ANADOLU'DA BİR KIZ MANZARASI
Henüz altı yaşındaydım.
Çocukluğumun baharındaydım.
Okul açılmadan bir hafta önce köyümüze atanan öğretmen geldi, büyük bir sürpriz oldu, öğretmen bayandı.
Köy insanları misafirperver olur, köye gelen yabancıyı olabildiğince güzel karşılar, sever sayar değer verirler. Annem, öğretmeni, tanışmak ve kaynaşmak amaçlı evimize davet etti. Kullandığı dil mükemmeldi, insanı etkilemeyi biliyor, sözünü dinletiyordu. Düzgün giyimli, üstü başı pırıl pırıldı. Titiz bir görünümü vardı. Karşısına geçip onu meraklı gözlerle süzüyor, hayran hayran bakıyordum.
Belki de ilk defa bayan öğretmen gördüğümdendi hayranlığım. O gün karar verdim, ben de okuyup öğretmen olacaktım.
Öyle kesin kararlıydım ki, okuyacağım ve başaracağım.
Karar vermesine verdim de, hayatın ne getireceğini bilemeyecek yaşta olmam, yaşanabilecek olumsuzlukları aklıma getirmiyordu. O sıralarda annem tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalandı. Doktorlar sinir hastası olduğunu söylemişler babama.
O günden sonra yedi nüfusun sorumluluğu omuzlarıma bir dağ gibi çöktü. Çocukların en büyüğü ben olduğum için, ev işleri de dahil tüm işleri yapma sorumluluğu da bana düştü. Annem tuhaflaşmış, bir yabancı gibi bakıyor, bana emirler yağdırıyordu. Kendisi yataktan kalkamıyordu. Zamanla kendini biraz toparlayıp ayağa kalksa da, yine de bana bir besleme gibi ‘’onu yap, şunu getir, bunu götür’’ diyerek talimatlar veriyor, tüm işleri bana yaptırıyordu, acıma hisleri de zayıflamış, kendi öz evladına eziyet edecek kadar rahatsızlığı ciddi bir boyuta varmıştı.
Yine de yedi yaşıma ayak basmayı iple çekiyordum. Nihayet o gün geldi ve ben en güzel yaştayım, yedi yaşında. Hayallerimi gerçekleştirmeye doğru ilk adımı atacak, okuyacak ve öğretmen olacağım.
Günlerce içim içime sığmadı. Küçücük kalemleri, kullanılmış defterleri köşe bucak saklamaya, ara sıra gizlice elime alıp tarifsiz sevinçlere, hiç olmadığım hallere bürünmeye başladım.
Okullar açıldı. Bizim okul hemen evimizin karşısındaydı. Yüzüm hep gülüyordu, çünkü okula gidince ev işlerinden kurtulacağım, arkadaşlarım olacak, onlarla oyunlar oynayacağım düşüncesi vardı.
Önlüğümü giyindim ve okuluma koştum. Sanki ayaklarım yere değmiyordu. Bir çiçek bahçesine girmiştim.
Ders zili çaldı. Sınıftaydık, hayallerimin en kutsal yerinde. Öğretmenin, sıralarımız, yaşıtım çocuklar çok güzeldi.
Zil çaldı, ne hoş sesi vardı. Teneffüse çıktık, biraz şaşkın, biraz inceleyen gözlerle birbirimize sokuluyorduk. Daha kurgusu yapılmamış oyunlar hayal
ediyordum.
Kulağımı delen bir sesle irkildim. Evimiz hemen okulun bitişiğindeydi. Annemdi bu.
“-Çabuk eve gel, evde su yok’’ dedi.
Koştum, kurulmuş robot gibiydim. Aynı hızla bidonu kaptım doğru çeşmeye,
suyu doldurdum. Koca bidonu el değiştire değiştire, biraz da sürükleye sürükleye kapıya bıraktım, koşarak sınıfa girdim. Daha ikinci dersime önlüğüm ve ayaklarım yer yer ıslanmış, nefes nefese giriyordum. Ders zili çalmış, çocuklar derse başlamıştı bile. Yüzüm soluklaşmış, nefesim ciğerlerimi doyuramaz olmuştu. Bacaklarım titriyordu.
“-Bir daha olmasın” dedi öğretmenim sadece. Hepsi bu kadardı. İşte o an dünyalar yeniden benim olmuştu. Hele öğretmenim sanki bir melek olmuştu.
Ders zilleri, teneffüs zilleri hep böyle devam etti. Benim yazgım da.
Zil çalıyor, dersten çıkıyorduk, kapıda bekleyen yarım akıl zavallı annem, o teneffüste yapmam gereken görevi veriyordu. Ev işleri işte, hiç biter mi. Yıkama, süpürme, yemek yapma. v.s….
Yedi yaşındaydım. Patronum annemdi. Derslere yetişmek için kendimi paralıyordum. Ne yazık ki gitgide zorlanıyor oluyor, arkadaşlarımdan kopuyordum. Geç kalıyordum, çok yoruluyordum, ders yapamıyordum. Utanıyor, korkuyor, başaramazsam ölürüm sanıyordum. Ama olsun, hedefim vardı ve kimse engel olmazdı.
Yıllar çabuk geçmedi, zor geçti, ama geçti. Annem iyice rahatsızlaşmıştı. Yüreği de o oranda katılaştı. Bilemiyor, anlayamıyordu.
İlkokul bitmişti. Bitirmiştim, hem de diplomam pekiyi idi. Neler neler saklamaya çalıştığım benim güzel öğretmenim, meğer her şeyin farkındaymış, meğer bütün hoşgörüleri, anlayışları belki biraz da acımasındanmış.
Babamı okula çağırdı, beşinci sınıfın son günleriydi.
-‘’Bu kıza yazık ediyorsunuz, sonuna kadar okutun, lütfen okutun amca’’diye rica ediyordu, rica değil sanki yalvarıyordu.
Babam kararlıymış, aklına yatmadı, öğretmeni dinlemedi bile,
“-Boş versene hoca hanım kızım, kız çocuğu değil mi, onun peşinde mi koşacağım, okumasına ne gerek var” diyebilmişti, baba diye nerdeyse taparcasına sevdiğim bu Anadolu aydını.
Dünyamın başıma yıkıldığı andı, çaresizdim, ne yapabilirdim, kimse ama kimse değiştiremezdi bu yazgıyı. Ferman yazılmıştı, baba fermanı. Üstünde başka güç olmayan fermandı bu.
Okul maceram, öğretmenlik hayallerim bitmişti. Bir daha depreşmemecesine içime gömmem gerekiyordu. Yaptım da. Ama unutamadım, küllendirdim ama asla söndüremedim. Hiç aklımdan çıkmadı, özlemim hiç bitmedi. Hayalimde kaldı, rüyalarımı doldurdu.
Annem sevinmişti. Elinde iş yaptıracak bir eleman bütünüyle onundu artık. Evi çekip çevirmem gerekiyordu, üstelik bunu büyük bir ciddiyetle yapmam gerekiyordu. Çünkü evliliğe hazırlanmalıydım. Bilmeliydim, becermeliydim her işi. Yoksa eloğlu kapının önüne koyardı, koca evi beğenmezse bir şekilde hayatını karartırdı. Dönecek yerin tutunacak dalın da kalmazdı.
Yaptım, her isteneni yaptım. Bir evi çekip çevirdim, benden başka altı çocuk yani kardeşlerim de vardı. Onların anaları bendim. Çocuk olan ben.
Bulunduğum coğrafya halkının zihniyetiyle evlenme yaşına gelmiştim, Tıpkı okula başladığım gün gibi sevinmiştim nerdeyse. Kurtulacaktım. Ezilmekten, beslemelikten, çaresizlikten, yorgunluktan kurtulacaktım. Kendi evim olacaktı, daha özgür olacaktım.
İşgücüydüm, yetişmiş elemandım, elden çıkarmak istemiyorlar, biraz daha çalıştırmak istiyorlardı beni. Nihayet üç yıl sonra anneme, babama direnen sevdiğim gençle evlendim. Kalabalık bir aileye gelin gittim.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştum.
Aynurca
YORUMLAR
Bunlar gerçek mi kurgu mu bilmem ama, anlatım güzel. Biraz daha üzerinde yoğunlaşırsanız ortaya harika bir yazı çıkar. Sanırım devam edeceksiniz. Açıkçası yazının olayları bilindik, ama yine de hiç eskimeyecek bir hüzün bu kızlarımız...
Ufak tefek eksikliklere rağmen 10 puan verdim. Çünkü okunmaya değer bir kalem olarak gördüm. Adımı görünce meraktan girdim sayfanıza. Ama iyi etmişim. Yolunuz açık olsun...