine getirilmesini büyük bir sabırla bekli-yor; ama siyasi iktidar, bu sorunlara eğilmeye pek niyetli gö-rünmüyor.
Ülkemizin bir başka gerçeği de şudur ki; ev kiraları bir maaşa denk geliyor. Ülkede işsizliğin sürekli arttığını da hesaba ka-tarsak; ailesini geçindirmek zorunda kalan bir aile reisi, aldı-ğı maaşı kira olarak ödediğinde ailesini nasıl geçindirecek? Çocuğunu nasıl okutacak? Çocuğunun sağlık vs. giderlerini ne ile karşılayacak? İşte bunlar çözüm bekleyen sorunlardır. Ülkemizde gerçek anlamda bir Sosyal Devlet anlayışı hâkim olsaydı; emin olun bu sorunların hiçbirisi yaşanmıyor olacak-tı.
Fakirlik ve fukaralık edebiyatı yapmak pek hoş değil; ancak ülkemizin sahip olduğu kaynakları gözler önüne serdiğimizde; “hazine üzerinde oturan fakirler” olduğumuzu hemen görü-rüz. Arap topraklarından petrol fışkırıyor; ama batılı ülkeler bu petrolleri, çıkartılan olaylarla veya savaşlarla onların elinden çekip alıyorlar. Bu durum; Arapların henüz Devlet olma bilincine sahip olmadıklarının bir göstergesidir. Ülke-miz, hiçbir ülkeye nasip olmayan kaynaklara sahiptir. Bir za-manlar petrol yok denilerek kapatılan petrol kuyuları, bor, bakır, demir, çelik, krom, gümüş, altın, kömür, doğalgaz gibi daha pek çok muhteşem kaynaklara sahibiz. İşte bu kıymetli madenlerimizi anayasa “milletin malıdır, yabancılara satıla-maz” hükmü ile güvence altına almıştır. Şimdi bu noktada bir fikir yürütmek istiyorum. Ülke kaynaklarının çeşitli vadelerle yabancılara kiralanması (özelleştirme) ne derece doğrudur? Madenleri alan firmalar, anlaşmada belirtilen süre içerisinde bu madenlerin tamamını işletmiş olmayacaklar mı? Süresi bit-tiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne içi boşaltılmış bir toprak vermiş olmayacaklar mı? Elbette öyle olacaktır. Hü-kümetin özelleştirmeyi bütçe açıklarını kapatmak, borçları ödemek ve ekonomik krizi yumuşak bir şekilde atlatabilmek için yaptığı bilinmektedir. Bu özelleştirmeler, kısa zamanda sıcak para elde etmekten başka bir çare, bir çözüm olmamış-tır.
Ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak; madenlerimizin yabancı-lara satılmasını hiçbir şekilde onaylamıyorum. Hükümet, al-ternatif çözümler üzerinde durmalıydı. Madenlerimiz, Devlet-Millet işbirliği ile işletmeye açılabilirdi. Şundan eminim ki; bu şekilde yapılsaydı, öncelikli olarak ülkemizin zengin iş adam-ları daha büyük katılımlarla hisse senedi alırlardı. Vatandaş-larımız ise gücü nispetinde hisse senedi alırlardı. Bu yolla, özelleştirmeden elde edilen gelirlerden daha fazla gelir elde edileceği ise matematiksel bir gerçektir. Madenlerimiz, halka arz edilseydi; madenlerin tek sahibi ve varisi millet olacaktı. Elde edilen karlar, katılım nispetinde gelire dönüşecek ve mil-letin refah seviyesinde ciddi bir artış meydana getirecekti. Ne acıdır ki böyle yapılmadı, ya da birtakım dış unsurlar bunun böyle olmasını istemedi. Hal böyle olunca, millet olarak “ha-zine üstünde oturan fukaralar” olarak yaşamak zorunda kal-dık veya bırakıldık.
Şunu üzülerek gördük ki; Özelleştirme, bu hükümete has bir çalışma değildir. Geçmiş dönem iktidarları da özelleştirmeye sıcak bakmışlar ve pek çok özelleştirmeyi gerçekleştirmişlerdi. Milleti derinden üzen tek şey; özelleştirilen KİT’lerimizin sü-rekli zarar ettiği söylendi. Bunların hiçbirisi doğru değildi. Kimi zaman birileri çıktı “yok öyle bir şey dedi” dönemin Ma-liye Bakanı çıkıp “babalar gibi satarız, kime ne?” dedi. De-mek ki, özelleştirmenin tek çıkar yol olmadığı o zamanlardan biliniyordu. Çünkü biri yalanlıyor, bir diğeri doğruluyordu!
Ülkemiz çok güçlü bir ülkedir. Ordusu ile dünyanın üçüncü büyük kuvvetidir. Ekonomik alanda, dış siyasette birtakım kı-pırdanmalar söz konusudur. Ancak; dünyanın hiçbir ülkesin-de, hiçbir siyasi irade emperyalizmin çocuğu sayılan kapita-lizmin, anlık, günlük, haftalık ve yıllık zenginler doğurmasına engel olamamıştır. Yine bu siyasi iradeler, kapitalizmin zayıf-ları birer birer yutmasına engel olmamış, sadece seyretmekle yetinmişlerdir. Çünkü savundukları kapitalist sistem, onlara bu emri veriyor ve onlarda bu emri siyasi ikballerini garanti altına almak için uyguluyorlar. İşte onlar, halkları perişanlık içerisinde yaşarken, Lale Devri’ni yaşayanlardır. Onlar, küre-sel güçlerdir. Kimse onlara “öte git” diyemez. Bu noktadan hareketle; ben sadece kendi ülkemin haline bakar ve üzülü-rüm. Ben sadece kendi ülkemin idarecilerine bakar ve çözüm beklerim. Ben Atlantik ötesinden çare bekleyen hiçbir zihniyeti onaylamam.
Bizi yönetenlere ve yönetmeye aday olan siyasilere şunu söy-lemek isterim. Halkınız sefalet içerisinde sürünürken, sizler Lale Devri’ni yaşayamazsınız.
Halit Durucan
Emekli, yazar
[email protected]
YORUMLAR
Sayın Bekir Abim. Düşüncelerinize katılmamak mümkün değil. Yeni nesil, insan onuruna yakışır bir hayatı hak ediyorlar. Aileler, çocuklarını kapitalistlerin köleleri olmak istemiyor. Ancak siyasi zihniyet, sizin söylediğiniz gibi yeni köleler istemektedir. Zira bu zihniyette kapitalist zihniyetin figuranlarıdır. saygılarımla
Sayın Halit Durucan
Yazdıklarınızın tamamına katılıyorum Ancak ülkem adına üzülüyorum.
Yeni evlenenlerden üç çoçuk istenmesini şuna bağlıyorum;
Kapitalist düşüncelerle idare edilen bir ekomomide bol olan mal ucuz olur.
Ahaliden üç çoçuk isteyenler, işgücünün çoğalmasını istemektedirler.
Halen mevcut iş güçüne iş bulunamazken , artan iş gücü sonunda iş bulamayanların mevcudu daha da artacaktır.
Dolayısıyla boşta dolaşan kalifiye personel miktarı çoğalacaktır.
İş imkanları az, çalışacak personel sayısı fazla olunca iş gücüne ödenecek ücret düşük olacaktır.
Bu durum sermaye sahiplerinin işine yarayacak bol ve ucuz olan iş gücünü ucuza kullanacaklar ve sermayelerini artıracaklardır.
Üç çoçuk muhabbeti yapanlar halkı değil, kendilerini destekleyen sermaye sahiplerini düşünmektedirler.
Ahali, üç çoçuk yapın diyenleri alkışladığı sürece Lale Devri birmeyecek gibi görünüyor.
Saygılarımı sunarım.