- 751 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
“Her Mevsim Eylüldür”
Günün en yaramaz saatleri, kuşkusuz, göğü terk etme telaşına düşen güneşin batmaya yakın vakitleridir. Bu vakitlerde gökyüzü, güneşe tatlı oyunlar oynar durur. Renkten renge bürünür. Olmadı küser, yer yer kapkara kesilir. Bir sevgilinin en şuh haline bürünür kimi zaman, kızıla bürünür. Kimi zaman gecikmiş kırkikindi olup ağlar. Kimindeyse toprağın çatlayan dudaklarına ıslak bir öpücük olup konuverir. Sanırız ki gök halimize ağlar… Hâsılı kendini de gök kubbenin altındakini de ruha ılıklık veren bu vakitlerle oyalar durur. O vakitler ki yerle gök, kızıl bir perdenin ardınca sevişir durur; bulutları girift ve bir o kadar da kesif bir hüzün sarar; o vakitler ki Tanrı’nın kaleminden çıkıp ruha önce huzur sonra hüzün verir. Vakt ki herkes için ve hiç kimse için…
Ruhunda eylül biriktiren biri için güneşin ne anlam ifade ettiğini bilenlerdenim. Nazlı nazlı düşen bir yaprağın büyülü ve hüzünlü havasını da bilirim; son gül’e konma telaşına düşen arsız bülbülün dillere düşürdüğü aşkını da; sadece gözlerine baktırıp aşığını mest u perişan eden nazeninin ardınca söylenen dizeyi de: ayağı yer mi basar zülfüne ber-dar olanın… Gurbet gurbet gönle yazılanda bir aşkın zevk veren acısını da; her mevsimi eylül gibi gören biçarenin feryadını da… Onca şeyi bilip hiçbir şey bilmediğini iddia eden bilgenin tevazuunu (!) da…
Ruhunda eylül biriktiren adamın/kadının güneşi kadar şarkısı da hüzünlü olur. Gecesi kadar gündüzü de… Elleri, yıldız kadar titrektir. Yaşı kırk değildir ama Hira’sını taşır gittiği her yere. Denizi vurgundur… Eylülde, içine kar yağar eylüle gönül veren adamın/kadının. Bir park kadar taşkın ve bir bank kadar yalnızdır. Güneşi gitti gidecektir çünkü. Çünkü güneş, salt ısıtan değil alegoriktir. O, kalbe taşkınlık veren sevgilinin ta kendisidir.
Hüzün sarısına bürünür eylülcü sevdalar. Kan revan yolların birinde kendi yalnızlığını en az kendi kadar başka bir yalnızla birleştirme gayretinde olan(lar)ın sevdası kadar ayrılığı da sarıdır. Eylülde eylülle gelen, eylülde eylülle gider yine. Eylül doğurduğu gibi öldürür de. Takvim yapraklarında dokuzuncu ay olması bundan değil de nedendir? Hayat bahşederken, almayı da öğretir eylül. Özcesi eylül, lafı eveleyip geveleyen bir aşığın çektiği ıstıraptır. Yaşamın yarısını aşk, diğer yarısını şiir gibi görenin ruhundaki yanılsamadır. Eylül ki olmadık işler getirir başa.
Saçlarına eylül takanın saçları da kendi gibi, ruhu gibi hüzün kokar. Gözleri, yağdırmaya hazır bir bulut gibi nemlidir. Şiir yazmak ister eylülcü kadın/adam ama onu da beceremez. Yazdıklarını yırtar atar. Bir daha dener, yine yırtıp atar. Attıklarından uçak yapar, gemi yapar. Bırakır suya gemisini, el sallar ardınca. Ne acınası bir hale sokar insanı bu eylül, Tanrım! Işık filizlerini ruhuna gömmek ister güneşin o an. Heyhat, ne çare… Güneşi de batmıştır eylülün.
Güneşi gelse bahar olacak, içini kemiren geceleri de son bulmuş olacak deniz görmemiş kızın/adamın. Kanlı toprağının şehirlerini bir bir toplayacak ve her birine farklı adlar verecek. Şehirlerine aşk ismini verecek. Eşeleyecek sonra, dağıtacak hepsini. Güneşi gelmedi mi üç kere ihaneti ve intiharı düşünecek. Bir şairi en çok ne kahreder, onu düşünecek.
Güneşi gelmedi mi…
İsmi gibi kendi de lavanta kokar aşığın güneşinin. Nupel, burcu burcu tüter. Ah! Rahiya… Ah min’el aşk… ve ah sol ağrı ve sağ elin titrekliği ve zavallı sol el…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.