ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR [*]
Sıcak bir yaz gününde Çarşamba pazarı olarak bilinen şehrin göbeğindeki Pazar yerinde yerini almıştı Halil Efendi. Başında kasketi, önünde bozuk paraları koymak için özel bölümleri bulunan bir önlük vardı onu diğerlerinden ayıran. Yüzü, yılların vermiş olduğu yorgunluktan olsa gerek, kırışıktı.
Her zamanki gibi yine en güzel meyveleri tezgâhın ön tarafına, çürük ve bayat kısımlarını da arkasına dizmeyi ihmal etmedi. Böylelikle gelen müşteri iri ve güzel elmaları görünce almak isteyecek. Ama Halil Efendi işin kurnazlığına kaçıp arkadaki bozuk elmaları satacaktı. Bunları ilk yapmıyordu ve yaparken de içi gayet rahattı.
– Elma iki yüz elli, elma iki yüz elli
Pazar yerinde bağrışmalar başlamıştı sabahın erken saatlerinde. Yanına henüz 16-17 yaşlarında okul üniformalı temiz yüzlü bir genç geldi. Delikanlıyı gören Halil Efendinin benzi attı ve sesi kesildi.
– Selamün Aleyküm Halil Abi
– Aleyküm Selam Ahmet, keşke zahmet edip de gelmeseydin. İşler durgun bu sıralar. Yanımda hiç para yok, başka zaman inşaallah.
– Abi evde yiyecek bir tek erzak kalmadı, aç kaldık.
– Dedim ya çocuk. Ne laf anlamazsın. Başka zaman.
– Alma mazlumun âhını, çıkar aheste aheste
Ahmet, Halil Efendi’nin geçen yıl yanında çalıştığı yardımcısıydı. Bu genç bir senedir alamadığı hakkını istemeye gitmişti, fakat Halil Efendi yine her zamanki gibi yanında para olduğu halde ona yok diyerek onu başından savmıştı.
Ahmet eve geldiğinde annesinin gözleri ışıl ışıl oğluna baktı. Parasını yine alamadığını öğrendiğinde suratı asıldı ama üzüntüsünü ona belli etmeden mutfağa geçti ve eliyle gözünden akmasına mani olamadığı yaşları sildi.
Ahmet, annesi ve küçük kız kardeşi yine aç kalacaklardı. Babalarını kaybedeli daha bir sene olmamıştı. Tüm zorluklara katlanıyorlardı. Annesi bütün olumsuzluklara rağmen elinde tek bir buğday tanesi bile olmasa haline hep şükrediyordu. Ve Halil Efendi’yi Allah’a havale ediyorlardı.
Halil Efendi halinden pek memnundu. İşlerini geliştiriyordu hep. Çok kazanıp çok mal-mülk elde etmek için gece gündüz çalışıyordu! Öncelikle elinde bulunan taksiyi satıp daha büyük bir şey, kamyonet, almayı düşündü. Arabasını bir alıcı çıkınca hemen satacaktı. Galericiye vermek istemedi komisyon parası vermemek için.
Bir gün arabasının satılık olduğunu duyan iki adam geldi ve Halil Efendiyle bir anlaşma yaptılar. En sonunda on beş bin liraya satmayı kabul etti.
Bir gün sonra müşteriler bir zarf içinde parayı getirdiler. Ruhsatla birlikte anahtarını da teslim etti o iki adama. Biliyordu ki arabanın motoru arızalı olduğundan piyasada sattığı fiyatın yarısını veriyordu. İçinden de “Bunları da kandırdım” diye geçiriyordu.
Sabah olunca parayı bankaya yatırmaya gitti. Yüzündeki mutluluk o sabah yerini üzüntüye bırakacağını bilmezken parayı veznedara uzattı. Paraların tümünün sahte olduğunu ancak orda öğrenmişti ama iş işten geçmiş, arabası elinden çıkmıştı. Hâlbuki bu arabadan %100 kâr yaptığını düşünürken tam tersi oldu. Artık çaresizdi ve parasızdı bu sefer. Veznenin önüne yığılıp ellerini başına koyup düşünmeye başladı kara kara. Birden aklına o bir türlü parasını vermediği yetim çocuk geldi ve onun söylemiş olduğu şu mânidâr söz:
– Alma mazlumun âhını, çıkar aheste aheste...
Halil Efendi fakir bir ailenin hakkı olan parayı vermemişti. Ayrıca bu çocuk bir yetimdi. “Mazlumun âhını alanın iflâh olduğu nerde görülmüş...”
[*] Hadis-i Şerif (Ebu Dâvud, Tirmizî)
İlhan KAPLAN
YORUMLAR
konu güncel ve gerçekçi lakin biraz aceleyle bitmiş gibi geldi
ama mesaj yinede alınıyor
mevla helalinden hakkıyla versin
teşekkürler gencadam
saygıyla